Merhaba Burak Bey, öncelikle sizi tanımak isteriz. Ankara’dan İstanbul’a uzanan güzel bir yolculuğunuz var. Oyuncu olma kararını nasıl verdiniz?

Oyuncu olma kararını 16 yaşında, lise çağlarında annemin Yenimahalle Belediye Tiyatrosunda oyunculuk kursları başlamıştır yazısını görmesiyle başlıyor hikaye. Böyle bir şey denemek ister misin dedi? Seve seve gittim oraya. O kadar haz aldım ki çok kısa zamanda, orada Sinan Pekinton ve rahmetli İlhan Kantarcı vardı hoca olarak. Çünkü benim için oyunculuk çok farklı bir şeydi, ben öyle aman sanatın içinde büyümüş, kitap okuyan bir çocuk değildim. Sonuçta memur çocuğuyuz ama tabi ki ailecek tiyatroya gidilirdi. Hiç aklımda öyle bir şey yoktu. Orada yaptığım şey de mesleğin güzelliği tarafından ziyade benim ruhumun mutluluğuydu. Kendimi çok özgür hissettim ve bir şeyleri de yapabilme durumu, bunun bana yansıtılmış olması hocalar tarafından. Kendimi var edebildim o yaşta ve her şeyden vazgeçtim; dershaneyi filan bıraktım, konservatuara gideceğim diye inat ettim. Sonrasında da o kursiyerlik, bu kursiyerlik, çalışmalar, amatör kulüp derken beşinci senenin sonunda da Bilkent Üniversitesi oyunculuğu kazandım. Kazanmadan önce de tabi Ankara’da 2000 yılında ‘bizim evin halleri’ dizisinde televizyon hayatına adım atmış oldum. Süreç böyle başladı.

Şuan yer aldığınız Şevkat Yerimdar dizisinin film versiyonunun içinde yoktunuz. Dizide oynamadan önce film serisini takip ediyor muydunuz?

Hayır, takip etmemiştim ama tabi ki biliyordum. Özgür’ü çok eski tanırım, Ankara’dan dönem arkadaşıyız. Onun yaptığı projeyi tabi ki biliyordum, çıkardığı tiplemeyi, internet döneminde de yaptıkları projeyi de biliyordum ama açıkçası filmi çok da takip etmemiştim. Yanlış hatırlamıyorsam birincisini izlemiştim.

Şevkat Yerimdar için teklif geldiğinde oynayacağınız karakter hakkında ne düşündünüz?

Bu biraz antrenman meselesidir. Uzun yıllar, Sağ Salim filminden sonrasında bir komedi projesinde yer almadım. Zaten Sağ Salimde yaptığım performansı çok beğenmemiştim. Şimdi öncelikle bir çekindim, nasıl olur diye? Ama sonrasında da tam tersini düşünüp yıllardır böyle bir şey yapmadım, sonuçta inadına yapmalıyım sözüne döndü. Bir de şimdi Niko karakter. Şevkat Yerimdar proje olarak zaten çok keyifli bir proje, baktığınız zaman kurdukları ekip, kadro çok profesyonel, birbirine çok tutunabilen insanların ekip işi böyle bir şeyi yapmak gerçekten zordur. Öncelikle sizin eğlenmeniz gerekiyor. Niko da çok sevdiğim bir karakter zaten sevmediğim hiçbir şeyi oynayamam, oynamadım da çok şükür. Bu projeyi kabul etmiş olmak beni mutlu etti, projenin içinde var olabilmek. Biraz Bülent ağabey ile yaptığımız masa başı çalışmasından sonra da keyifli bir karakter çıkardık. Bulunduğu konum itibariyle de Niko gerçekten çok dişi bir rol.



Dizinin reyting karnesi çok iyi, ilerleyen bölümlerde izleyicileri neler bekliyor? Şevkat Yerimdar için uzun soluklu bir dizi olacak diyebilir miyiz?

