Dikkat çekici bir yapıya sahipti; uzun boylu, esmer tenli, iri gözlü, uzun sakallı ve atletik vücutluydu. Sesi oldukça gürdü ve sesini büyük kalabal

Dikkat çekici bir yapıya sahipti; uzun boylu, esmer tenli, iri gözlü, uzun sakallı ve atletik vücutluydu. Sesi oldukça gürdü ve sesini büyük kalabalıklara bile rahatlıkla duyurabiliyordu. Ancak bu sesi, ısrarla duymak istemiyor, parmakları ile kulaklarını tıkıyorlardı.
Çok ama çok yaşlanmıştı. Beş yüz müydü, yedi yüz mü yoksa daha mı fazlaydı, o da bilmiyordu. Bildiği bir şey varsa o da çok yorulduğu idi. Ancak onu yoran vazifesi ya da ilerleyen yaşı değildi. Onu insanların ilgisizliği yormuştu. Onca yıldır aralarındaydı ancak kendisine inananlar bir elin parmaklarını geçmemişti.
Bu böyleydi fakat yine de her sabah bin bir umutla asasına dayanıp pazarlara gidiyor, yoldan geçenlerle konuşuyordu. Yine bir sabah evinden çıkmış ve küçük bir tümseğe çıkarak toplananlara seslenmişti.
“Ey insanlar, benim de sizin de ilahınız birdir, o da Allah’tır. Sizler için endişe ediyorum. Allah’tan başkasına taparsanız korkarım ki başınıza acıklı bir azap gelecek.” Kalabalık gülerek cevap vermişti.
“Ey Nuh; biz de korkarız ki sen sapkınlardan olmuşsun.”
“Ben mi sapkınım yoksa kendisine dahi bir faydası olmayan taşa toprağa tapmak, onlara kurbanlar kesmek mi sapkınlık? Ben de sizler gibi bir insanım. Sadece Allah’ın vahyettiklerini biliyorum o kadar. İyiliğinizden başka bir düşüncem yoktur. Yüce Allah bir kavmi uyarmadan onlara azap etmez. İşte ben o uyarıcıyım.”
“Peygamberliğine bir delil göster o zaman?”
“Peygamberliğimin en büyük delili, sizden bir ücret talep etmiyor oluşumdur. Bir maddi kazancım da yoktur. Oysa ben de sizin gibi çarşıya gider, sanatımı icra eder ve yüklüce paralar kazanabilirdim.”
“İnanmazsak ne yapacaksın Ey Nuh?”
“Ben sadece aciz bir kulum ve sizi cezalandırma gibi bir yetkim de yoktur.”
“Bize bak Nuh; ne zaman buradan geçsek bizimle uğraşıp duruyorsun! Bir kere söyle ve geç git! Bu yaptığın insanları rahatsız etmeye, tacize varıyor. Biz seni bu konuda aşırı giden biri olarak görüyoruz.”
“Ne yapayım vazifem bu! Vazifemi yapmazsam Allah’a karşı gelmiş olmaz mıyım?”
“İyisi mi şöyle yapalım Nuh; biz senin dediklerine inanmıyoruz, sen de doğru söylediğini iddia ediyorsun. O halde bizi tehdit edip durduğun azabı getir de görelim. Eğer dediğin gibi ise zaten bizden kurtulmuş olursun.”
“Aranızda durmam, öğütler vermem size ağır geliyorsa ne diyeyim, ben ancak Allah’a dayanıp güvenmişimdir. Siz ve ortaklarınız da artık toplanın ve yapacağınız şeyi kararlaştırın. Yapacağınız şey sizi tasalandırmasın hatta bana mühlet de vermeyin.”
“Biz güçlüyüz. Bizimle baş edemezsin Nuh.”
“Güç dediğiniz, size ait olmayan malınız mı yoksa evlatlarınız mı? Görüyorum ki bu sahip olduklarınız sadece hüsranınızı artırıyor.” Kalabalığın içinden birisi sinirli sinirli bağırmaya başlamıştı:
“Sakın kalbiniz bu adama kaymasın! Sakın taptıklarınızı bırakmayın! Hele Vedd’den, Süva’dan, Yağus’dan Yauk’dan ve Nesr’den sakın vazgeçmeyin!” Büyük bir uğultu olmuş, kalabalık eline geçirdiği her ne varsa Nuh’a fırlatmaya başlamıştı. Yüzünden akan kanları silerek konuşmuştu Nuh:
“Yoldan çıkmanız yetmemiş gibi başkalarını da baştan çıkarıyorsunuz.” Bir yay gibi titremeye başlamıştı sesi.
“Siz zalim olmuşsunuz. Nefsinize de etrafınıza da zulmeder olmuşsunuz. Asırlar oldu aranızdayım. İyiliğiniz dışında sizden ne istedim? Ama artık kabul ediyorum. Ben yenildim, mağlup oldum. Bundan gayri aramızdaki hükmü Allah versin, beni ve beraberimdeki müminleri kurtarsın.” Nuh’un pes ettiğini düşünüp sevinçle dağılırlarken içlerinden birinin:
“Bize nasihat edeceğine karına nasihat etsen ya! O da senin bir yalancı olduğunu düşünüyor!” sözleri az önce atılan taşlardan daha çok yaralamıştı yüreğini. Evet, eşinin ve oğlunun durumuna çok üzülüyordu ancak ne yapabilirdi ki? Kalpler Allah’ın elinde değil miydi?...
Bu arada semada bulutlar gözükmeye, yerin derinliklerinden ise fokurdayan bir kazanı andıran sesler gelmeye başlamıştı. Yıllardır tek bir bulut bile görmeyen ahali, ilk damlalar indiğinde, bir bayrama erişmişçesine sevinmişti. Her geçen dakika damlalar artıp sular yükselirken halk hala işin eğlence kısmındaydı.
Nuh, kendisine inananlarla birlikte gemiye binerken gözleri oğlu Kenan’ı aramıştı. Ne olursa olsun O da bir babaydı. Oğlunun son anda bile olsa imana gelmesini ve gemiye binmesini istiyordu. Lakin hemen yakınında olmasına rağmen gemiye binmiyor, babasının yalvarmalarına kulak tıkıyordu.
Korkunç fırtınaları, dağları dahi aşan suları gördükçe üzüntüsü daha da artmış ve ağlamaya başlamıştı. Geminin güvertesinde bir sütün gibi duruyor, dua dua yakarıyordu. Çakan şimşeklerle kâh kararıp kâh aydınlanan yüzünde derin bir hüzün vardı. Şüphesiz asırlarca süren mücadelesinin böyle bitmesini o da arzu etmemişti. Bir tarafta helak olan kavmi diğer tarafta ise ciğer paresi Yam vardı.
Gemi sular içerisinde bir kâğıt gibi sallanırken ilahi azap bu sefer farklı tecelli etmişti. Günahlarından yıkanan insanlık, tertemiz bir geleceğe uyanacaktı…