Hayatımıza kısa zaman önce giren “Karantina” kelimesiyle tüm dünyamız bir anda değişti. Hepimiz evimizdeyiz (En azından evde kalmaya çalışıyoruz) keyfi gezmeler, alışveriş için saatlerce vitrin önü bakmalar şuan için imkansız. Hal böyle olunca bedenimizden önce ruhumuz hastalanmaya başlıyor. Bilmediğimiz bir düzenin içinde, bu zor günlerin ne zaman biteceğini bilmeden korku içinde devam ediyoruz. Psikiyatri Uzmanı Samuray Özdemir ile bu hafta “Karantina günlerini en az psikolojik hasarla nasıl atlatabiliriz? En büyük motivasyonumuz ne olabilir? Bu günler kalıcı bir kaygı bozukluğuna yol açar mı?” sizler için tüm bu soruları ve daha fazlasını yanıtladı.  

Merhaba Samuray Hanım, öncelikle bize biraz kendinizden bahseder misiniz? Samuray Özdemir kimdir?

Merhaba. İstanbul Tıp Fakültesi’nden 2001 yılında mezun oldum. Psikiyatri ihtisasımı Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı’nda tamamladım. 12 yıllık psikiyatri uzmanıyım. Halen İstanbul Balıklı Rum Vakfı Hastanesi’nde psikiyatri uzmanı olarak görev yapmaktayım. Aynı zamanda Beykent Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak görev yapmakta ve Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Klinik Psikoloji bölümünde ders vermekteyim.

Ülkece zor günler geçiyoruz. Dışarı çıkma zorunluluğu olmayanlar evde kendilerine yeni bir düzen kuruyorlar. Sağlığımızı korumak için evde kalmayı başarsak da ruhsal olarak sarsılıyoruz. Bu ruhsal değişim insan psikolojisini nasıl etkileyecek?

Evlerimizde kalarak sevdiğimiz kişilerden ayrı düşmek, ev dışında yaptığımız sosyalleşme, spora, işe ya da okula gitme, seyahat etme gibi olağan aktivitelerimizden uzak kalmak suretiyle alıştığımız rutinimizin değişmesi, evde kalmanın isteğimizin dışında ve mecburen uymamız gereken bir kural olarak karşımıza çıkması pek çoğumuzda bağımsızlık ve kontrol duygumuzu kaybetme duygularına yol açabilir. Bu süre uzadıkça ve evlerimizden ne zaman gönül rahatlığıyla çıkabileceğimiz konusu belirsiz kaldıkça bazı bireylerde can sıkıntısı, keyifsizlik, isteksizlik, uyuşukluk, hatta ruhsal dayanıklılığı düşük bireylerde giderek artan bir mutsuzluk, korku ve öfke gibi olumsuz duygular ortaya çıkabilir. 

Hastalıktan çok hasta olma korkusu herkesi ele geçirmiş durumda. Bu korku halini üzerimizden nasıl atabiliriz?

Tüm dünyayı etkisi altına alan ve her gün binlerce ölüme yol açan bir virüs salgını nedeniyle hastalanmaktan korkmak son derece doğal, gerçek ve bizi kendimizi ve sevdiklerimizi korumak amacıyla çeşitli önlemler almaya teşvik etmesi bakımından da gerekli bir duygu. Her insanın temel ihtiyacı öncelikle emniyette olma duygusunu hissetmektir. Kendimizi emniyette hissettiğimiz sürece korkumuzla baş edebiliriz. Bu nedenle uzmanların evde kalmak, dışarıdayken kalabalığa girmemek, sosyal mesafeyi korumak ve maske kullanmak ve ellerimizi sık ve doğru biçimde yıkamak gibi koruyucu önlemler ile ilgili tavsiyelerine titizlikle uymalıyız. 

Psikolojik olarak hastalık belirtisi gösterenlere ne önerirsiniz?

