RÖPORTAJ: GİZEM YILDIZ



Tiyatro dünyasının efsanevi duayeni, oyuncu, yazar, eğitmen, çevirmen Haldun Hoca, 75 yıldır tiyatro sahnelerine bütün hayatınızı adamış, çok büyük emek vermiş bir sanatçısınız. Hatta benim gözümde tiyatro sahnesiyle bütünleşmiş, tiyatronun duayeni denildiğinde aklıma gelen ilk isimsiniz. Şuan sahnelediğiniz 4 oyununuz. 90 yaşında böyle koşturmalı bir temponun içinde var olmak sizi yormuyor mu? Sizi sahnede diri tutan şeyin adı, sanata ve tiyatroya duyduğunuz sevgi mi?



- Sanata duyduğum sevgi diye bir şey bilmiyorum, ama benim tiyatroya duyduğum sevgi, insanlara duyduğum sevgi, hayata karşı duyduğ



um sevgi ve yapılan güzel şeyleri paylaşma sevgisi beni diri tutuyor.



Tiyatro sizin hep, ilk, tek ve en büyük aşkınız mı oldu?



- Tiyatro ve sinema hep en büyük aşkım oldu. 





Başka bir şeyi hiç düşünmedim. İlk doğduğum günden beri, kendim düşünebildiğim andan itibaren hep bu işi yapmak istedim.



24 saatin yetmediği bir hayatınız var. Tiyatroyla geçen 75 yılınıza baktığınızda, bu sahnede bıraktığınız emeğin sahip çıkıldığını, gençler tarafından yerini bulduğunu düşünüyor musunuz?



- Evet, düşünüyorum. Birçok genç var ki, benim yolumda yürümeye çalışıyorlar. Bunu gördükçe çok mutlu oluyorum. Zaten gençlerle çalışmayı çok seviyorum.



Sahne, oyunculuk, yönetmenlik, yazarlık, çevirmenlik... Mesleki hayatınız boyunca tüm bunların hayatınıza kattığı bir keşke oldu mu?



- Benim hayatımda keşke yoktur. Geriye baktığım zaman istediğim her şeyi yaptığımı görüyorum. Bu da çok mutluluk veren bir şey...





Aynı zamanda tecrübelerinizi bugüne kadar ki emeğinizin birikimini gençlerimizle paylaşıyorsunuz. Onların bu uzun yolculukta elini tutuyorsunuz. Gençler karşınsızda öğrenciniz olarak oturduğunda, gözlerinde sizin tiyatroya baktığınız ilk parıltıyla, enerjiyle bakan heyecanı, o değeri görebiliyor musunuz?



- Zaman zaman bunu görmek beni çok mutlu ediyor. İstekli, yetenekli birçok genç var. Tabi ki onların tiyatroya, sahneye olan sevgisini gördükçe benim de inancım artıyor.



Şimdiki gençlik, tiyatronun Türk toplumunda hak ettiği yeri bulmasını sağlar mı?



- Bence çok olumlu şeyler yapılıyor. Özellikle Şehit Tiyatroları’nda çok iyi işler yapıldığını görüyorum, ama “Ben oldum” diye bir takım şeyler de oluyor. Bir takım insanlar, bir oyunda başarı kazanıyorlar ve hemen kendilerine olmuş gözüyle bakıyorlar. Çok az eğitim almış birinin eğitim vermeye kalktığını görüyorum. Çok az sahneye çıkmış birinin “Ben çok iyi oyuncu oldum” diye kasıldığını görüyorum ve bunlara hafif gülerek bakıyorum.





- Siz 75 yılınızı sahnelere bıraktınız. “Ben oldum” diye bir şey var mı?



- Ben 90 yaşındayım ve ben oldum demiyorum. Böyle bir şeyi de kabul etmiyorum, çünkü tiyatro demek ileri gitmek demektir. Aynı şekilde hayat için de böyledir. Sürekli ileri gider ve bizim de sürekli ileri gitmemizi, yeni bir şeyler öğrenmemizi ister.



Bir tiyatro sanatçısı olmak için yetenek tek başına yeterli midir? Sizce, üniversitelerde bunun eğitimini hiç almamış, ama çocukluktan gelen ilgili ve yeteneği olan biri de sonradan sahnelere çıkabilir mi?



- Tabi, tabi... Böyle düşünmesek Münir Özkul, Adile Naşit olmazdı. Onlar gibi birçok isim eğitim almadan, usta-çırak ilişkisinden oyuncu olmuş ve büyük tecrübe kazanmış isimler. Mesela, Adile Hanım’ın babası da tiyatrocuydu, babasının tiyatrosunda yetişmiş. Çocuk yaştayken tiyatroyu, hiçbir okulun öğretemeyeceği kadar çok iyi öğrenmiş bir kadın. Bence eğitimin yanı sıra yetenek daha önemli. Çok demiyorum, biraz yeteneği olması çok önemli. Bir kişi bunu çok istiyorsa, yeteneği olmasa bile, yeteneğini geliştirebilir. Burada en önemli şeylerden biri de, istektir.





