İstanbul’daki İngiliz Büyükelçisi Sir Henry George Elliot’un, İngiltere Devleti’nin maddî ve manevî bütün desteğini ihtilâlin elebaşlarına s

İstanbul’daki İngiliz Büyükelçisi Sir Henry George Elliot’un, İngiltere Devleti’nin maddî ve manevî bütün desteğini ihtilâlin elebaşlarına sağlaması sonucu, 32’nci Osmanlı padişahı Sultan Abdülaziz Han 30 Mayıs 1876 günü tahttan indirilerek yerine yeğeni, Veliaht Şehzade Murad Efendi geçirilmişti. Elebaşılar, devlet işlerini güzel bir şekilde yürütmeleri için kendilerini, devletin en yüksek makamlarına getirerek görevlendirmiş olan Osmanlı Devleti’nin padişahına itaat edeceklerine, sözüm ona Osmanlı Devleti’nin iyiliği için sürekli Meşrutiyet idaresini telkin eden İngiliz Büyükelçisi’nin güdümüne girmişlerdi.
Ordu ve donanmanın üzerine titreyen ve en yeni silâhlarla donatılmasına özel ihtimam gösteren Padişah, halk ve ordu tarafından çok seviliyordu. Ne yazık ki her şey ihtilâlcilerin umduğundan da kolay oldu. Kendilerine “Padişah’a suikast yapılacak, onu korumaya gidiyoruz, çok şerefli bir görevi yerine getireceğiz.” denilerek aldatılan, Şam’dan eğitilmek üzere getirtilmiş, birkaç bölük Türkçe bilmeyen Arab asıllı asker ve 300 kadar Harbiye öğrencisi ile bu işi başarabildiler. Sabahın o erken saatinde, Padişah’ı korumakla görevli kişi ve kurumlar kendilerinden bekleneni yapamamış, yüzlerce saray görevlisinin gözü sanki kör olmuştu.
İhtilâlciler ikili oynuyor...
İhtilâlcilerden sadece, yaptığı işin Meşrutiyet için ve memleketin hayrına olduğuna inanan tek kimse olan Harbiye Kumandanı Süleyman Paşa görevinin başındaydı. Bir de Donanma Kumandanı Arif Paşa, Padişah’ın kimi zaman şahsî servetinden de katkıda bulunarak dünyanın sayılı deniz kuvvetlerinden biri haline getirdiği donanmasıyla sarayı denizden çevirmişti. Diğerleri karşı kıyıda, Hüseyin Avni Paşa’nın Kuzguncuk’taki yalısında, herhangi bir aksaklık halinde “Biz memleket meselelerini görüşmek üzere toplantı yapıyorduk.” diyerek yakayı kurtarmayı düşündüklerinden, olayı uzaktan dürbünlerle izliyorlardı. Veliaht Şehzade Murad Efendi bile ancak amcası kayıkla Topkapı Sarayı’na götürülürken ortaya çıkabilmişti.
Sadrazam Mütercim Rüşdü Paşa, Şeyhülislâm Hayrullah Efendi, Serasker Hüseyin Avni Paşa, Midhat Paşa ile Askerî Şûra Reisi Redif Paşa, yalının pencerelerine üşüşmüş, karşı kıyıdaki sarayda olup bitenleri anlamağa çalışırken, büyük bir endişe içindeydiler. Bir aksilik olur da ihtilâl başarısızlıkla sonuçlanırsa, söyleyecekleri yalan hazırdı. Darbenin bütün sorumluluğunu Harbiye Kumandanı Süleyman Paşa'nın üzerine atacaklardı.
Sonuçta Padişah tahttan indirilerek, o sıralarda kullanılmayan Topkapı Sarayı’na götürülüp aile efradıyla birlikte hapsedilmişti. Hem de öldürülebileceğini düşündürmek amacıyla, babasının amcaoğlu, 28’inci padişah Sultan Üçüncü Selim Han'ın 68 yıl önce şehit edildiği odaya konulmuştu...
Aklını kaybetti denilen padişahtan mektup var...
Sultan Abdülaziz Han, kendisinden bir tas sıcak çorba ve bir dilim ekmeğin bile esirgendiği Topkapı Sarayı’nda 3 gün kaldıktan sonra, burada karşılaştığı uygunsuz davranışlar ve içinde bulunduğu mahrumiyet sebebiyle, yeğeni yeni padişaha bir mektup yazmıştı. O zamanki gazetelerde de yer alan bu tezkiresinde, yeni padişahı tebrik ediyor ve başarılı hizmetler temenni ediyordu. Satır aralarında kendisini bu hâle, yine kendi eliyle silahlandırdığı askerin getirdiğinden söz ediyor ve bu ızdıraplı yerden alınarak şartların daha iyi olduğu başka bir mekâna nakledilmesini talep ediyordu.
