RÖPORTAJ: GİZEM YILDIZ

 



Merhaba Birgen Hanım, sizi televizyonda, sevilen dizilerin içerisinde izleme şansımız oldu. Uzun yıllar Londra’da eğitim aldınız. İstanbul’a kesin dönüş mü yaptınız?

- Hiçbir şey kesin olmuyor benim hayatımda. Kesin dönüş diye yola çıkmadım. Şu anda buradayım diyelim.



- Londra’dan buraya dönmek planlanmış bir rota mıydı?



- Hiç planlanmamış bir rotaydı. Sadece Devlet Tiyatrosu’ndan gelen bir teklifle dönüş yaptım. Romeo ve Juliet oyununda Juliet karakterini teklif ettiler, ama benim İstanbul’da yaşadığımı düşünerek bu teklifi yapmışlardı. Londra’da yaşadığımı söyleyince benim biraz üstüne düşünmem gerekti, ama 2 gün düşündükten sonra teklifi kabul ettim.



- Bu biraz bahane olmuş gibi...



- Evet,  döndükten sonra aslında ülkemi ne kadar özlediğimi, seçimimin ne kadar doğru olduğunu gördüm.



- Hala yurtdışında yürüttüğünüz projeler var mı?



- Döndüğüm ilk yıllarda; bilim&sanat projelerinden birine- dünyadaki su rezervlerinin tükenmesine yönelik bir projeydi- araştırma ve onu takip eden ses kayıtlarıyla birlikte çok enteresan bir katılımım olmuştu Türkiyeden. Londra’daki interaktif bir serginin parçası oldu bu çalışma. Şu an için yok ama düşündüğüm girişimlerim olacak.



İki ülkede de eğitim almış, projelerin içinde yer almış biri olarak, Türkiye’deki eğitimlerle, yurtdışında verilen oyunculuk eğitimleri arasında keskin farkları söyler misiniz?



- Bence eğitimler arasında çok büyük farklar yok. Eğitmenler ve oyuncu adaylarının hayatın içinde yetiştirilmeleriyle,  zihinlerinin neye ne  kadar açık olmasıyla alakalı bir farklılık var.. Dünya görüşlerimiz ve kültürlerimiz arasında çok büyük farklar var doğal olarak. Bu da ortaya çıkan eğitimi şekillendiriyor, çünkü bir oyuncunun kendine sınır tanıması aldığı eğitimle birleştiğinde kendinden alabileceği performansı da azaltmış olur. Eğitmenler ülkemizde hayatını sadece o işe adamaktan idame ettiremediği için, dışarıda başka işlere de parçalanmak durumunda kalıyor ve maalesef sonuç olarakta araştırmasını o kadar derin ve geniş yapamamış oluyor. Ülkece dertlerimiz farklı yönlerde anlayacağınız.





Sonradan verilen eğitimler bir oyuncu adayını profesyonel bir oyuncu yapmak için yeterli mi sizce?



- Gayet olabilir. Benim geçmişim tiyatro sahnesi olduğu için bence mutlaka bir tiyatro eğitimi alması gerektiğini düşünüyorum ama televizyondaki tv-dizilerinde rol alabilmek için profesyonel oyuncu ehliyeti almak artık çok gerekli bir şey mi bilemiyorum. Sonuçlara baktığımızda belki de değil, işlerin kalitesine baktığımızda da açıkça zaten her şey ortada.



- Tiyatro için yoğun bir eğitimin gerekli olduğunu mu düşünüyorsunuz?



- Çünkü çok fazla eser var. Antik yunan çağından günümüze kadar birçok eser var. O yazılan eserlerin birkaç haftada yazıldığını düşünmüyorum. Çok değerli yazarların, çok büyük mesajları, dertleri var o eserlerde. Tiyatro çok farklı bir dünya ve bunu anlayabilmen için de iyi bir altyapıya sahip olman gerekiyor.



Yurtdışında eğitim verdiniz mi?



- Küçük bir topluluğa verdim. Londra’nın Dalston mahallesinde, orada doğup büyümüş, gençlerle drama çalışmaları yaptık. Kültür olarak arada kalmış ve sıkışmış bir kesimdi. Çok kısa bir dönem için ders verme imkânım oldu. Bir de yine Londra’da çocuklarla yeni açılan bir sanat merkezinde yaratıcı drama dersleri yapmıştım yine çok kısa bir zaman diliminde..



Sosyal sorumluluk projelerinde geçmiş yıllarda fazlasıyla isminiz geçmiş. Şuan aktif olduğunuz bir dernek veya çalışma var mı?



- Kısa bir zaman önce Hayata Dokun Derneği sokak çocukları için başlattıkları “ Oynar mısın Benimle” sanat projesi için ulaşabildikleri kadar sanatçıya ulaştılar, ben de kendi adıma desteklerimi sunmaya hazır olduğumu söyledim. Hatta yeni sezonda birlikte çalışmaya başlayacağım “Yapıcı Tiyatro” ekibi olarak sokakta yaşayan bu arkadaşlarımız için neler yapabiliriz ve onları nasıl tiyatro sanat dalı ile tanıştırabiliriz diye şimdiden dernek yetkilileri ile konuşuyoruz.   



Bir oyuncu olarak giyindiğiniz karakteri kolayca üzerinizden çıkartabilir misiniz?



- Ben çıkartsam bile bazen o karakter gitmeyebiliyor (gülerek). Mesela Kırgın Çiçekler’deki Banu, 53 bölüm benimle birlikteydi. O kadar çok zaman geçirmişiz ki iki sene içinde dağınık zaman dilimlerinde, tavırlarıyla, konuşmasıyla, nefes alışıyla, giyinme şekliyle o süre içinde benim bir parçam oldu. Yorucu bir süreçti. Çok dramatik sahnelerin çok sık sık yaşandığı, ağır sahnelere can veren bir karakterdi.



