‘’Rum-Yunan ikilisi, 1963’ten buyana Kıbrıs’ta; ‘Enosis’ adına yaptıkları, sorumlusu oldukları her şeyin bedelini ödemek zorundadır…’

‘’Rum-Yunan ikilisi, 1963’ten buyana Kıbrıs’ta; ‘Enosis’ adına yaptıkları, sorumlusu oldukları her şeyin bedelini ödemek zorundadır…’’
Kıbrıs denildiği zaman 1878 yılından beri hiç bitmeyen, hiç eksilmeyen sorunların yaşandığı bir ada parçasıdır ilk akla gelen!
Bulunduğu coğrafya itibariyle, ülkemizi jeostratejik, ekonomik ve politik yönden birinci dereceden etkileyen bir konuma sahip olan bu ada parçasında, son 60 yıldan beri yaşananlara baktığımızda; bedel ödeyen taraf daima Kıbrıs Türk Halkı ve Anavatanı Türkiye olmuştur. Ödeten ise Rum-Yunan ikilisi ve ardında ki bilinen güçler!
Kıbrıs adasında, 307 yıllık hâkimiyetimizin ardından, Ata yadigârı bu vatan topraklarının serdarlığını yaparak, o coğrafyada Türk Milletinin bir parçası olarak yaşayabilmenin mücadelesini veren Kıbrıs Türk Halkının; vatan belledikleri topraklar için ödemiş olduğu bedelleri şöyle bir hatırlayalım:
Kıbrıs Türk Halkı; 50’li yıllarda, adada ki var oluş mücadelesinde; İngiliz’in, Rum’un her türlü ambargosuna, yaşam hakkının gasp edilmesine göğüs germiş, hiçbir neden yokken sadece Türk oldukları için Rumlarca katledilmesinin acısını yaşayarak, tüm bunların bedelini; kanı, canı, malıyla ödeyerek 60’lı yıllara gelmiştir.
1960 yılında kurulan Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyetinin iki anayasal kurucu ortağından birisi olan Kıbrıs Türk Halkı, uluslararası camianın da onaylamış olduğu yasal statüsüne rağmen; yine Rum-Yunan ikilisinin yattığı hukuk tanımazlık sonucunda; 1963 yılında, bu ortaklıktan zorla atılmıştır. O dönemde bir gece içerisinde, Rumların gerçekleştirdiği 103 Türk köyünün yakılıp yıkılması sonucunda yaşanan göçler, yüzlerce insanımızın hunharca katledilmesiyle yaratılan insanlık suçları tarih sayfalarında yerini almıştır. Tarih sayfalarında, bu acımasızlıkların sesi hala duyulmaktadır…
Rumların, Akritas isimli planla uygulamak istedikleri, hedefinde Kıbrıs Türk Halkının topluca öldürülmek istenmesi olan bu insanlık ayıbı, bir ‘’soykırım’’ olayıdır ve suçtur. Bu suçu işleyenler, uluslararası mahkemelerde yargılanmalıdırlar. Anavatan Türkiye’nin müdahalesi olmasa, Rum’lar tarafından bu ‘’insan kasaplığı da’’ gerçekleştirilecekti!
Kıbrıs Türk Halkı o yıllarda Rum’un yaşattığı acımasızlıkların bedelini; hem canı, hem de malı ile ödemiştir.
15 Temmuz 1974 tarihinde, Yunanistan’daki cunta yönetiminin de desteğiyle, Kıbrıs Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanlığı görevinde olan Makarios’a karşı gerçekleştirilen darbe sonucunda; adada yaşanan iç kargaşa sonrasında yönetime el koyan E.O.K.A katili Nikos Samson canisi, hedefini Kıbrıs Türk’ünün adadan yok edilmesi olarak açıklamıştır..!
Bu hedefin nasıl uygulandığı da, 20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında ortaya çıkarılan, kardeşlerimizin topluca katledildikleri katliam çukurları ile ispatlanmıştır. Bu dönemde de bedel ödeyen Kıbrıs Türk Halkıdır…
24 Nisan 2004 Annan Planı referandumu öncesinde yaşananları, kimileri hala duymazdan, ya da görmezden gelmeye devam etse de! O dönemde yaşananları sağır sultan dahi duymuş, görmeyen gözler bile tanıklık etmiştir!
Bu tuzak plan öncesinde; Kıbrıs Türk Halkına vaat edilenler, yaşatılan/yaşanan ayıplar, çok iyi bilinmektedir. Kıbrıs Türk Halkı, AB tarafından kendisine önerilen her hususu yerine getirmesine rağmen, AB’nin dışında bırakılarak bedel ödeyen taraf olmuştur...
Sonrası ise malumdur! Kıbrıs Türk Halkı, hala Rum-Yunan ikilisinin, ardında ki malum güçlerin türlü oyunları ile ambargolarla süren bir hayat yaşamaktadır. Yani Kıbrıs Türk Halkı hala bedel ödemeye devam etmektedir…
Mayıs 2008’den beri taraflar arasında devam eden müzakerelerin hedefinde, sözde bir anlaşma vardır. O tarihten bugüne 7 yıl geçmiş; anlaşmaya varmak adına pek çok konu başlığı görüşülmüş ama henüz bir sonuç alınamamıştır! Her yıl Türkiye’nin AB ile yürütmekte olduğu müzakerelerin ilerleme raporları açıklanmaktadır!
