Geçtiğimiz hafta Alman yapımı “Sahte” isimli  animasyon bir kısa film izledim. Eleştirel yapıda olan mutlaka izlenmesi gerektiğini

Geçtiğimiz hafta Alman yapımı “Sahte” isimli  animasyon bir kısa film izledim. Eleştirel yapıda olan mutlaka izlenmesi gerektiğini düşündüğüm filmde bir kadın ve bir neşter vardı sadece. Filmin başlangıcında kumral ve hafif toplu, omuz hizasında saçları olan bir kadına defalarca uygulanan; neşterli, iğneli operasyonların son sahnesi izleyenin üzerinde soğuk duş etkisi bırakıyordu. Neticede; beynine enjekte edilen bir sıvıyla, pembe renk alan beyni ile sürekli safça tebessüm eden kadın, filmin sonunda, annelik niteliğini de kaybediyordu.
Geçmiş yıllarda gazetelerde şöyle bir haber görmüş, hastalıklı bir ruh halini yansıtan bir fotoğrafla karşılaşmıştım. Haber şuydu; ABD’nin, Ohaio eyaletinde yaşayan bir kadın, sayısız ameliyat geçirerek 1 milyon TL’ye denk gelen bir para harcamış ve 3-6 yaş aralığındaki kız çocuklarının çok severek oynadığı, uzun platin sarısı saç renkli, sıfır bedenli, ince ve uzun bacaklı, büyük göğüslü oyuncak bebek Barbie’ye benzemeye çalışmıştı. Bu uğurda bacakları kibrit çöpünden hallice, beliyse hiçbir Allah vergisi canlının sahip olamayacağı anormallikte incelikte bir hal almıştı. Dudakları normalin üç katı şişirilmişti. Bu görüntü hiçbir estetik ve güzellik anlayışı kavramı içerisinde değerlendirilemeyecek, plastik bir kabus olarak değerlendirilebilirdi.
Normal bir ruh haline sahip olan hiçbir insanının kendini sayısız neşter müdahalesiyle bu hale getirmeyi düşlemesi mümkün değildir. Konuyu biraz daha araştırmaya başlayınca Barbie’nin, yakışıklı plastik oyuncak sevgilisi Ken’e benzemek için 90 kez ameliyat olan erkek haberlerini bile gördüm.
Bu hastalıklı hayranlıkları ve standart dışı görüntüleriyle bir vaka olarak değerlendirilebilecek insanların sayılarının çokluğu karşısında ki şaşkınlığımı ve Alman yapımı eleştirel kısa filmin şokunu henüz atamamışken bahsettiğim konuyla ilgili sohbet ettiğim; Tarih öğretmeni olan, İstanbul’da Özel bir üniversitede Akademisyen olarak çalışan sevgili dostumun şu cümlesiyle meselenin ciddiyetinin farkına vardım …
“Günümüzde ideal olan güzellik anlayışı, Barbie bebek gibi olmak’’..
Doğal ve sade güzellik anlayışını “demode” bulan ve Paris Hilton’u, Barbie’yi taklit eden, bunlara öykünen yerli ve mesleksiz sadece ismi olan şöhretleri neden milyonlar takip ediyor sence? Evinden kaçmış, liseyi bile bitirememiş ve 2o’li yaşlarında defalarca estetik ameliyat olmuş, Androjen bir güzellik örneği veren beyaz platin saçlı, mavi lensli bir kız farklı, kaliteli, ve marjinal yeni bir güzellik ikonu örneği olarak bu neslin güzellik ve moda ikonu nasıl olabiliyor?
Günümüzde pek çok genç hanımefendi, gerek konuşmaları, gerek görüntüleri ile benzemeye çalıştıkları hayranlık duydukları şöhretlerin davranışlarıyla varlıklarını anlamlandırıyor gibiler. Plastik ameliyat ürünü ve pazarlama harikası olan mesleksiz, niteliksiz “güzellik” onların yeni ikonları.
Peki Kim bu insanlar? Ne iş yapıyorlar? Ya bir futbolcunun blumik görüntülü, sıfır beden, Türkçe’yi sonradan öğrenmiş gibi aksanlı konuşan fakat aslında nereyse hiç İngilizce bilmeyen, evlilikle voleyi bulmuş, absürd kıyafetleri ile farklı olduğu düşündürülen yerli veya yabancı eşleri.
Kim Kardashian isimli ABD’nin, TV kanalarınca “yaşamı” dünyaya pazarlanan Reality Show yıldızları. Paris Hilton veya kıyafet yarışmalarıyla ünlü olan, giyim firmalarının sponsorluklarını yaptığı kızlar… Bu sabun köpüğü şöhrete sahip isimleri en çok İnstagram sayfalarından takip ediyorlar. Sansasyon haberlere, aldatma ve yakalanma ilişkilerine malzeme olmuş, bir jet ile Umreye giden, kesmek üzere aldıkları kurbanlık koça Nazlı adını verip, bu koçla çekildikleri fotoğraflarını instagram sayfalarında paylaşan isimlerin takipçi sayıları milyonları aşıyor.