Diyoruz ki; 10 sezon Şevkat Yerimdar çekelim ve yayınlansın tabi ki de (Gülerek) Ya bu reyting ne acı! 10 yıl önce oynadığım hiçbir dizinin reytingine bakmazdım, çünkü reyting oyuncuyu ilgilendiren bir şey değildir. Siz projeyi yaparsınız, görevinizi icra edersiniz biter. Şimdilerde öyle bir savaşın içindeyiz ki; gerçekten Cuma günü yayınlanıyor cumartesi 10.30 da açıp reytinglere bakıyoruz. Acaba ne oldu diye? Çok acı ama yapılabilecek bir şey yok. Bu bir savaş ve kendi dizim için şuan reytingler çok iyi gidiyor, seyirci çok seviyor. Sadece reytinglerde değil sokakta da görüyoruz zaten ne kadar sevdiklerini. Çünkü insanların ihtiyacı var gülmeye, uzun zamandır böyle bir komedi dizisi yoktu. Seyircinin tepkisi de böyle zaten, ‘gülmeye ihtiyacımız var’ diyorlar. Doğru bizim de gülmeye ihtiyacımız vardı. Ben haftanın beş günü sete gidiyorum ama benim için bir terapi, sabahtan akşama kadar gülüyoruz. Çektiğimiz sahneler komik ona ayrı gülüyoruz, ekip çok iyi bir ekip, birbirimizle çok iyi anlaşıyoruz orada iyi eğleniyoruz bu da bir kişi için çok büyük bir terapi. Beş gün sürekli kahkaha attığınızı düşünebiliyor musunuz? Ve bunu işinizi sergilerken yapıyorsunuz.

İlerleyen bölümler için biraz tüyo verebilecek misiniz?

Tabi ki veremeyeceğim (Gülerek). Ben de bilmiyorum.

Dizi başladığında 13 bölümlük paket halinde sunuldu. Bu kadar uzun bir bekleme süresinin nedeni neydi? Biz yazın askılılarla ter dökerken siz kalın paltolarlaydınız.

Aynen öyle, evet. Biz buna talihsizlik diyelim. Sonuçta ülkede de genel anlamda bir sürü sıkıntılı dönemlerdi. Bizim yayına girmemiz Eylül sonu, Ekim ortası filandı ama 26 Mayıs da yayına girdik. Bu bizim için zorlu bir süreç oldu. Bir ürün yapıyorsunuz, 13 bölüm çekmişsiniz ürünü görmüyorsunuz. İzleyicinin tepkisi ne olacak gibi tedirginlikler yaşıyorsunuz ama neden yayına girmedi? Hakikaten bilmiyorum. Bir sürü kıstas olabilir bunun içinde; bu dizinin içinde bir yapım durumu var, kanal var, bu kanalın bağlantıları var. Nasıl planlar, programlar yapıldı bilemiyoruz. Sonuçta bu da bir sektör olmuştur bir şey ama her işte bir hayır vardır derler ya, bu da öyle oldu. Nitekim yayına girdikten sonra da reytingleri çok iyi geldi, çok sevildi. Bu sürüncemeli gibi görünen süreç bize çok güzel yansıdı.

 

 

Dizi oyunculuğunuz dışında neler yapıyorsunuz?

Oyunculuk dışında başka şeyler yapmaya çok fırsat bulamıyorum, çünkü set programım yıllardır çok yoğun. Ama tabi yaptığım bir sürü hobim var. Fırsat buldukça maket yapmayı çok severim, at binmeyi çok severim, uçurtma uçurmayı çok severim, bisiklete binmeyi çok severim, dalışa gitmeyi çok severim. Neye fırsat bulursam onu yapıyorum. beş buçuk yaşında bir oğlum var, onunla arkadaşça vakit geçirmeyi çok seviyorum. Bu arada tiyatro da yapıyorum (Gülerek) oyunculuk dışında seslendirme yapıyorum. ‘Seslenen Kitap’ Belki duymuşsunuzdur, bir uygulama var orada kitap okuyorum. Şimdiye kadar 6, 7 ayda 3 tane kitabım çıktı.

