Merhaba Yılmaz, Tatar Ramazan dizisiyle seni tanıdık. Şimdi büyük bir heyecanla Akıncı dizisinde seni izliyoruz. Bu rol için Almanya’dan geldiğin doğru mu?

Almanya’da yaşayan Türk asıllı bir oyuncu olarak mesleğimin gerektirdiği gibi dünyanın her yerinde bana uygun olan rol ve projelerde yer alıyorum. Türkiye’de de daha önce Tatar Ramazan ve İftarlık Gazoz gibi çok sevilen dizi ve filmlerde yer aldım. Yine çeşitli proje görüşmeleri oldukça Türkiye’ye gelip gidiyordum ancak bu defa uzun soluklu bir geliş oldu zira Akıncı özelinde Cüneyt olarak geldim ve yaklaşık altı aydır bu role hazırlanıyorum.

Bu rolde seni cezbeden şey neydi? Yılmaz olarak Cüneyt karakterini bana anlatır mısın?

Öncelikle Akıncı projesi senaryo olarak önüme geldiğinde tüm hikayesi ile birlikte ilgimi çekti. Türkiye’de daha önce yapılmamış bir aksiyon kahraman hikayesinin bir parçası olma fikrinin de oldukça heyecanlı olacağını düşündüm. Cüneyt Akıncı’nın peşinde ve bunun sebebini öğrenmek için seyirciyle uzun bir süre gizemli bir ilişki içerisinde olacağız. Tüm bunların dışında ise kişisel olarak aksiyonu çok severim ve Cüneyt karakterinin hemen her sahnede bir aksiyon içerisinde olması da beni en çok cezbeden faktörlerden biriydi diyebilirim.

Cüneyt yüksek kademeli bir asker. Duygularını belli etmeyen, özel hayatını kimseyle paylaşmayan, işini seven, son derece disiplinli, eğitimli, güçlü ve cesur bir adam. Seyirciye yansıtmaya çalıştığım adam bence hiç oturmayı sevmeyen, daima harekette ve savunmada olan bir adam. Her zaman kendi doğrularını peşinde olan, başkalarının fikirlerini pek önemsemeyen, geçmişini silmiş, geleceğine bakan birisi. Onun icin olamaz yoktur. O oldurur. Uyanık davranır. Senden benden hep bir adım önden giden bir asker.

 

Cüneyt karakterine nasıl hazırlanıyorsun?

Evde kendi ekipmanlarımla spor yapıyorum ve düzenli olarak koşuya çıkıyorum. Cüneyt benzeri özeliklere sahip olan tanıdıklarımın davranışlarını gözlemlemeye çalışıyorum. Ben canlandırdığım rollere hazırlanırken karakterleri genelde doğadaki hayvanlarla özdeşleştirmeye çalışırım. O hayvanı bulduğumda, araştırıp hakkında belgeseller izliyorum ve hayvanın vücut dilini, bakışlarını gözlemleyip karakteri yavaş yavaş oturtuyorum.
Cüneyt ise bence tam bir ‘kara panter’ gözü kara, vahşi ve yırtıcı. 

Almanya’da nasıl bir hayatın var?

Oldukça keyifli, güzel bir hayatım var. Berlin’de yaşıyorum ve şehri, arkadaşlarımı çok seviyor ve özlüyorum. Çalışmadığım zamanlarda kendime küçük meşgaleler yaratıyorum. Mesela terasımın yanındaki küçük bahçeye bitkiler ekiyorum biçiyorum. Bisikletimi modifiye ediyorum, bulduğum tahta parçalarını kesip vidalayıp yeni şeyler icat ediyorum. Bende tıpkı Cüneyt gibi boş oturmayı seven biri değilim ☺  Her işi öğrenip bilmeyi severim. Sonuçta oyuncu olarak her birinin bir gün lazım olacağından eminim. 

Almanya kökenli bir Türk olmak nasıl bir duygu? 
Hayatının bazı dönemlerinde bu sorunun karmaşasını yaşadın mı?

Almanya’da da, Türkiye’de de uzun yıllar gurbetçi vatandaşlarımız çok büyük zorluklar yaşadılar, her iki ülkede de kendilerini yabancı hissettiler ancak biz ikinci, üçüncü nesil yetişen çocular olarak kendimizi dünya vatandaşı olarak konumlamayı başardık diye düşünüyorum. Her şeyden önce iki dili de ana dilin olarak öğrenerek büyümek çok büyük bir avantaj. Bu konuda kendimi çok şanslı hissediyorum. Onun dışında iki kültür arasında yaşamak da çok güzel. Akdeniz ülkelerinin ortak özelliği olan sıcak kanlılığı ile Türklere özgü gelenek ve göreneklerimize sahip olmak çok ayrıcalıklı bir şey olmakla beraber Almanya’da aldığım çalışma disiplini beni hayata tam donanımlı hazırladı sanırım.İki kültürün birleşimi karakterime de yansımıştur mutlaka yaşım ilerledikçe ne kadar şanslı olduğumu daha iyi anlıyorum. İşime Türk gibi başlarım ve Alman gibi bitiririm.

Türkiye’de birçok dizide oynadın. Almanya’dan sadece oyunculuk için mi Türkiye’ye dönüyorsun?