Oyunculuk, yazarlık, yönetmenlik, eğitmenlik arasında en çok sevdiğiniz şeyin oyun yönetmek olduğunu söylemişsiniz. “Aktörlük yapmadan yaşayabilirim, ama yönetmenlik yapmadan asla” diye bir sözünüzü okudum. Meslek hayatınızda yönetmenliği bu kadar önemli kılan özel bir meslek anlamı var mı?



- Çok belirli bir sebebi var; paylaşmak. Bilgilerimi gençlerle, oyuncularla paylaşabiliyorum, öteki oyuncularla paylaşıyorum. Onlarla beraber bir iş çıkarıyorum. Tiyatroda en sevdiğim şey, birlikte bir şey çıkarabilmek.



Hem Şehir Tiyatroları’nı hem Özel Tiyatroları iyi bilen bir isim olarak çalışma koşulları ve seyirciyle arasında kurduğu bağ, keşkin bir çizgiyle birbirinden ayıran ayrıcalıkları var mı?



- Ben her zaman aynı şeyi kullandığım için ikisinin arasında bir ayrım görmüyorum.



- İzleyici gözünden var mıdır?



- Evet, vardır. Devlet Tiyatroları, Şehir Tiyatrolarından daha ucuz (gülerek)



Sizde eskiden Dormen Tiyatro’sunu açmıştınız. Sonra kapandı, açıldı. Bunun tamamen kapanmasına sebep olan şey neydi?



- Aslında kapattığıma çok memnunum, çünkü Dormen Tiyatro’sundaki herkes görevini çok iyi bir şekilde yaptı ve efsane oldu. Dormen Tiyatro’sunda yetişen yüzlerce insan Türk Tiyatro’suna çok büyük katkılarda bulundu. Kapanmasının sebebi de, daha fazla gidecek bir yeri yoktu. Bir de mali sıkıntıları vardı. Şimdi çok daha mutluyum, çünkü başkalarının tiyatrosunda ben çalışıyorum.



 

- Tekrar bir Tiyatro açma gibi bir durumunuz var mı?



- Allah korusun (gülerek).



1961’de ilk batılı müzikal olan “Sokak Kızı İrma”yı siz Türkiye’ye getirdiniz. Sizinle başlayan bu değer, zamanla çok sevilen bir oyun türü oldu. Özellikle “Sokak Kızı İrma”yı seçmenizin sizin hayatınızda özel bir yeri var mı?



- Var. Eski eşim Betül’le Paris’e gitmiştik. O gece İrma’yı seyrettik. İrma çok ufak çapta yapılan müzikaldi. Bir gece kulübünde seyrettik. 4 kişilik, minicik bir orkestrası vardı. Çok beğendim ve İstanbul’da biz daha büyük bir prodüksiyon yaptık. Sokak Kızı İrma’nın bana çok faydası oldu. Bence Türk Tiyatrosu’na da çok faydası oldu. Gülriz Sururi’yi büyük yıldız yaptı, benim kendime olan inancımı arttırdı, çünkü ben İrma’yı yapmaya karar verdiğim zaman ne müzikal direktörü vardı, ne koreografi vardı, ne dansçı vardı. Bunların hepsini ben uğraştım, yaptım.



- Bu kadar güzel yapabildiğiniz için müzikaller çok sevildi. Günümüzde çoğalarak devam ediliyor.



- Ama arkasından bir şey oldu; ben çok başarılı bir iş yaptım ve “Ben oldum” dedim kendi kendime. Bir sene sonra başka bir müzikal yaptım. Bu sefer orkestra 26 kişiydi. Meşhur keman üstadı orkestranın başındaydı. Büyük kadro, büyük dekorlar, büyük kostümler... Sonunda büyük bir fiyasko oldu. Bana büyük bir ders verdi.



Bulvar tiyatrosu ve Vodvil’le özdeşleştiniz.



- Vodvil kelimesine karşıyım. Vodvil diye bir şey yoktur. Sadece bizde kullanılan bir terim. Ben ona Fars diyorum. Tiyatroda kullanıldığı için fars. 



Bu türde daha çok yazmayı mı seviyorsunuz yoksa oynamayı mı?



- Fars yazmadım hiç. Fars türü oyunları seviyorum. Çok hareketli, canlı bir tür, ben de öyle olduğum için kendimi daha yakın hissediyorum. Bana çok doğal geliyor. Yazdığım oyunlar hep müzikaldi. Sadece son iki oyunum müzikal değil; Küllerin Arasından ve Bir Zamanlar Gazinoda, ama geri kalanların hepsi müzikal.



Şimdiki müzikalleri sahnede nasıl buluyorsunuz?



