Aziz Nesin bir şiirinde haykırırcasına şöyle söyler; 

“Öyle bir ağlasam
Öyle bir ağlasam çocuklar
Size hiç gözyaşı kalmasa.

Öyle bir aç kalsam
Öyle bir aç kalsam çocuklar
Size hiç açlık kalmasa.

Öyle bir ölsem
Öyle bir ölsem çocuklar
Size hiç ölüm kalmasa”

Ölüm ve çocuk kelimeleri aynı cümlenin içine girince hayat ne kadar da kötü bir yer oluyor. Çocuklarımız, büyük umutlarla, emeklerle, hayallerle beklediğimiz, doğunca da üzerine titrediğimiz, emeklerken düşmesin diye yere çarşaflar serdiğimiz, düşüp dizlerini kanattığında aynı yerden kanadığımız, bedenimizle var edip, ellerimizle büyütüp, kalbimizle sevdiğimiz çocuklarımız. Sonra bir gün bir şey oluyor, biri geliyor, uykusunda sevip de uyandırmaya kıyamadığımız çocuklarımızı bizden alıveriyor. 

Dünyanın bir düzeni var. İnsanlar doğar; büyür, ölür. Peki ya hiç büyüyemeyenler, hiç çocuk olamayanlar, hiç dizinde bisiklet yarası olmayanlar, hiç ailesinden bir tebessüm görmeyenler. İşte ben en çok buna üzülüyorum; o düzenin içinde büyüyemeden ölenlere…

Geçtiğimiz günlerde kaybolan Arda Yurtseven polisler tarafından Aydos Ormanı'nda ağaçta asılı bir şekilde bulundu. Arda’nın ölüm haberini aldığımda saatlerce kendime gelemedim. Defalarca kendime söylediğim bir cümle vardı; Henüz 16 yaşındaydı. 16 yaşında… Yaşatamadığı hayalleriyle birlikte son nefesini verdi. 16 yaşında bir çocuğun bisikletini alıp, bir ormana gidip, orada kendini asması intihar bile olsa her türlü cinayettir. Hayatının baharında, ne yaşadı da yaşamayı değil ölmeyi seçti? Yeni doğacak bir günün umudunu değil de kara toprağa girmeyi seçti. 

Sosyal medyada yazılanlar arasında Mavi Balina oyununun intiharına sebebiyet verdiği düşünülüyordu. Bu oyun, Rusya'da ilk kez araştırmacı bir gazetecinin 12 yaşındaki bir kız çocuğunun intiharının ardından yaptığı araştırma sonucunda ortaya çıkarıldı. 50 günde bitirilen bir oyun. Her gün farklı komutlar veriliyor ve en son komut “yüksekten atlayarak veya kendini asarak” intihar etmesi. Sosyal medyada Arda’nın da bu oyunun kurbanlarından biri olduğu yazıldı. 

Son olarak Arda’nın dayısı Ali Kaya “Sosyal medyada öyle söyleniyor biz de oradan duyuyoruz. Henüz araştırma sonuçları elimize geçmedi. Elimizde öyle bir kanıt yok. Evdeyken oyun oynama gibi bir durumu yoktu. Öyle bir şey var mı yok mu bilemiyoruz?” diye açıklama yaptı. Ayrıca Arda’nın son günlerde çok da durgun olduğunu söylemiş. Benim bu açıklamalarda okurken sürekli takıldığım bir cümle var. “Evdeyken oyun oynama gibi bir durumu yoktu” 16 yaşında bir çocuğun kendi evinde oyun oynamak gibi bir durumu yok muydu?

Tabi ki bunu Mavi Balina adıyla binlerce çocuğun ölümüne sebebiyet veren iğrenç bir oyun için söylemiyorum. Çocuklar oyun oynar, ders çalışır, gezer, arkadaşlarıyla eğlenir, televizyon izler, sinemaya gider, tiyatroya gider. Çocuksan yarının endişesini taşımazsın, sadece çocuk olursun. Arda’nın ruhundaki çocuk neden onu bu kadar erken terk etti? İşte bu soru araştırılmalı. Arda gibi binlerce, hatta milyonlarca çocuğun, cümlenin başındaki “çocuk” kelimesini doya doya yaşayabilmesi için, yarını düşünmeden uyuyabilmesi için, arkadaşlarıyla eğlenip, güzel anları paylaşabilmek için, hiçbir şeyin ciddi olmadığı şu evrende sadece bugünü yaşayabilmeleri için, kalplerinin bir köşelerini hep çocuk bırakabilmeleri için Arda’nın, Arda gibi çaresizliğin içinde ölümü bir çare gibi gören çocukların ölümünün araştırılması gerekiyor…

Bir gün çocuklar sadece çocuk olarak kalabildiğinde, insanlar da sadece insan olmayı öğrenebildiklerinde dünyanın kaybolmuş bütün parçaları birleşecek ve işte o zaman, ancak o zaman puzzle tamamlanacak, dünya adaletli bir yer olabilecek.