Kendi yazdıklarınız mı?

Hayır, Cemil Kavukçu okudum, Stefan Zweig okudum. Yani normal yayınevlerinden çıkan, bilinen kitapları seslendiriyorsunuz. Bu bir uygulama, çok da güzel bir uygulama. Eğerli buluyorum bu projeyi. Ankaralı gençlerin oluşturduğu bir şey ve çok profesyonelce yapılıyor. Çok güzel insanların, çok güzel kitapları; Zülfü Livaneli’den tutun birçok insanın, klasiklere kadar. Onun dışında spor yapmaya çalışıyorum. İyi vakit geçiririm ben açıkçası, severim. Set bitti hemen tiyatroya gideyim diyen, sürekli sanat sanat içinde yaşayan bir insan değilimdir. Bu beni daha çok besliyor, biraz uzak tutarım kendimi, çok alakasız bir şeyle gider uğraşırım. Mesela 3 ay kendimi kapatırım orada sadece bir maketle uğraşırım. Sürekli boşaltırım kafamı. Çizgi roman okurum, yürümeyi çok severim. Gerçekten çok absürt noktalara yürüyerek gidebilirim. İki gün önce oğlumu okula bıraktım eve yürüdüm. Suadiye’den Libadiye’ye. Sürekli sokakta olmayı severim, halkın içinde olmayı severim.

Biraz da tiyatronuzdan bahsedersek, yeni oyununuz ‘Edebi Barış’ neyi anlatıyor?

Kant’ın Evrensel Barış adlı eserinden uyarlanmış bir yapıt. Dünyadaki şuan terör olaylarından tutun da sistemi anlayan bir oyun. Yeri, zamanı, mekanı belli olmayan ve oyunu köpekler üzerinden anlatıyor. Bence çok büyük bir klasik, yüzyıl sonra da bu oyun oynanacaktır. Geçtiğimiz sezon Ocak ayında başladık. 26 Ekim’de dördüncü gösterimimiz olacak. Haftada bir gün oynuyoruz, Entropi sahnede, Kadıköy’de. Tüm seyircimizi bekleriz.



Yoğun bir set programınız var. Tiyatro sizi yormuyor mu? Özel hayatınızı iş programına dönüştürdüğünüz zamanlar oluyor mu?

Hiçbir şey yormuyor beni, çünkü o kadar mutluyum ki. Baktığınız zaman dışarıdan evet, sabahın 6 buçuğunda kalkıp Darıca’ya sete gidip, hazırlanıp, orda 15 sahne çekip, ezber yap, çalış, oyna. Paldır küldür üzerini değiştirip akşam 8 buçuktaki oyun için tekrar hazırlan ve başka bir enerjiye katıl, bunlar çok yorucu görünebiliyor. Saat 10 buçukta salondan çıktığımda gerçekten pilim bitmiş, kan ter içinde görünebiliyorum. Ama hayır, bu beni çok mutlu ediyor, çok ayakta tutan bir şey. Aynı şekilde dizi içinde öyle, ben setlerde büyümüş bir adam sayılırım hakikaten. 20 yaşında başladım, 39 yaşındayım ve bu benim en büyük mutluluklarımdan birisi.

Oynadığınız Niko karakteriyle örtüşen yanlarınız var mı?

Hiç yok, alakası yok. O bambaşka bir kompozisyon. Gerçekten yok. Tek örtüşen yanım sakallarım diyeyim. (Gülerek) Şu da var; burada mesleğin dinamitlerine inersek yani her rolü zaten çıkartıyoruz. Ben kompozisyon oluşturmayı seviyorum, yani oynadığım her rol bambaşka. Yeniçeri’yi de oynadım, polisi de oynadım. Baktığım zaman yürüyüşüne kadar bir kompozisyon oluşturmaya çalışıyoruz. Benim rollerimin hiçbiri aynı yürümez. Şunu söyleyebilirim; o rolün, o çıkış noktaları, sonuçta benim enerjimden çıkan bir şey.

