Bir başka tıkırdamaya başlar akşam saatleri. Kimisine öyle ağırlık verir ki her saniyesi koca bir kamyon gibi eziyor ruhu. Kimisine de kafasında ki g

Bir başka tıkırdamaya başlar akşam saatleri. Kimisine öyle ağırlık verir ki her saniyesi koca bir kamyon gibi eziyor ruhu. Kimisine de kafasında ki günün yorgunluğundan hissettirmez kendini. Yani kimi zaman kimisine rahatsızlık veren akşam saati kimi zaman kimisine de hissettirmez kendini.
Bir güz akşamıydı. Gök, bahardan ayrılmış. Avazı çıktığı kadar çektiği acıyı bağırıyordu ve hüngür hüngür ağlıyordu. Sevgilisi baharla tam 3 ay olmuştu tanışalı. Bahar onu çok benimsemiş çok sevmişti. Her gün mutlulukla gülümseyen güneşler hediye eder, bahçesinde çiçekler kelebekler coştururdu. Gökyüzü her gün gelen bu hediyelere o kadar alışmıştı ki bir gün geç kalsa ağlardı. Gökyüzü bahara mutluluğunu göstermek için her güne masmavi uyanıyordu. Onların bu derin aşkları Mavinin adını huzur, mutluluk diye değiştirmişti. Birbirlerine çok kadar âşık olmuşlardı ki hiç ayrılmayacaklar gibi hayatı yaşıyorlardı. Zaten ayrılık diye kavram yoktu tozpembe hayallerinde. Her şey o kadar güzeldi ki sanki kocaman bir düş görüyorlardı. Hasret yok, acı yok, gözyaşı yok her şey büyülü bir düştü sanki.
Bir gün yine musmutlu geçen bir günün yorgunluğunu atmak için evlerine gittiler. Gökyüzü yatağına uzanırken yüreği her zamankinden daha hızlı atmaya başladı. İçi içine sığmıyor, kıpır kıpırdı. Yarın Bahar’a evlenme teklifi edecek, artık hayatı boyunca ondan ayrılmadan yaşayacaktı. Çünkü onu o kadar seviyordu o kadar seviyordu ki onsuz geçen her saniyede nefes almadığını hissediyordu. Hayatlarını birleştirip bu sevda mevsimini sonsuza kadar sürdürme hayaliyle gözlerini yavaşça kapatıp uykuya daldı. Sabah olup uyandığında kalbine birden bire inanılmaz bir acı saplandığını hissetti. Her şey değişmişti. Etraf karanlıktı, gözü hiç bir şey gömüyordu. Neler oluyor diye acı bir düşünce deryasına daldı bir süre. Nefesim neden daralıyor. Neden her hava zerresi bir ok gibi bedenime saplanıyor. Bahar, bahar nerde neden gelmedi bu sabah neden hediyemi getirmedi… Esen ayazla üşüdüğünü hissetti. Yeryüzüne baktı her şey hüzünlüydü bu sabah her şey hayattan umudunu kesmiş ölüyordu. Kelebekler uçuşmuyor, yemyeşil ağaçlar yapraklarını döküyor vadiler sararıyor. Her yer ölmüş papatya cesedi kokuyordu. Ne olduğunu aklı idrak etmeye başlamıştı. Artık yavaş yavaş anlamaya başladı. Gece iki sevgili evlerine dağılırken meğerse Bahar bir daha dönmemek üzere gökyüzünü terk etmişti. Kendine başka bir gökyüzü bulmuş ona kaçmıştı. İhanete uğrayan bizim gökyüzünün yüzü o günden sonra hiç gülmedi. Günlerce gecelerce durmadan ağladı, haykırdı. Bahar’ın verdiği acıdan tüm hisleri dondu kar misali yağdı yeryüzüne ve o günden sonra sevda mevsiminin adını Beyaz Ölüm diye değiştirdi…