Kaygının bazı bedensel belirtileri (ki çoğumuz az ya da çok bunları yaşıyoruz) Covid19 hastalığının belirtilerine benziyor: nefesin daralması, kas ağrıları, baş ağrısı, mide bulantısı, aşırı yorgunluk gibi. Kontrol etmekte zorlandığı kaygısı nedeniyle bu tür bedensel yakınmaları olan kişilerin “ya hastalık bana da bulaştıysa?” şeklinde endişelere kapılması normal. Ancak bu ikisi arasında büyük bir farklılık var, o da şu: Kaygıya bağlı gelişen bedensel belirtiler dalgalı bir seyir izler, yani zaman zaman azalma gösterirler. Oysa Covid19 hastalığının belirtileri azalmaz, bilakis giderek şiddetlenirler ve kısa bir süre sonra bu belirtilere kaygıda görmediğimiz ateş ve öksürük gibi diğer hastalık belirtileri de eklenir. Bu ikisini birbirine karıştırmamak için bu farklılığa dikkat etmelerini öneririm.

Her gün dışarıda olmaya alışmış insanlar var. Onlar için evde olmak daha zor gibi görünüyor. Evdeki hayatlarını nasıl geçirmeliler?

Her gün ev dışında yapmaya çalıştıkları aktiviteleri mümkün olduğunca ev içine taşımaya gayret etmelerini öneririm. Bildiğiniz gibi okullar uzaktan eğitime geçerek, şirketler home-office çalışmaya başlayarak bu yeni düzene ilk adımı attılar. Kişiler de bu örneklere benzer düzenlemeleri kendi hayatlarına uyarlayabilirler. Örneğin arkadaşlarıyla internet üzerinden online buluşmalar yaparak sosyalleşmeye devam edebilir, ev içinde yapmaya uygun egzersizler yaparak kondisyonlarını koruyabilirler. Can sıkıntısından kurtulmak için daha önce yapmak isteyip de vakit darlığından erteledikleri etkinlikler (yeni bir dil öğrenme, online bir kursa katılma, yeni bir hobi edinme, bir yemek tarifi deneme, ufak tamiratlar yapma gibi) deneyebilirler.

Şu günlerde depresyon belirtilerini nasıl anlayabiliriz? Ve bunları hissettiğimizde kendimizi nasıl koruyabiliriz?

Depresyonun en önemli göstergelerinin başında gün boyu mutsuz hissetme, hiçbir şey yapmak istememe, hayattan keyif almama gelir. Bunların yanı sıra uyku ve iştah değişiklikleri, yorgunluk, konsantrasyon güçlüğü, karamsarlık, umutsuzluk, suçluluk ve öfke gibi olumsuz duygular, değersizlik hisleri ve öz bakımın azalması söz konusu olabilir. Bu tür belirtiler iki haftadır hemen her gün devam ediyorsa ve/veya kişide ölüm ve intihar düşünceleri de başlamışsa derhal bir psikiyatri uzmanına başvurmalarını öneririm. 

Sizce bugünlerin en büyük motivasyon kaynağı ne olabilir?

Dünya çapındaki bilim insanları aşı geliştirme çalışmalarına odaklanmış durumda, bu alandaki gelişmeleri önemli bir motivasyon kaynağı olarak görüyorum. Ek olarak, iyileşmiş hastalardan alınan plazma örneklerinin hastalarda kullanılması ile sağlanan hızlı iyileşmeler oldukça moral verici ve ülkemizde de uygulanmakta. Sağlık Bakanlığı ve ilgili otoritelerin hızlıca aldığı ve uygulamaya koyduğu ülke düzeyindeki önlemler, sağlık sistemimizin çok iyi işlemesi, sağlık çalışanlarımızın bilgi, tecrübe, donanım ve sayı bakımından pek çok ülkeden kat kat üstün niteliklere sahip olması ve bunun yanında özveriyle, inançla, yüksek bir sorumluluk bilinciyle çalışmaları ve halkımızın evlerinde kalarak virüsün yayılımını yavaşlatmaya olan katkıları sayesinde pek çok ülkeden daha erken (salgının 4. haftasında) tepe noktasına ulaşmış olmamız umut verici...