- Şimdi müzikal o kadar az ki! Çoğu kendine müzikal diyor, ama müzikal değil. Oradan buradan şarkı alıp, oyunun içine koymak müzikal değil, müzikli oyun oluyor. Ona da karşı değilim, ama müzikal denmesi doğru değil. Bazı müzikaller var; Damdaki Kemancı’yı çok beğendim. Henüz hepsini görmedim, ama göreceğim.



Yaşınızın, yaşamınıza, mesleğinize sınırlar çizmesine izin vermediniz. Bunu sürekli sahnede kalarak mı başardınız?



- Sahnede kalarak değil de, hayata ve tiyatroya olan sevgimden, tutkumdan. Benim için yaşamak bir tutku, tiyatro bir tutku, insanlarla birlikte olmak bir tutku...



Ayağınızla ilgili yıllar önce ufak bir sorun geçirmişsiniz. Oyunculukla ilgili size kuşkular getirdi mi yoksa oyunculuğa olan inancınızı iyice mi kamçıladı?



- Başta kuşkular getirdi. Sonra onu yenebildiğim için özgüvenim daha çok arttı. 100 oyunda öyle oynadım. Demek ki insanlar beni öyle kabul edebildiler.



Hayatı hızlı yaşayan tarafta mısınızdır?



- Hep öyle oldu. Hiç yavaşladığımı hatırlamıyorum (gülerek)



Biraz da sahnelediğiniz oyunlar hakkında sohbet etmek isterim. 12 Ocak’ta Schweinfurt’da prömiyerini gerçekleştirmiş “Daha Neler” adlı oyununuz şuan İstanbul’da sahneleniyor mu?



- Viyana’da sahnelendi. Şuan sahnelendiği yerler var. İstanbul için de önümüzdeki sene sahnelemeyi düşünüyoruz.



“Daha Neler” adlı oyununuzun konusundan bahseder misiniz?



- Fars’a yakın bir komedi türü.



Bir Zamanlar Gazinoda oyununun içerisinde hem yazar hem oyuncu kadrosunda yer alıyorsunuz. Bu oyun da Fars türünde bir oyun mu?



- Hayır, normal komedi oyunu. Hatta iki karakter komedisi oyunu diyebilirim.



Yazdığınız veya yönetmenliğini yaptığınız oyunların kadrosunda titiz mi davranırsınız?



- Rahatsız olduğum bir oyunu yönetemem. Şimdi Şehir Tiyatroları’ndakilerin çoğunu tanımıyorum. O biraz sürpriz oluyor, ama geri kalan oyunlarda ben de hep karışırım.



- Tercih ettiğiniz isimler oluyor mu?



- O role en uygun aday kimse o oluyor. Bir de ben kaprisli oyunculardan çok rahatsızım. Benim oyuncumda kapris mapris olmayacak, normal bir tiyatro aktörü olacak.



Şuan sahnelenen oyunlarınızın arasında sizin için yeri ayrı olan, seyircinizden de çok olumlu geri dönüşler aldığınız oyun hangisi?



- Bir Zamanlar Gazinoda oyununu çok zevkle oynuyorum. Küllerin Arasında oyunu da çok güzel, ama galiba Bir Zamanlar Gazinoda oyununu tercih ediyorum.



Bugün bazı tiyatro sanatçıları, günümüzde artık tiyatronun yaşatılmadığını, yaşatılmak istemediğini savunuyor. Siz ise “Tiyatro ölmez, sanatçı emekli olmaz” diye düşünen sanatçılarımızdansınız. Sanatçının ve halkın tiyatrodan yana kuşkuya düşmesinin asıl nedeni nedir?



- Türkiye’de yıllardır süregelen böyle varsayımlar var. Ben böyle bir kıyaslamaya inanmıyorum. Tiyatrolar tıklım tıklım doluyor. Alternatif tiyatrolar gün geçtikçe artıyor, sahneler hep dolu oluyor. Bunları söyleyenler, bir şeyi beceremeyen, başaramayanlar ve varsayımla geçinenler.



Hem bir tiyatro duayeni hem de bugüne kadar binlerce gencin sanata duyduğu şevki güçlendiren, onları bu yolda destekleyen bir eğitmen olarak gençlere tavsiyeniz nedir?



- Benim gibi vazgeçmesinler. Tiyatroya tutkuyla sarılsınlar ve hiçbir zaman vazgeçmesinler. Geriye bakmayı, dönmeyi, bırakmayı düşünmesinler. Benim de hayatımda çok inişler çıkışlar oldu. Özellikle tiyatro hayatımda sarsıldığım dönemler çok oldu, ama onların hepsini yenerek bir bir üste çıkıp buraya kadar geldim. Bunun sırrı da hiçbir zaman geriye dönmeyi düşünmedim, vazgeçmedim. Onların da hedeflediği yer, benim olduğum yerse, kendilerine inansınlar ve hiçbir koşulda vazgeçmesinler.

Editör: TE Bilisim