Oyunculuk geçmişinize baktığımda en farklı karakterlerden biri ‘Muhteşem Yüzyıl da Hüseyin Çavuş’ karakteri gibi görünüyor. Tarih üzerine karşı bir ilginiz var mı?

Bayılırım. Neden? Çünkü ben, at binmeyi bilirim, silah kullanmayı bilirim, her türlü silahtan anlarım, kılıç kullanmayı bilirim. Bunları bildiğiniz zaman bu bir donanım meselesi oluyor. Bunu yapabileceğinizi bildiğiniz için, bir de dönem dizisi dediğiniz şey onun kostümü, onun atmosferi bir kere işi eğlenceli. Muhteşem Yüzyıl’a gittiğimde bayılmıştım set ortamına, öyle de bir rol oynadığım için çok mutluyum. Yaklaşık 16 bölüm çalıştım Muhteşem Yüzyıl da, arada bir iki bölüm konu gereği yoktum senaryoda ama neredeyse yarım sezon çalıştım. Şansım şu ki; sarayın içinde el pençe divan durmadım öylece, sürekli ormanda at üstünde savaştık. Böyle aksiyoner şeyleri çok seviyorum. Ben mesela şehir dışı işini de çok severim. Bu mesleğin en güzel yanı da bu; sete gidiyoruz diyorum ama, bir gün uçurumun kenarında kahvaltı ediyoruz, bir gün Sarnıç’a gidip orada çekim yapıyoruz. Bambaşka bir atmosfer. Bundan daha güzel bir meslek olur mu? Muhteşem Yüzyıl benim için mesleki olarak, bir dönüm noktasıdır. Çünkü Türkiye’de yapılmış en büyük prodüksiyonlardan birisi, çok iyi bir iş; senaryosuyla, kostümüyle, oyuncusuyla. Dünyanın 60 ülkesinde yayında zaten ve o işin içinde olmak tüm oyuncular için bir dönüm noktasıydı.

Sizce iyi bir oyuncu olmak için en temel şart ne?

İnsan olmak. İyi oyuncu nedir biliyor musunuz? Herkese de bunu böyle söylüyorum, yıllardır; gerçekten insan olmak da, çünkü bu bir ekip işidir, kimse tek başına var olamaz. Ve iyi oyuncu şudur; her şeyi bilmek, her şeyi iyi oynamak zorunda değildir. Beceremeyebilir, düşünemeyebilir o anda ama iyi oyuncu yönetmenin söylediği şeyi, o anda uygulayabiliyorsa ondan güzeli yoktur. Görüntü yönetmeninin söylediği noktada durabiliyorsa, ışığını iyi alabiliyorsa, tiyatroda, prova sürecinde yönetmenin istediği şeyi bedeniyle, duygularıyla ona verebiliyorsa işte o en iyi oyuncudur.

Sizin için tiyatro mu ağır basıyor? Yoksa televizyon mu?

Oyunculuk ağır basıyor. Ben ayırmıyorum. Dizilerde olmayı da, setlerde olmayı da çok seviyorum. Tiyatro bambaşka bir enerji. Ben ama tiyatro başka dizi başka dize asla düşünmüyorum. Kendi rolümden örnek vermiş gibi olmayayım ama Murat Akkoyunlu’yu bizim dizide izlediğim zaman, Cuma karakterini onun karakteri de yaptım oldu diyebileceği bir karakter değil. Orada bir şey yapıyor adam, mesleğini icra ediyor. Bunu yapamayanlar bence öyle düşünüyorlar. Yani, ekranın karşısında sadece repliğini söyleyip de duran oyuncu tayfası kim onlar? Bilmiyorum ama onlar böyle düşünüyorlar. Dinamitleri tabi ki farklı, enerjisi tabi ki bambaşka, tabi ki çok değerli tiyatro yapıyor olmak. Er meydanı deriz biz buna, bu er meydanında var olabildiğim için ne mutlu bana. Ölene kadar da devam edecek ama ben ayırmıyorum.