Uzun dönemli kaldığım zaman sebebi genelde bir proje için burada olmam oluyor ancak Türkiye’ye ziyaret amaçlı çok sık seyahat ediyorum. Burada da ayrı bir hayat var, ne olursa olsun köklerim burada ve beni çeken şeylerden vazgeçmem mümkün değil. Türkiye’nin çeşitli şehirlerinde yaşayan akrabalarım, çok sevdiğim insanlar, arkadaşlarım ve vazgeçemediğim yemeklerimiz var.

Türkiye’de en çok özlediğin yerler neresi oluyor?

İstanbul’daki kestanecilerin tezgahı ve o koku ülkemi özlediğim zaman ilk aklıma gelen şeylerden biri oluyor. İstanbul’da Avrupa - Anadolu yakası arasında geçen vapur yolculuklarının ruhunu dinlendiren zamanları. Ve Antalya’nın Çıralı sahilinde oturup o olağanüstü yıldız dolu gecelerini izlemek.
 

Almanya’da oyunculuk adına neler yapıyorsun?

Kendimi fiziksel ve psikolojiksel olarak fit tutmaya çalışıyorum. Düzenli olarak sporumu yapıyor ve sağlıklı beslenmeye özen gösteriyorum. Enerjimi ve motivasyonumu yüksek tutmak için sürekli yeni yöntemler araştırıyor ve hayatıma uyguluyorum. Fransızca ve Arapça dilinde kendimi geliştiriyorum. Eğleniyorum ve sağlıma yatırım yapıyorum.

Yılmaz’ın gözünde oyunculuk kelimesinin tanımı, hissettirdiği, aktarmak istediği duygu nedir?

İnsanı anlamak. Insanda olan tüm düşünceler, hareketler, davranış ve psikolojileri ile empati kurabilmek. Onların her birini anlamak. 
 

Oyuncu olmasaydım diye başlayan bir cümlenin devamını nasıl getirirsin?

Oyuncu olmasaydım bu dünyada canım çabuk sıkılırdı :)


14 yaşında ‘Break Dance’a başlamışsın. Dansla ilgili çalışmaların halen devam ediyor mu?

Şu anda profesyonel anlamda etmiyorum ama itiraf etmem gerekirse, evde güzel bir müzik yakaladığımda bu tutkuma karşı gelemiyorum. Beden direk oto pilota bağlıyor ve dans etmeye başlıyorum.

Bir yıldır daha önce hiç yaşamadığımız yeni bir düzene, pandemi sürecinde yaşamaya çalışıyoruz. Senin bu süreçte hayatına eklediğin bir farkındalık cümlen oldu mu?

Uzakta yaşayan sevdiklerimize kavuşamamak, uçağa rahatlıkla binip başka bir ülkeyi gezememek gibi durumlardan dolayı açıkçası bu süreç beni çok etkiledi. Bir de uzun bir süre sonra tekrar İstanbul’a gelip şehri doya doya gezememek, tadını çıkaramamak beni çok üzdü. Hala özlemimi gideremedim. Ablamı mesela 1 yıldır görmemişim, en son onu fark etmiştik telefonda görüntülü görüşürken. “Ne diyelim, sağlık olsun !” deyip telefonu kapatmıştık. Sanırım son bir yılda en çok söylediğim kelime ‘sağlık olsun’ oldu.

Akıncı dizisi babasından miras kalan ülkesini korumak adına hayatını adamış Fatih’i konu alıyor. Böyle güçlü bir görevle Yılmaz karşı karşıya kalsaydı aynı cesareti gösterir miydi?
Ondan daha fazlasını bile üstlenebilirdim. Sadece ülkemizi değil, dünyamızı korumak adına hayatımı adarım. Çünkü yeni bir çağ başladı ve yeni bir anlayışla hareket etmemiz geleceğimiz için oldukça önemli. Bu dünyanın, bu ülkenin, bu şehirin, en büyük yapısından en küçüğüne kadar hepimizin mirası olduğunu ve korumamız gerektiğini düşünüyorum. Büyük bir sorumluluk.
Buna dikkat ve önem veren her insanoğlu benim için bir kahramandır.

Hayatında birden çok dönüm noktası yaşamışsın. Arkana dönüp baktığında keşke dediğin oluyor mu?
Asla keşkelerden bahsetmem. Olması gerekiyormuş oldu... Ders almam gerekiyormuş- aldım. Yoluma devam ediyorum.

Kendine vakit ayırır mısın? En büyük lüksün nedir?

Elbette vakit ayırırım. Ayırmamız da gerekiyor. Her birimiz.
Evde mumları yakarım... Hafif seste bir enstrümental jazz yada piyano müziği açarım. En büyük lüksümdür. Sahip olduğum şeylere şükrederim -bunların başında sağlık ve aileme. 

 

Bugünkü Yılmaz’a “Beş sene sonra Yılmaz’a bir not bırak desem” diye sorsam duygularına hangi kelimeler eşlik eder?

Evrenin, dünyanın, hayvanların ve insanların sana ve senin sevgine ve pozitif enerjine ihtiyacı var. Onlara örnek olmaya, onlara güzel davranmaya ve sonsuz sevgini göstermeye devam et. Ne kadar zorlanırsan zorlan onlar buna değer. Onlara sevgini aşıla ve asla Pes etme. Sana inanıyorum ve güveniyorum. Yılma Yılmaz. Sağlıklı kal.