Her akşam haberleri izlemek, sayı olarak yükselen tablo herkesin psikolojisini altüst etti. Tartışma programları, haberler… Bunları sıkça izleyen insanlar yanlış mı yapıyor?

Belirsizlikle sınandığımız bir dönemden geçiyoruz ve çok iyi bilinir ki belirsizlik kaygının en önemli tetikleyicilerinden biridir. Pek tabi bu belirsizliğin yarattığı kaygımızın üstesinden gelebilmek için bilgi edinmeye ihtiyacımız var. Ancak bazılarımız bilgi edinmiyoruz, adeta bilginin peşinden koşuyor, hatta fazla bilginin içinde boğuluyoruz. Bilginin azı kadar fazlası da kaygı uyandırır. Bu nedenle herkese sadece sağlık bakanımız, bilim kurulu üyelerimiz gibi güvenilir kişilerden, Sağlık Bakanlığı, Türk Tabipler Birliği, Türkiye Psikiyatri Derneği gibi güvenilir kurumlardan ve yalnızca günde 1 ya da 2 kere ve en fazla yarım saat gibi kısıtlı bir süreyle bilgi edinmelerini ve kirli bilgiden uzak durmalarını öneriyorum. 

Türkiye’de hepimiz sokağa çıkma yasağı ilan edilmeli diyoruz, fakat geçimini kolay kazanamayan çalışanlar var, kirasını ödemek zorunda olanlar var. Her korona ile hem çaresizlik ve yoksullukla savaşılıyor. Virüsün yarattığı bu çaresizlik duygusu insanları ne gibi sorunlar, ruhsal değişimlerle baş başa bırakır?

Dünyada daha önce yaşanan salgın dönemleriyle ilgili deneyimler, karantina dönemlerinde yaşanan maddi kayıpların toplumda önemli sosyoekonomik sorunlar yaratabileceğine ve karantina döneminden aylar sonra çeşitli ruhsal sorunların gelişmesine zemin hazırlayabileceğine işaret etmektedir. Ekonomik kayıpların yanı sıra sosyal ağların kaybedilmesi ve yalnızlaşma gibi durumlar da bu sorunlara katkıda bulunmaktadır. Bundan en fazla etkilenenler daha önce travma deneyimi olan, ruhsal sorunlar nedeniyle geçmişte tedavi görmüş olan ve halen tedavileri devam etmekte olan bireyler olmaktadır.

Endişe ve kaygı bozukluğu insan ruhunda kalıcı izler bırakır mı? 

Eğer kişinin yaşadığı kaygı ve korkunun düzeyi çok şiddetliyse ve artık günlük hayatını olumsuz yönde etkileyecek düzeylere gelmişse bir kaygı (anksiyete) bozukluğu söz konusu olabilir. Erken tanı ve tedavi ile tamamen iyileşebilen bir hastalıktır ve insan ruhunda kalıcı izler bırakması beklenmez. Ancak tedavi gecikirse veya ertelenirse zamanla kronikleşebilir ve ömür boyu sürebilir. Bir de travmayla ilişkili bozukluklar vardır ki en bilineni Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) olup genellikle erken müdahaleyle tedaviye iyi yanıt veren bir hastalıktır. Ancak araştırmalara göre TSSB olgularının ortalama %10’u tedavi edilse bile tam olarak düzelmeyebilmekte ve ömür boyu devam edebilmektedir.

Sizin evdeki bir gününüz nasıl geçer?

Bu salgın sürecinde rutinimde pek bir değişiklik olmadı. Bir sağlık çalışanı olduğum için halen haftanın altı günü tam gün hastanede bulunuyorum. 

Ben de evdeyim ve neredeyse 1 aydır sokağa çıkmıyorum. Tabiî ki duygusal olarak gelgitler yaşadığım anlar oluyor. Bazen de salgının bitmeyeceğine dair umutsuzluk içine düşüyorum. Böyle bir umutsuzluğu nasıl aşabiliriz?