İleride yönetmenlik veya senaryo yazmayı düşünür müsünüz?

Tabi ki düşünüyorum. Var bir projem ama özel bir proje. Yaşadığım bir hikaye, yaşadığım bir gerçeklik. Acele etmek istemiyorum o yüzden bazı şeyler biraz demlenmelidir. Sanırım ben o durumu bekliyorum. Önüme bir çizgi çekmiyorum zamanlamayla ilgili.

Şevkat Yerimdar dizi setinde günleriniz nasıl geçiyor? Başak Hanım ve Özgürcan Bey ile uyumunuz nasıl?

Çok iyiyiz. Zaten Özgür dediğim gibi eski arkadaşım, dönem arkadaşıyız. Biz bir komedi dizisi yapıyoruz. O mahallede bizim eğlenmeden bu işi, o enerjiyle çıkarmamız mümkün değildir. Bunun lami cimi yok. Bu yüzden bütün ekip Murat Akkoyunlu’dan Murat Makar’a kadar, özellikle yönetmenimiz Bülent ağabey inanılmaz bir yönetmen. Müthiş bir lokomotif, onun enerjisi zaten bizi hep bir arada tutan bir şey. Tabi ki çok eğleniyoruz. Setteki uyumumuzda sahneyi izlediğiniz zaman zaten yansıyor. İki başrol Özgür ve Başak bizim lokomotif rollerimiz, projenin çatısı onlar. Onlarda birbirleriyle, baktığınız zaman çok iyi anlaşıyorlar, çünkü anlaşamasalar öyle sahne oynayamazlar.

Şevkat Yerimdar filminin dizi olarak ekranlarda bu kadar sevilerek izlenmesini nasıl yorumluyorsunuz?

Bence konuya 2 – 0 önde başladık, çünkü iki tane film var. Her ne kadar gişede çok büyük bir rekora imza atmış olmasa da ama internette inanılmaz izlenmiş. Ve şimdi her filmi de dizi yapamazsınız, ama Şevkat Yerimdar o kadar uygun ki, çünkü bir süper kahraman hikayesi Şevkat Yerimdar. Hollywood’unda yaptığı süper kahraman filmleri de bitmez asla. 15 tane çek Süpermen’den, çünkü süper kahramanlardan dilediğiniz kadar konu yaratabilirsiniz. Şevkat Yerimdar da bir süper kahraman zaten. Halkın içinden çıkmış, halkı yansıtan, herkese yardımcı olan bir süper kahraman. Bir de etrafındaki o mahallede doğru kadroyla, doğru cast’la, doğru enerjiyle destek olan bir kanal oluşturduğunuzda bunun sonu yok. Biz 10 sezon çekeriz Şevkat Yerimdarı. Yeter ki senaryoda (Senaryo çok önemli tabi ki) Sıkıntı yaşamayalım. Halk sıkılmasın.

Şevkat Yerimdar karakterine benzeyen yakınlarınız var mıdır? Gerçek hayatta en yakın arkadaşınız Şevkat Yerimdar olsaydı yine bir Niko olabilir miydiniz?

(Gülerek) Aaa! Güzel soru, çok güzel soru. Ben 11 yıldır İstanbul’dayım ama ondan önce Ankara’daydım. Biz Ankara bebesiyiz (Gülerek). Ve Ankara’da Şevkat karakteri gibi dünya kadar arkadaşım vardı. Sonuçta Anneannemden kaynaklı bir dönem Keçiören’de de büyüdüm, Çankaya’da da büyüdüm. Ortaokul hayatımda dünya kadar insan vardı öyle, ama bir Niko olabiliyor muydum? Hayır. Çünkü ben de zaten (Gülerek) Onlardan biriydim zaten. Niko olmak çok enteresan, Niko olamazdım, çünkü ben Niko kadar okumuyordum o zaman. Niko’da en güzel şey bu aslında; entelektüel gibi görünen ama bilgi insanı uzak tutar ya. Hani çok okumuşla böyle sohbet etmek istemeyiz, çünkü o seni ezer, çok biliyordur. Niko’da işte o yok. Ben mesela bundan çok mutluyum. Seyirci Niko’yu itmiyor. Filozof gibi konuşuyorsun, Niko gerçekten de okumuş kafadan sallamıyor bunları. Rus felsefesi okumuş, tasavvuf okumuş, edebiyat kitaplarını okumuş donanımlı bir adam ve bunu çok doğru noktalarda yapıyor, ama o donanımı ne Şevkat’i, ne mahalleliyi ne de seyirciyi itmiyor.

