Saygıdeğer okurlarım, bu hafta ki yazımda, hayatımızın olmazsa olmazı stres ile ilgili önemli bulduğum bazı bilgileri sizler ile paylaşmak istiyoru

Saygıdeğer okurlarım, bu hafta ki yazımda, hayatımızın olmazsa olmazı stres ile ilgili önemli bulduğum bazı bilgileri sizler ile paylaşmak istiyorum. Bilinen odur ki, fizyolojik her hastalığın orjinin de stres mutlak surette yer almakta, bizleri perişan etmek için elinden geleni(!) yapmaktadır.  Stres, hedefe doğru yol alırken bir engelle karşılaşma sonucu insanın ruhsal ve bedensel sınırlarının zorlanmasıyla ortaya çıkan bir durum olarak tanımlanmaktadır. Önemli birçok hastalığın ana kaynağı, toplumda sık rastlanan sedef, ülser, migren, mide ve baş ağrısı gibi kronik ağrılar ile diş gıcırdatması gibi istem dışı hareketlerin temel nedenleri arasında stres yer almaktadır. Stresin yol açtığı depresyon ya da içten öfke, bu ağrıların ortaya çıkmasına ve kronik hale gelmesine neden olmaktadır. Bilimsel araştırma sonuçlarına göre, kronik ağrılı hastaların yüzde 43’ünün depresyon kaynaklı olduğunu ortaya koymaktadır.  İnsanlarda duygularını, öfkelerini, beklentilerini ifade edemeyen kadın ve erkeklerde bu eksiklik ağrı olarak kendini göstermektedir. Ancak bu durumun en çok kadınları etkilediği bir gerçektir. Bunun nedeni ise kadınların ağrı eşiğinin erkeklerden daha yüksek olmasıdır. Özellikle de baş ağrısı kadınlarda en sık rastlanan ağrı çeşidi olup, erkeklerde ise bu tip ağrılar daha çok ülser şeklinde ortaya çıkmaktadır. Genellikle kadınlarda çatışma ve öfke oluşturan durumlarda ağrının daha fazla görüldüğü bilinmektedir. Bunun ana nedeninin ilk aşamada kadının psikolojik sorunları karşısından ziyade kendisine yöneltmesinden kaynaklanabileceği ifade edilmektedir. Diğer etkenler ise kadınlarda oluşan değersizlik hissi, suçluluk duygusu, çatışmalar ve kendini anlatamamanın yol açtığı öfke olarak sıralanabilir. Tüm bu etkenler, bedende ağrı olarak kendini göstermektedir. Kadınlarda kronik ağrıların yanı sıra irade dışı yapılan ‘diş gıcırdatması’ da duygusal stresin bir sonucu. Bu durum, stres kaynaklı olduğu için psikiyatriste başvurması büyük yarar sağlamaktadır. Fizyolojik olarak ifade etmek gerekirse, stresin neden olduğu gerginlik, damarların daralmasına, beynin belirli bölgelerine giden kan akımının yavaşlamasına yol açmaktadır. Oksijene ihtiyaç gösteren dokunun yetersiz kanla beslenmesi, özel ağrı alıcılarını uyarıyor. Bu arada, adrenalin ve noradrenalin gibi stres sırasında sinir sistemini etkileyen hormonlar da salgılanmakta, bunlar da doğrudan veya dolaylı olarak kasların kontraksiyonunu  artırmakta, böylece ağrı gerginliğe, gerginlik endişeye, endişe de ağrıların şiddetlenmesine yol açmaktadır. Bunun sonucu olarak, stres altındaki kişide; terleme, hızlı nabız, kalp çarpıntısı, midede ağrı, kasılma, boyun ve şakakta kaslarda gerginlik, nefes alamama, diş gıcırdatma, çenede kasılma, aşırı tedirginlik, konsantrasyon güçlüğü, aşırı duygusallık, halsizlik, hareket edememe gibi semptomlar ortaya çıkmaktadır.  Psikiyatristler, öfke ve üzüntüsünü içine atan insanların ağrı konusunda daha fazla risk altında olduğunu,  çok konuşanların ise daha az risk taşıdıklarını ifade etmektedirler. Nitekim içe dönük öfke, kronik ağrı hastalarında daha yaygın olarak görülmektedir.. Burada ağrı şiddetini belirleyen en önemli etken ise öfke gibi olumsuz duyguları açıklama konusunda kişinin yaşadığı kitlenme halidir. Ayrıca insanda biriken gerilime psikolojik bir çözüm üretilemezse bir süre sonra irade dışı sinir sisteminin bozulması durumuyla karşı karşıya da kalabilmektedir. Kronik ağrılı hastalarda depresyon sıklığı ve yaygınlığı ise normale oranla daha fazla görülmektedir. Stresi mümkün olduğunca azaltmak için bizlere de önemli görevler düşmektedir. Şöyle ki, Yoğun iş temposundan kurtulmak,  güzel hobiler edinmek, kendimize zaman ayırmak, istirahat etmek, kendini dinlememek, gerektiğinde Ilık duş almak, doğada yürüyüşler yapmak ve gerginliği artıran filmlerden uzak durmak önemli ölçüde yarar sağlamaktadır.
 Stresten uzak, sağlıklı mutlu nice güzel günler diliyor, saygılar sunuyorum.