AKM…
O; gençliğime yön veren, Carmina Burana, Aida, Hamlet, Carmen ve nicelerini dinlediğim nostaljik sanat ve kültür merkezi. Taksim’e her çıkışımda o caanım hayalet sesleri duyduğum mekan… Sessiz ve suskun kaderini yaşamakta.
Tabii ki benim gibi bir çok sanatsever de aynı duygularla hüzünlerde.
Yapacak bir şey yok. Tarihe akışını değiştirtemiyoruz.
Öyleyse eldekileri değerlendirmek gerek.
Ben de öyle yapıyorum. Konser ve tiyatro gösterisine gitmeye çalışıyorum.
Yani küsüp sanattan vazgeçmek yok. Hele de müzik… asla!
Sakın yapmayın. Nerede bulursanız dinleyin. Sokakta vapurda telefonda konserde… Evrensel tek dil müzik. Kitleleri birleştiren tek ortak nokta.
Hafta içi İstiklal Caddesi’nde yürürken uzun zamandır (Bombalardan sonra terkedilmiş bir cadde izlenimindeydi maalesef) görmediğim sokak performansçılarını dinledim.
İngilizce, Almanca, Kürtçe, Türkçe… ne dil, ne din, ne kendilerini tanıdığım insanlar. Ve çevremde, onları keyifle dinleyip müziğin ritmine katılanlar. Onların da ne din de dilini biliyorum. Sadece ortak bir paylaşımla tınıların büyüsüyle iki tarafta çok mutluyuz. Derken Kürtçe bir üçlünün müziğini de dinliyorum. Bazı turistler ki Avrupa görüntülüler, Doğu insanlarını gözlerinden hemen tanıyoruz, mırıldanıyorlar uymak için. İstanbul yağmurlu. Biz mutlu.

Yok kardeşim mutlu olmak yasak…
Aniden bir minibus ve telsizlerle üç beş kişi müzisyenlere kimlik sorup, enstrümanlarını da alıp götürdüler. Sanatta, müzikte, turistlerde biz de kalakaldık.
Bilmiyorum aklım ermiyor terorist müzik yapar mı acaba? Dünya kardeşliği neydi ki, öyle bir ikili sözcük var mıydı, kafam iyice karmakarışık, yoluma devam ettim.
O akşam Cemal Reşit Rey’de konsere katılacağım. Canım sıkkın hala, müzisyenleri sahneden toplayıp götürmezler sanırım.
O akşam ilk kez dinleyeceğim iki sanatçı var.
Tunus’lu Emel Mathlouthi & Serkan Çağrı
Önce Serkan Çağrı’dan enfes bir klarnet konseri dinledik. Tasavvufun o derin içselliğiyl, mekandan çıkıp çıkıp, uçtu ruhlarımız.
(Yine takıldım;Yok… müzik yapan bir kişi asla şiddet eğilimli olamaz. İnanmak istemiyorum.)
Serkan Çağrı, o kadar naïf çalıyordu ki, yaşlı genç, inanıyorum ki birçok dinden de kişi vardı salonda hepsi müziğin keyfiyetini yaşadı.
Yine keyiflendim.
Daha sonra röportajını yaptığım -En kısa zamanda toparlayıp sizlerle paylaşacağım- Emel Mathlouthi çıktı sahneye.
Off deli gönlüm, klarnette ki dingin ruhu terkedip, isyanlara geçti. Her şeye isyan, müzikle ancak böyle anlatılır. Emel, beden diliyle o büyülü sesine kattığı enstantene, fonda eklediği elektronik ses tek kelimeyle süperdi. İnişler çıkışlar dünyanın gidişine protestolar.
Müzisyen olsam sanırım ben de böyle olurdum dedim.
Konserin sonuna doğru Serkan ve Emel aynı sahnede olduklarında, zıtlıklar dengesinin dayanılmaz keyfiyeti vardı.
Sessizlik ve isyan dengesi.
Teşekkürler Emel… Teşekkürler Serkan Çağrı.
Sizler iyi ki varsınız.
Ve iyi ki varsın Cemal Reşit Rey Konser Salonu…