Her rapor öncesinde; ‘yeni açılım adımları’ atılmaktadır! Amaç; Rum tarafından gereken yanıt alınmasa da, bir an önce çözüme ulaşmaktır. Yani Rumlardan bir adım önde olmaktır!
Son dönemde, yazılı ve görsel basınımızdan öğrenebildiğimiz kadarıyla bu ‘açılımlı adımlardan’ en önemli olanı, Kıbrıs’ta hedeflenen çözümün en kritik başlığı olan ‘mülkiyet’ konusunda atılan adımdır!
Hayati öneme haiz bu konuda, anlaşılan o dur ki, bu son açılımın içerisinde saklı olan yegâne şey; Kıbrıs Türk Halkının 41 yıldır kullanmakta olduğu toprağı, malı ve mülkü için yeniden bir tazminat ödeyecek olmasıdır! Hem de K.K.T.C’nin eş değer mal yasası uyarınca kendilerinde mevcut tapulara rağmen!
Bu yeni bir bedel ödeme değil de nedir?
Sanki 1963 yılında Rum’un acımasızca uygulamalarıyla, toprağından, evinden ve malından vazgeçerek göç etmek zorunda kalan Kıbrıs Türk Halkının o dönemde ödediği bedel yetmemiş gibi!
Sanki 1974’te adada neredeyse yok edilmek istenen Kıbrıs Türk Halkı o dönemin bedelini ödememiş gibi!
Sanki Kıbrıs Türk Halkı, 32 yıldan beri yaşatmış olduğu K.K.T.C’nin bedelini kanı ve canı ile ödememiş gibi!
Pekiyi Güney Kıbrıs’ta 60’lı yıllarda Rumlara terk edilmek zorunda kalınan Kıbrıs Türk’ünün toprağının, mal ve mülkünün hesabı nasıl yapılacaktır?
Hangi güncel kıstas esas alınacaktır, Rum tarafının beş para etmez değer ölçüleri mi? Yoksa terk edilen toprakların, mal ve mülklerin bu günkü değer ölçüsü mü?
Sadece bu mu?
Ya o dönemde katledilen insanlarımızın manevi tazminatları Rumlardan istenmeyecek midir? Kurucu ortağı olduğu 1960 Kıbrıs Cumhuriyetinden Rumlar tarafından silah zoruyla dışlanan Kıbrıs Türk’ünün o dönemden beri hakkı olan, adaya yapılan dış yatırım desteğinden kendi payına düşen ekonomik değerlerin hesabı sorulmayacak mıdır?
Ya Osmanlı Vakıflarının tarihsel ve hukuksal mirasının hesabı ne olacaktır? İki de bir Maraş konusunu gündeme getirerek, bu bölgenin kullanım hakkını talep eden Rum liderine; burası bize ait vakıf malımızdır neden denilmemektedir?
Bu uluslararası haklılığımız, BM ve AB’nin önünde neden savunulmamaktadır?
41 yıldan beri adada barış vardır. Kıbrıs adasında ki barışın yegâne teminatı T.C ve Türk Askeridir. Bu barışı korumak adına 1974 yılından beri Türk Milleti de bedel ödemiş ve ödemeye devam etmektedir.
Ancak ödenen bu bedelin karşılığında Kıbrıs Türk Halkının varlığı, özgürce yaşam hakkı sağlanmıştır. Şehitler vererek göndere çekilmiş olan ve bugün nazlı, nazlı dalgalanan Ay Yıldızlı Bayraklarımız; ödenen bu bedelin simgesi, şanlı tarihimizin gururu, onuru olmuştur.
Günümüzde Türk askerini ve Türkiye’nin garantörlüğünü istemeyen Rum-Yunan ikilisinden ödenen bu bedelin karşılığı da misli ile talep edilmelidir.
Yukarıda belirtmiş olduğum gerçekler çerçevesinde, 50’li yıllardan beri daima bedel ödeyen taraf olan Kıbrıs Türk Halkının, Anavatanı Türkiye’nin yöneticilerinin, Rum- Yunan ikilisine şu soruyu sorması zamanı gelmemiş midir?
‘’ Adada dili, dini, örf ve gelenekleri farklı iki ayrı halkın varlığını kabul ediyor musunuz? Rum Ulusal Konseyinin ve Kilisenizin hedef gösterdiği ve göreve gelen her yeni Rum Liderinin, devir teslim töreninde yapmış olduğu yemin metninde var olan: ‘’ Anavatan Yunanistan’a ‘’ bağlanmak için var güç ile çalışılması andından, yani Enosis’den vazgeçecek misiniz? Yıllardan beri, Kıbrıs Türk Halkına yaptıklarınızın bedelini ödeyecek misiniz? ‘’
Sonuç olarak, Kıbrıs Türk Halkının ve Türk Milletinin, Kıbrıs konusunun tarihi akışı içerisinde ödemiş olduğu bunca bedel ortada dururken, Rum- Yunan ikilisinin ödeyeceği bedelin ne olduğunu sormak hakkımız değil midir?