Gençler onlara hayranlık dolu mesajlar gönderiyor. Onu eleştirenlerle hakaret ediyor. Bu şöhretler adına Fan sayfaları açıyorlar. Karadeniz’in, Anadolu’nun herhangi bir yerinde yaşayan köyünden, kasabasından değil, evinden burnunun ucunu izinsiz çıkaramayan bu genç kızlar televizyon izdivaç programlarında gördükleri içi boş şöhretlere; sıklıkla (Yazı aşamasında taradığım, neredeyse tüm hesaplarda gördüğüm, yaygın olan şu üslupla) “seni çok seviyorum, ablam’’ diye başlayan mesajlar gönderiyorlar. Gerçek şu ki; Yaşamı boyunca doğduğu kasaba ve onun çevresi dışında dünyayı görmemiş, tahsilini yarım bırakmış, televizyon ve sosyal medya aracılığı ile tanıdığı, gördüğü, seçtiği, izlediği bu isimler aracılığı ile sosyalleşiyorlar. Beğeni ve fikir beyan ediyor, kıyafet, gelinlik vs… eşya yardımı almak veya tanışmak istiyorlar.
Onlara, kendi güzelliklerinden ve dejenere hayatlarından yalancı bir ışık yayan bu sözde yıldızlarla benliklerini içselleştiriyorlar. Hele bu balon, öpücük yaptığı Hyoluronik asitle şişirilmiş dudaklarını büzüp, şımarık bir “canım, Thank’s” filan diye bir yanıt verdiyse garibimin ona karşı duyduğu hayranlık daha da sıkı bir fanatizme dönüşüyor…
Hazin…
Kimi kasabalarında ki evlerinden, telefonun tuşları aracılığı ile izliyor onları. Kimi kentin Varoş mahallelerinde ki yoksul evlerinin şiddet ve sevgisizlik dolu dar odalarından… Kimi, görece iyi şartlara sahip olan ailesinin meslek sahibi olsun diyerek onu, gönderdiği özel okulun içindeki Amerikan kahve zincirinden aldığı, tüm gün zayıf kalmak ve az yemek yemek için tükettiği kahvenin yarenlik ettiği sohbet masalarından. Kimi daha 18 yaşında olmasına rağmen, defalarca platin sarısına boyattığı için yanan, kopan saç tellerine kaynak saç taktırdığı kuaför salonundan. Takip ediyorlar onları…
Bir zamanlar gerçekten hem güzel, hem asil, hem hanımefendi, hem cesur, hem donanımlı üstelik yüzde yüz katıksız olan, gerçek kadınlar vardı. Hiç kartışmasız bir Gülşen Bubikoğlu güzelliğine olan beğenimiz hayranlığımız vardı. Kirpikleri kaşlarına değen Sultan Türkan Şoray’ın güzelliğine hayranlık tartışılmazdı.
Audrey Hepburn’den, Sophia Loren’e uzanan güçlü, gerçek ve karizmatik bir güzelliğin öncüsüydü onlar. Yeni nesilde doğal, neştersiz duru bir güzellikleri olduğu gibi, yaşama karşıda sağlam bir duruşları olan şöhretli kadınlar sayıları az olsa da var… Bergüzar Korel, Fahriye Evcen, Beren Saat, Arzum Onan gibi…
Dünyanın pazarlama ve medya baronlarının, yarışma formatı sahiplerinin ülkemizde ve dünyada ki gençlerin hem yaşam biçimi hem de sahte estetik ve güzellik anlayışına sahip şöhretler aracılığı ile algılarıyla oynanması gerçek yaşamda arabesk bir hikayenin acıklı sonları ile bitebiliyor….
Sıfır beden güzellik ikonu Kate Moss kokain alemlerinde defalarca yakalanırken, teselliyi oğlunun 19 yaşındaki arkadaşının kollarında arıyor. Ona benzemek için yanıp tutuştuğunuz Kardeshian kardeşler, Vanity Fair dergisine kapak olan, 60 yaşından sonra trans kadın olmaya karar veren babalarının bu kararını tüm dünya önünde normalize ediyorlar.
Paris Hilton internete düşen seks videolarını temizlemeye çalışırken; şöhret dünyası AIDS, kokain ve altın vuruşlara karşı mücadele veriyor.
Bizdeyse; Ayşe köyünden, Selin kampüsünden bu sahte dünyanın bizim toplumumuzdaki “Fake” (Sahte taklitlerine) öykünüyor. Taklit ediyor. Kızlarımız yaşamda başarılı olan gerçek kadınların izdivaç ve moda yarışmaları, magazin sansasyonlarından değil çıkamayacağını idrak etmeli. Sadelik, eğitim, zarif davranışlar, tavırlar, ses tonu, kendini ifade ediş şekli, şıklık, tevazu ve temiz bir gülümseyişten güven duygusundan geçer gerçek başarı ve güzellik serüveni. Kitap, gazete, dergi vs… yayınları okumak yerine; Hayatı diziler, yarışmalar, izdivaç ve sabah yayınlanan Reality Show ’lardan takip eden bir nesil körleşir, köhneleşir, gelişmez, geliştirmez. İyi, güzel, doğru, gerçek ve işe yarar olanı anlatmak, öğretmek hepimizin görevi… Bu yüzden bazen can sıkıcı ve boş nasihatler veren ablalar konumunda değerlendirilebileceğimiz pahasına da olsa…
Haftaya yeni bir Perşembe yazısında görüşünceye dek Sevgiyle…..
YAZ BİR KENARA LAZIM OLUR…
Eğer güzel gözlerin olmasını istiyorsan, İnsanlara iyilikle bak.
Eğer saçların güzel olsun istiyorsan,
Bırak çocuklar elerini geçirsin saçlarından.
İnce bir bedense isteğin,Ekmeğini açlarla bölüş.
Ve güzel dudaklara sahip olmak için,
Sadece güzel sözler söyle..
Audrey Hepburn