Avrupa, Asya hattâ Afrika arasında çok önemli ve çok hayatî bir konumda olan Türkiye; çok yönlü bir baskı altında çıkış yolu aramakta. B

     Avrupa, Asya hattâ Afrika arasında çok önemli ve çok hayatî bir konumda olan Türkiye; çok yönlü bir baskı altında çıkış yolu aramakta. Bugün Türkiye; ne Doğusundan, ne Batısından, ne Güneyinden, ne de Kuzeyinden emin değildir. Niyeti bozuk devletlerle kuşatılmış durumdadır.

     Ne Denizinden, ne Karasından, ne de Havasından gelecek tehlikelere karşı güvende değildir. 

     Zira “Bin dost az, bir düşman çoktur.” Çünkü bir düşmanın yapacağı hainlikleri bin dost önleyemez. Niçin? Gizlice, sinsice, dostlardan habersiz ve belirsiz bir zamanda yapılacağı, için...

     Ne yazık ki, güya müttefikimiz ve güya dostlarımız sayılan  ABD, İngiltere, Fransa, Hollanda, Almanya, İsrail, -hattâ dost gözükmesine rağmen- Rusya gibi devletler Türkiye’yi sırtından pıçaklıyorlar. 

     Üstelik bu işin gizlisi saklısı da yok. Bu ihaneti, bu düşmanlığı, bu alçaklığı; alenen, açıkça ve göstere göstere yapıyorlar! 

     Türkiye de bunlara karşı, haklı olarak veryansın ediyor. Bütün bunların ne dostluğa, ne müttefikliğe sığmadığını her vesile ile söyleyip duruyor.

     Fakat yine de Batı bildiğini okuyor. Nuh diyor Peygamber demiyor. Yapacağını yapıyor. Tenkitlere hiç aldırış etmiyor.

     Türkiye ise bu kaşarlanmış aleyhimizdeki siyaset olgusunu; biraz da hayret ve şaşkınlıkla izliyor ve haklı olarak küplere biniyor.

     Türkiyemizin yanılgısı şu: “Hüsnü zan, ademi itimat.” / “Herkes hakkında güzel düşünmeli fakat  körü körüne kimseye güvenmemeli, asla tedbiri elden bırakmamalı.” düstur, prensip ve ilkesini ihmal edip hafife alıyor. Bu yüzden sonucu, bir türlü hazmedip kabullenemiyor.

     Acı bir gerçektir ama, Batı devletlerinin resmiyetinde, bizim anladığımız şekilde bir fazilet anlayışı yoktur. 

     Bizce “Hak deyince akan sular durur.” Onlar için ise sadece kendi menfaat, çıkar ve  yararları söz konusudur. Üstelik menfaat ve yararlarını elde etmek için -onlarca- her şey mübahtır. 

     Bu uğurda yapamayacakları ve yapmıyacakları ihanet, yalancılık ve iftira yoktur. Asar da, keser de, yakar da, yıkar da. Menfaati için hiçbir engel tanımaz. 

     Zorbalık gerekiyorsa zorbalık, yalan gerekiyorsa yalancılık, iftira gerekiyorsa iftira. Velhasıl Batı ve onlar gibi devletler için “Gaye için her şey mübahtır.” Yani Makyavelci bir bakışı; her şey için geçerli bir metod ve usul olarak görmüş ve görmektedirler.

     Bu bakımdan Batı devletleri, Avrupa devletleri -kendi açılarından- haklıdırlar. Onlardan aksini beklemek; yani doğruluk beklemek yanlıştır. Abestir.

     Dikkat! Onlar; Hak, haklılık ve doğruluk içindedir demiyorum. Haklıdır ve doğrudurlar da demiyorum. Kendi menfaatlarını gözettikleri ve bunun için her yolu geçerli saydıkları için, bu menfaat yollarında her şeyi doğru buldukları için -kendi açılarından- haklıdırlar. 

     Yoksa zatında yani işin aslında haklı değildirler.

     Dikkat! Hak katında, Adalet huzurunda, İnsanlık gözünde; asla ve kat’a haklı değildirler. Doğru hiç değildirler. 

     “Es-Sebebü ke’l-fail.” / “Sebep olan yapan gibidir.” 

     Sırrınca yapılan her türlü zulümden, her türlü katliamlardan, çeşit çeşit zorbalıklardan; tüm Batı devlet ve hükümetleri sorumludur. 

     Hiçbir mazeret ve özürleri olamaz.

     Bu durumda Batı ülkelerinin Türkiye aleyhinde olmalarını, Türkiye’ye düşmanlık beslemelerini, her türlü sahte görüntü sunmalarını, inanmadıkları lâflar etmelerini çok görmemeliyiz. 

     Karanlığa küfür edeceğimize, ışık yakmaya bakmamız; onları bu durumdan vazgeçirecek, onlara engel olacak, onları caydıracak, onları kendine getirecek politikalar üretmenin yollarını aramamız gerekir.

     Kısaca demek lâzımsa, onların yolunu kesecek stratejiler üretmeliyiz. 

     (15 Şubat 2018)