Türk Milleti tarih sahnesinde görüldüğü günden bu güne kadar hep güzel hayatı yaşamaya devam etmiş ayrıca ilişkide olduğu komşularına da bu gü

Türk Milleti tarih sahnesinde görüldüğü günden bu güne kadar hep güzel hayatı yaşamaya devam etmiş ayrıca ilişkide olduğu komşularına da bu güzelliği yaşatmak için çalışmıştır. Yani gerek dostları gerekse düşmanı ile olsa bile her türlü ilişkilerinde yardımlaşmayı, doğru olmayı, doğruyu söylemeyi ilke edinmiştir. Bu ilkesinden ne kadar kararlı olduğunu göstermek için ise en kutsalı olan “Allah” adını anarak güven vermiştir. İşte bu barışçıl ve ilkeli duruşu sayesinde binyıldır gerek dostları gerekse düşmanları tarafından da takdir edilmiş ve övülmüştür. Temennim o dur ki; genç nesiller atalarının güzel hasletlerini örnek alarak dün olduğu gibi bugün de doğru ve yalansız bir hayat yaşasınlar. “İstanbul’un İsveç elçiliğinde çok uzun zaman çalışan Ermeni asıllı M.de M. DOhsson, III. Selim devri Türk devletini ve Türk Milleti’ni son derece iyi incelemiş, “XVIII. Yüzyıl Türkiye’sinde Örf ve Adetler” adıyla 7 ciltlik bir eser yazmıştır. Bu arada yazarın çok iyi Türkçe bildiğini de ilâve etmek yerinde olur. D'Ohsson'un en büyük özelliklerinden biri, birçok Batılı yazarın aksine Türkler ve Müslümanlar hakkında peşin hükümleri olmaması, güzel duygular beslememesidir. Bu sayede, bu büyük eserini tam objektif bir görüşle ortaya koymayı başarmıştır. Türk Milleti için övgüler dizerek şöyle der: “Müslümanlar verdikleri söze ve yeminlerine sadıktır. Yemin ederken de yine Allah'ın adını anarlar. Kullandıkları yemin sözü “Vallahi'dir”. Bunu daha kuvvetlendirmek için “Billâhi,” daha da kuvvetlendirmek için “Tallahi” diye de ilâve ettikleri olur. Ayrıca din ve Kur'ân üzerine de yemin edilir. O zaman “Dinim hakkı için” yahut “Kur'ân hakkı için” derler. Bunlardan başka, kendi ruhlarına, başlarına, çocuklarının başına ve kendileri için en sevgili olan varlıkların başına yemin ederler. Birçokları da cetlerinin ruhları üzerine yemin eder, “ceddimin ruhu için” der. Hükümdarlar da bu şekilde yemin eder, bir ittifak anlaşması imzaladığı zaman, yahut halkın huzurunu kaçıran, kanuna karşı gelen kimseleri cezalandıracaklarını bildirdikleri zaman böyle yemin ederler. Aynı sözler, teminat vermek için bir nevi rica ve yalvarma olarak da kullanılır. Yüksek rütbeli bir memura, bir subaya yahut âmirine mi hitap ediliyor: “Başınız için...” Yahut “Çocuklarınızın başı için” denir. Aynı hitap cuma selâmlığında, camiye gidişi sırasında, padişaha karşı da yapılır. Mütedeyyin müminler Allah'ın adını fazla söylememeye ve hele hiddetli oldukları zaman hiç söylememe ye bilhassa dikkat ederler. Eğer böyle bir şey yaparlarsa o zaman kendilerine yine şeriatın emrettiği cezayı verirler. Bu da on fakiri tepeden tırnağa giydirmek veya bir gün doyurmak yahut bir köle Azad etmektir. Bozulan bir yeminde Allah'ın adı kaç defa anılmışsa, cezayı da o kadar tekrar etmesi gerekir. Eğer yeminde kullanılan söz iman, Kâbe, Mekke, camiler vs. ise, o zaman yeminini bozanın ayrıca iman tazelemesi, nikâhını yenilemesi gerekir. Şeyhülislâm Efendi, eğer yemin padişahın emirnamesi, kanunlar, kendi şahsı yahut bir ölünün hatırasıyla ilgiliyse, o zaman bu gibi kimselerin hâkim karşısına çıkarılarak ayrıca ceza verilmesi gerektiğini de belirtir. Rumlar da, Müslümanlar kadar çok yemin eder. Kadınlar, erkekler ve çocukların günde yüz defa Allah'ın adını andıklarım duymak insanı şaşırtır. Ancak onların yeminleri bayağıdır ve dinle pek alâkalı değildir Ma-ton-teo, (Allah için), Stin Psitimu (imanım için), Stin Psikhimu (ruhum için) yeminleri en sık duyulan yeminlerdir. Müslümanlığın “kulluk etme inancını” nasıl anladığı hususunda bir fikir sahibi olabilmek için, her şeyden önce Kur’an’ı ve din hakkında yazılmış eski kitapları okumak gerekir. Onların yaptığı telkinlerin ilham ettiği duygular, bütün Müslümanlarla iman ile birleşir. Hatta Müslümanlık kurallarını gerektiği gibi yerine getirmeyenler bile Allah'a kayıtsız şartsız inanır, onun kaadir-i mutlak olduğunu kabul ederler. Bu bakımdan bütün Müslümanlar Allah'ın adını çok özel bir hürmetle ağzına alır. Ama yine de çok sık kullanırlar. Allah sözü Müslümanlar’ın ağzından düşmez. Fevkalâde bir hadiseyi mi öğrendiler hemen: “Allah!” derler. Çok şaşacak bir şey mi oldu? Bu defa: “Allah, Allah!” derler. Bir şey yapmayı mı tasarlıyorlar “inşAllah” derler. Beğendikleri bir şey mi var? O zaman da “Maşallah” derler. Hele inşAllah ve MaşAllah'ı günde sayısız defa duyarsınız. MaşAllah, aynı zamanda sevilen, beğenilen şeyin kem gözlerden korunması isteğini dile getirir. Savaşa mı gidiliyor, bir yere mi hücum ediliyor? Yine “Allah! Allah!.. Allah! Allah!.” diye bağırırlar. Allah'ın adını almadan ellerine kalemi almaz, Allah'ın adını anmadan yazıya başlamazlar. Her yazıda, her mektupta daima Allah'a sığınılır, Allah'tan yardım istenir. Eğer, hayatta bulunan bir kimseden bahsediliyorsa: “Allah selâmet versin” denir. Eğer bahsedilen kimse ölmüş biriyse: “Allah rahmet eylesin” derler. Aynı ruhu her türlü kitabelerde, emirlerde, hükümdar fermanlarında bulmak mümkündür. Kısacası bu ülkede her şey Allah'la başlar, Allah'la biter. Öyle ki dinî inancı en zayıf bir Müslüman bile, bu kaidelere uymayan birini gördüğü zaman dehşete düşmekten kendini alamaz.” …Ve Allah Allah diye hayret etmekten kendini alamaz! İsveç Büyükelçisi’nin bu güzel övgüleri o gün için gurur vericidir. Bugün de aynı hasletleri yaşamak ve yaşatmak için çaba sarf etmemiz hepimizin yararına olacaktır Bence; yukarıdaki gerçekleri özetlersek: insanın kendini övmesi veya dostunun övmesi bir yana dursun, önemli olan, “seni karşındaki övüyorsa değerlisindir.”