Şu an ajansında yer aldığınız Tümay Özokur casting ile nasıl tanıştınız?

7 yıl önce Tümay bir gün mesaj çekti bana yanlış hatırlamıyorsam. Ben de sonuçta 7 yıl öncesinde bir sürü projede yer almış, işini yapan bir adamdım. Tanıştık kendisiyle, kahve içtik, sohbet ettik. O dönem de benim menajerim yoktu. Kendisiyle çok iyi anlaşabileceğimizi düşündüm, dürüst buldum. Tabi ki kimsenin sihirli değneği yoktur. Bir de ben çok iyi menajer ya da çok kötü menajer kavramlarına da inanmam. Her oyuncunun kendi iletişimiyle alakalıdır bence, biraz enerjilerin tutmasıyla alakalıdır. 7 yıldır Tümay Özokur ekibiyle beraber benim menajerliğimi yapıyorlar. Ne mutlu bana, umuyorum ki uzun yıllarca aynı şekilde anlaşarak, paslaşarak devam edelim. Bu bir mesleki ortaklıktır. Sektör daha tam sektör haline gelemediği için bu işin menajerliği filan da daha yeni yeni oturuyor. Tabi ki Tümay sektörde çok eski, çok büyük tecrübesi olan bir insan ama gerçekten sistem olarak yeni yeni oturmaya başlıyor. Çünkü menajer dediğiniz şey, işsiz oyuncuya iş bulup, % 20’sini alan bir insan değildir.



Oyunculuk ve tiyatroyla ilgili büyük bir bilgi birikimine sahip biri olarak ileriki hedeflerinizin arasında bir atölye açma fikri var mı?

Şuan uzak. Şu aralar atölyede destek olmak istiyorlar eğitimle ilgili. Şu an kendimden uzak tutuyorum. Bir de vakitten de kaynaklı, benim beş buçuk yaşında bir çocuğum var. Dizi yap, tiyatro yap, oradan seslendirme yap benim çocuğumla da ilgilenmem gerekiyor. Açıkçası bu kadar yoğun tempoda çalışmayı doğru bulmuyorum.

Son olarak bu güzel sohbet için teşekkür ederim. Sevenleriniz için son birkaç cümle söylemek ister misiniz?

Ben teşekkür ederim, çok sağ olun. Ne diyeyim ki? Çok kötü bir yere gidiyoruz, yani dünde biraz konuştuk insanlarımızın birbirine saygısı yok. ben herkesi saygıya davet ediyorum, insan kalmaya davet ediyorum. Çocuklar bizim için çok önemli çocuklarımızı korumalıyız. Çocuk deyince işin içine dünya kadar konu giriyor. Çok çirkin şeyler yaşıyor çocuklarımız. Direkt şuan bire bir kelimeyle söylemek istemiyorum açıkçası ama çocukları korumamıza gerektiğine inanıyorum. Onların gülücüğü çok önemli, çok değerli bir şey… Nasıl gülümsetirseniz gülümsetin ama gördüğünüz her çocuğu gülümsetin.

Gülümsemek çok önemli!

Evet, çok önemli, güne gülümseyerek başlayabilmek çok önemli bunu hiçbir zaman unutmamak gerekiyor ve kendimizi insan gibi görüyorsak karşımızdakinin de insan olduğunu unutmamız lazım. İnsanca yaşamamız lazım, çünkü onun ışında hayatta her şey çok boş.

 

Röportaj: Gizem Yıldız