Hem televizyon hem tiyatro hem de sinema üçlüsünün arasında hepsinde yer aldınız. Bu üçü arasında sizin için vazgeçilmez olan hangisiydi?



- Zor bir soru. Bütün çocuklarımın hepsini eşit seviyorum (gülerek). Hiç karar veremem, çünkü hiç vazgeçmem gerekmediği için o duyguyu bilmiyorum.



 Televizyon izleyiciyle sinema izleyicisinin kendi arasında ayrıldığına inanıyor musunuz?



- Ortak paydada birleşen bir sayı var, ama hiç televizyon kültürü olmayan, televizyon dizilerini izlemeyen bir grup insan da var ve haftasonları sinemayı sosyal bir aktivite olarak görüp düzenli olarak takip eden bir kesim de var. Sinema farklı bir gelenek. Çok büyük bir perde de izliyorsun. Oraya gitmek için bir emek harcıyorsun. Arkadaşlarınla buluşuyorsun, saçını başını düzeltiyorsun, öncesinde veya sonrasında belki bir şeyler yiyorsun film üzerine konuşuyorsun. Filmin süresi onun için ayırdığın zamanın üçte biri gibi bir şey aslında.



Siz sinemada film izlemeyi sever misiniz?



- Evet. Çok sık gidiyorum sinemaya.



 

- Film ayrımı olarak sevdiğiniz türler nelerdir?



- Dünya sineması daha çok ilgimi çekiyor. Türkiye’de yapılmış filmleri de takip ediyorum. Çok iyi bir komedi seyircisi değilimdir.



İzleyici olarak çok seçici misinizdir?



- Sadece bir izleyici değilim aynı zamanda sektör için de çalıştığımdan işin bir de profesyoneliyim bu durumda bazen çok tercih etmediğim işleri de izlemek durumunda kalabiliyorum.



Gözünüz nasıl bir proje arıyor?



- Türkiye’de binbir farklı insan yapısı var. Gözlerimin aradığı farklı zevklerdeki insanların da isteklerinin karşılanması. Tekdüze, aynı şeylerin yapılmaması. Benim meselem çeşitlilik. Herkesin görmeyi istediği, çeşitli konuların anlatılmasını çok isterim.



Anti kahraman olmayı seviyor musunuz yoksa tesadüf olarak mı size geliyor?



- İlla anti kahraman olsun ya da kahraman olsun gibi bir tercihim olmadı.



- Bir projeye girerken ne ararsınız?



- Televizyondan bahsediyorsak; iyi oyuncularla birlikte olmak, huzurlu çalışabilmek, disiplin içinde çalışmak, yeni bir şeyler öğrenebileceğimi hissetmek en önemlisi. Televizyon için çok fazla projede çalışmadım, ama istikrarla devam eden roller bana verildi. Sağ olsunlar. :)



Türk televizyonların mafya dizilerinin toplumu kötü yönlendirdiğine dair birçok tepki var. Siz de bir mafya dizisinde yer aldınız. Sizce mafya dizileri toplumu kötü mü etkiliyor?



- Her zaman, kötü olanın içinde bir iyilik olduğunu, kötü bir şey anlatılıyorsa oradan bir ders çıkarılması gerektiğini düşündüm. Kötü gibi görünen şeyin, aslında içinde gizli bir iyilik olduğunu düşündüğüm için, ben izleyicinin izlerken neyi almak istiyorsa kendine onu çektiğini düşünüyorum. Televizyonda onu izlemeye devam etmek, izleyicinin tercihi. Çoğunluk izliyorsa demek ki o topluluğun o konularla hala devam eden meseleleri var demektir.



Önünüzde yeni başlayacak bir proje var mı?



- . Geçen yaz taslağını oluşturduğum, yıllardır aslında yöntemleri üzerine pratiğini yaptığım ve Nisan ayında da başladığım ilk kez bir atölye çalışmam var. Projemin ismi “SADE- İçimdeki Oyuncuya Yolculuk” , şu an için oyuncularla birlikte çalışmaya başladım, meditatif hareketleri, müzikle birlikte holistik uygulamaları içeren bir farkındalık atölyesi diyebiliriz.Oyuncularla çalıştığım zaman, oyuncuların nasıl  enerji alanlarını, konsantrasyon ve yaratıcılıklarını daha güçlü kılabileceklerini konuşuyor ve uygulatıyor olacağım. Bir de yeni sezon başında kısmet ederse :) “Yapıcı Tiyatro” ile yeni bir oyun çalışmaya başlayacağız, bize katılıp voltranı oluşturacak dördüncü kişi erkek oyuncumuzu arıyoruz. Keyifli bir komedi oyunu olacak, Türkiye’deki tüm seyirciyle buluşturmayı hedefliyoruz.



Yeni bir film projenizde görünüyor.



- Evet, Saray Bosna Film Festivali’nde ilk gösterimine girecek. “Karınca” ismiyle, Nazif Tunç’un çektiği bir film. Öncelikle festivallerde gösterilecek. Şuan tam olarak vizyon tarihi yok.



Filmin nasıl bir hikayesi var?



- Bir nakliye şoförü var, güneydoğu yolunda önüne çıkan bir genç kıza yardım amaçlı onu İstanbul’a getiriyor. Kızın canlı bomba eylemlerinde kullanılmak üzere, terör örgütü tarafından kullanıldığını çok sonra öğreniyor. Bunu öğrendikten sonra bu kötülüğün içinde kendi payı olduğunu da düşünüyor nakliye şoförü ve bir patlama olmadan onu aldığı yere götürmeye çalışıyor.