Bu tür olumlu gelişmeler umutsuzluktan ziyade daha çok umut etmeyi bize salık veriyor ve geleceğe olumlu bir şekilde bakabilmek için bizleri cesaretlendiriyor.

Virüsle birlikte her geçen gün daha da artan “Kadın şiddeti” ve “Kadın Cinayetleri”ni duyuyoruz maalesef. Bu hem fiziksel hem de psikolojik şiddetin bir çözümü var mı?

Salgın döneminde ailelerin evde birlikte daha fazla vakit geçirmesiyle birlikte önceden de var olan kimi aile içi çatışmaların salgının da getirdiği yoğun stres yükü ve ekonomik baskıların etkisi altında artmış olması bunun sebeplerinden biri olabilir. Zira öldürülen kadınların çoğunda failin kadının kocası ya da yakın bir akrabası olduğunu biliyoruz. Nitekim ülkemizdeki kadın cinayetleri, bugün yalnızca salgının sosyolojik komplikasyonlarından biri olarak ele alınamayacak kadar uzun bir süredir çözüme kavuşmasını beklediğimiz çok önemli bir sosyolojik bir olgudur. Bu dönemde bir acil durum planı olarak ilk etapta 6284 sayılı ‘Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun' ve ‘İstanbul Sözleşmesi' etkin bir şekilde uygulanmaya geçilmeli bu konuda topluma yönelik bilgilendirici ve farkındalık yaratıcı kamu spotu, canlı yayın ve eğitimler düzenlenmelidir.

İkili ilişkiler, evliliklerin sınandığı hatta sorgulandığı bu günler çürük ilişkileri mi ortaya çıkarıyor yoksa içinde bulunduğumuz durumun psikolojik bir belirtisi mi?

Aynı evde, dar bir alanda uzun ve ne zaman biteceği belli olmayan bir süre boyunca birlikte vakit geçirme zorunluluğu, zaten sorunları olan ilişkilerde çatışmayı daha da arttırarak şiddetli geçimsizlik nedeni olabiliyor. Bu nedenle salgın öncesi dönemde çözülemeyen sorunlar nedeniyle boşanmanın eşiğinde olup kararsız kalan ya da çeşitli nedenlerle bu kararı erteleyen çiftlerde boşanma başvurularında bir hızlanma ortaya çıkabiliyor.  Ya da örneğin kişi, salgında vurdumduymaz davrandığı ya da yeterli önlem almadığı için hastalanma ve ölüm riskini birlikte aşacağına güvenmediği partnerini hayatından çıkartarak, bir nevi hastalık ve ölüm riskini de hayatından çıkartmış oluyor. 

Şu an Türkiye’nin salgınla savaşını, aldığı tedbirleri nasıl yorumlarsınız? Sizce doğru bir yol haritası mı?

Süreci bir hekim olarak yorumladığımda, etkin ve koruyucu tedbirlerin ülkemizin tüm kurumlarıyla ve pek çok ülkeye göre erken denilebilecek bir zamanda alınmış olmasını, yerel yönetimlerin de ek tedbirlerle sürece olan katılımını, tüm bunların ivedilikle ve kararlılıkla uygulamaya koyulmasını, özellikle de sağlık bakanımız ve bilim kurulunun süreci titizlikle takip ederek güncel verilerin halkla net ve şeffaf bir şekilde gün be gün paylaşılmasını doğru ve yerinde yaklaşımlar olarak değerlendiriyorum. Ek bir öneri olarak, özellikle sokağa çıkma yasaklarının öncesi ve sonrasında otoritelerin televizyon, radyo ve sosyal medyada halka yönelik yaptıkları açıklamalarda, halkın eğitim düzeyini ve olası psikolojik tepkilerini göz önünde bulundurarak daha basit ve anlaşılır açıklamalar yapmalarının ve panik yaratacak söylemlerden kaçınmalarının önemli ve gerekli olduğunu düşünüyorum. 

Bu salgın bittikten sonra herkes eski hayatına geri dönebilecek mi?

