Yıllardır şehirlere dair her ne varsa derleyip toparlamak gerektiğine inanırım. Aynı düşünce hala içimi kemirmeye devam ediyor.

Bir şehrin kadim bir şehir olması onun elan tarihi bir şehir vasfını devam ettirdi halde gelecekte de aynı şekilde kalacağı anlamına gelmiyor. Bunun pek çok örnekleri vardır dünyada. Buhara, Semerkant, Horasan, Bağdat, Şam, Bursa, Manisa… 

Kısacası değişik işgal ve yağmalara maruz kalan yıkılmış yakılmış, yağmalanmış şehirlerin dünü ile bu günü arasında derin farklılıklar vardır. İşgal ve savaş dönemlerinde, dış kaynaklı müdahalelerde insanların bireysel anlamda yapabileceği çok fazla katkı yoktur belki şehirlerine. Ancak normal şartlarda, modern şehirlerin-modern insanlar tarafından kurulduğu söylenen şehirlerin- geçmişleriyle olan güçlü bağları o şehirde yaşayan insanlar kadar şehirlerin de değerlerini arttırıcı özelliğe sahiptir. 

Turizmden tarihi ve kültürel hayatın, sanatın canlılığına; sağlıktan depremlere karşı dayanıklı mimariye varıncaya kadar pek çok alanda tarihi şehirlerin korunmasının önemi tartışılamaz. Günümüz inanının bu gerçeği görmesi gerekir.

Milano, Prag, Buhara, Semerkant, Üsküp… Paris. Geçmişle bu günü kucaklayan ve geleceğe koşan bazı şehirleri sıraladığımızda o şehirlerin aslında birer kültür, turizm, sanat ve cazibe merkezi olduğunu da hatırlarız.

Bazı durumlarda da şehirler şehirde oturan insanlar tarafından iyi niyetli hamlelerle ve sözüm ona modern şehircilik adına yıkılırlar! Osmanlı bakiyesi olmakla gurur duyulan ülkemde birçok şehir bu çarpık anlayıştan nasibini fazlasıyla almıştır. İstanbul başta olmak üzere Osmanlı medeniyetinin derin izlerini taşıyan şehirlerin pek çoğu Cumhuriyet sonrası modern planlama ve modern insanın yaşayabileceği şekilde yeniden dizayn edilmiştir!

Bu anlamda ‘Şehzade Şehir’ olarak ta ifade edilen Manisa’da modern mimari ve şehircilik anlayışından nasibini fazlasıyla alan şehirlerin başında gelmektedir. Öyle ki kartpostallarda görebildiğimiz birçok tarihi eser daha dün diyebileceğimiz zamanlarda yıkılmış yerlerine modern hapishaneler kurulmuştur!

Evliya Çelebi’ye çok şey borçlu olduğumuz aşikâr. Gittiği, gezdiği yerleri cümlelerle adeta krokisini, planını, kimliğini çıkarmıştır sağ olsun. Çelebinin anlattığı mesela Şehzade Şehirle bu günün Manisa’sı,  o günün Bursa’sı, Erzurum’u, Ankara’sı… Arasında dağlar kadar fark vardır. Hatta dedelerimizin anlattığı şehirlerle bu günün şehirleri arasında derin uçurumlar vardır.

Bizce şehirlerin her geçen gün özünden uzaklaştırılması ve bunun bir plan dâhilinde yapılması bir inşa ve bir zihniyet meselesidir. Geçmiş yenilgilerin, yıkımın, yokluğun, ıstırapların acısı tarihten, mimari ve kültürden çıkarılamaz! 

Şehirlerimize dair korkulanlar başa gelmiş ve şehirler baştan aşağıya yıkılmış, yakılmış talan edilmiş; 1960’lara kadar gelebilen muhteşem tarihi eserler bazen yenileme bahaneleriyle bazen de “ihtiyaca cevap vermiyor, yıkıp yenisini yapalım” gibi sakat bir anlayışla ortadan kaldırılmıştır!

Bu günden sonra hayıflanmak yersizdir. Bu güne kadar gelebilen elimizde her ne varsa mevcutları koruma adına belediye, valilik, sivil toplum kuruluşları, vakıflar… Elinden gelen gayreti göstermek zorundadır. Tarih bu görevi başta bu kurumlar ve yöneticiler olmak üzere herkese vermiştir.