Sanırım tüm dünya bu sorunun cevabını merak ediyor. Henüz salgının ortasındayız ve gelecek ne getirir, bilmiyoruz. Kendi alanımdan yola çıkarak şöyle söyleyebilirim. Toplumun ruh sağlığı konusundaki olasılıklar üzerinden gerekli önlemleri hızla alabilir ve hayata geçirebilirsek, ruhsal travmayı daha az zayiatla atlatma ve travmaya bağlı yaralarımızı daha erken sarabilme şansımız olur. Bu bakımdan ülkemizde çok önemli girişimler var. Örneğin Sağlık Bakanlığı halka yönelik olarak Koronavirüs Online Ruhsal Destek Programı’nı (KORDEP) devreye soktu. Diğer taraftan, salgınla ön safta mücadele eden sağlık çalışanlarını da ruhsal açıdan korumalı, tükenmelerini yavaşlatmalıyız. Buna yönelik olarak Sağlık Bakanlığı Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından RUHSAD uygulaması devreye sokuldu. Benzer şekilde Türkiye Psikiyatri Derneği’nin benim de gönüllüleri içinde bulunduğum ve sağlık çalışanlarına yönelik olarak 7/24 ruhsal destek veren gönüllü psikiyatri uzmanlarının görev yaptığı bir girişimi daha var.

Türkiye olarak temas ederek konuşmayı, tokalaşmayı, sarılmayı çok seviyoruz, ama Korona virüsünden sonra tedbiren bırakın sarılmayı sosyal mesafe içerisindeyiz. Her şey normale döndüğünde eski alışkanlıklarımıza çabucak adapte olabilir miyiz? Yoksa şimdi nasıl hastalık korkusu varsa o zaman da sokağa çıkma fobisi, insanlardan kaçma fobisi gibi sorunların ortaya çıkması muhtemel mi?

İnsanoğlu adaptasyon yeteneği en gelişmiş olan canlıdır. Aynı zamanda ortaya çıkan çevresel değişikliklere uyum sağlayabilme becerisi sağlıklı bir ruhsal yapının da göstergesidir. Bir kısmımız hızla eski hayatlarımıza geri dönebileceğiz. Ancak ruhsal açıdan zorlanan bireylerin uyum sağlamaları biraz da zor ve geç olabilir. 

Bu hoş sohbet için teşekkür ederim. Son olarak bu zor günlerde evde yalnız başına olmak ile aynı evin içinde kalabalık bir şekilde kalmanın eksi ve artıları nelerdir?

Elbette her iki durumun sadece artılarına bakmak isterim zira herkes eksilerinden konuşurken artılarından bahseden yok. Bu süreci çeşitli nedenlerle evinde yalnız başına atlatmaya çalışan bireyler var. Öncelikle bu bir şanssızlık değil. Yalnız kalabilme ve kendine yetebilme becerisi ruhsal olgunluğun bir yansımasıdır. Yani bir insan sıkılmadan ve kendini geliştirerek kendiyle vakit geçirebildiği ölçüde olgun bir insandır. Ama bu demek değildir ki yalnızlık sürekli olmalıdır. Hayır, yalnız kalmaya ayırdığımız vakit kadar bu süreçte yakınlarımızla telefon ya da internet üzerinden iletişim kurmaya da zaman ayırmalıyız. Çünkü insan sosyal bir varlıktır ve ıssız adada yaşayan Robinson olmadığımıza göre sosyal iletişimimizi güçlü tutmak da ruhumuzu besleyen bir etki gösterir. Bu bize bağlarımızı kuvvetlendirme şansı verir. Diğer taraftan, kalabalık ailelerin bir parçası olarak süreçle başa çıkma çabası, hastalık ve ölüm riskini tek başına değil, diğer aile fertleriyle birlikte göğüsleme avantajı sağlayarak kişinin emniyet ihtiyacına cevap verebilir ve yine aile içi bağları kuvvetlendirmek için bir fırsat gibi ele alınabilir.