İhtilâlciler Padişah’ı öldürmeyi zaten kafalarına koymuşlardı. Mahpus da olsa sevilen bir hükümdarın yaşaması, kendi varlıklarının devamı açısından sakıncalıydı. Aklını kaybetti diye fetva çıkarıp tahtından indirdikleri kimsenin, gayet mantıklı cümlelerden meydana gelen mektubunun basında yer alması, onlar için son derece tedirgin edici bir durumdu. Kendilerine yalan söylenerek ihtilâle alet edilen ordu mensupları ve uydurma bir fetva ile kandırılan halk arasında kıpırdanmalar başlamıştı. Artık ihtilâlciler için durum tehlikeli bir noktaya gelmiş, onu ortadan kaldırma konusundaki kararlarını çok acele uygulamaya koymaktan başka çare kalmamıştı.
Padişah Ortaköy’e naklediliyor
Özellikle ihtilâlin elebaşı Serasker Hüseyin Avni Paşa, yönetimi bütünüyle ele geçirmişse de yeni padişahın emrine karşı gelinememiş ve Sultan, 2 Haziran sabahı erkenden, yine bütün aile fertleriyle birlikte Ortaköy’deki Feriye Saraylarının, Feriye Karakolu bitişiğindeki bölümüne nakledilmişti.
Sarayın bu bölümünün biri hariç bütün kapıları iptal edilmiş, bir tabur asker ile sıkı bir koruma sağlanmıştı. Bu mekânda geçirdiği 48 saat süresince Sultan Abdülaziz Han kapatıldığı odada sürekli ibadet etti ve Kur’an-ı Kerim okudu.
Yanında, tahttan indirildiği gün pelerininin altına soktuğu ve bu ana kadar yanından ayırmadığı ve kimsenin de istemeye cesaret edemediği, büyük amcası Sultan Üçüncü Selim Han'ın tarihî palasından başka silâhı yoktu. Başına gelecekler sanki içine doğuyordu. Sevgili annesi Pertevniyal Valide Sultan ile bu beş gün içinde kaç defa dertleşmişlerdi. Bunlar er geç kendisine bir zarar vereceklerdi...
4 Haziran 1876, kanlı pazar
Hüseyin Avni Paşa, padişahın ihsan-ı şahanesi Kuzguncuk’taki yalısının bir penceresinden diğerine koşuyor, elindeki dürbünüyle karşı kıyıdaki sarayı gözlüyordu. İhtilâl sabahından farklı olarak bu defa yalnızdı. Daha önceden plânlandığı gibi cinayetten sonra ortalığı velveleye vermeleri söylenen hazinedar kalfaların çıkaracağı gürültü için kulağı kirişte bekliyordu.
4 Haziran sabahı saat 9:30’da, daha önceden bahçıvan kadrosuyla saraya sokulan ve 100 altın maaş bağlanan Cezayirli Mustafa Pehlivan, Yozgatlı Pehlivan Mustafa Çavuş ve Boyabatlı Hacı Mehmed Pehlivan ile Mabeyinci Fahri Bey, Sultan’ın odasına daldılar. Binbaşı Necip ve Ali Beyler yalın kılıç kapının iç tarafında, Reyhan ve Rakım adındaki harem ağaları da dışarıda bekliyorlardı. Üzerindeki gece elbiseleriyle sedirde oturan Padişah hücuma geçen katilleri görünce bir an şaşalamıştı. Pehlivanlardan biri bir dizine diğeri öteki dizine çökmüş, Fahri Bey de kollarıyla arkadan sarılmıştı. Üçüncü pehlivan Yozgatlı Mustafa, Fahri Bey'in kendisine verdiği keskin bir çakıyla Padişah’ın önce sol, sonra da sağ bileğini kesivermişti. Sultan Abdülaziz Han bileklerindeki derin kesiklerden kanlar fışkırırken “Aman Allah’ım!” demiş ve kendinden geçmeye başlamıştı.
Katiller odada 5 dakika kadar kalmışlardı. İşlerini şimşek hızıyla bitirmişler ve kimisi pencereden, kimisi sofadan geçerek ana kapıdan yandaki karakola kaçmışlardı. Fahri Bey’le iki harem ağası ise saray odalarına dağılmışlardı. Hüseyin Avni Paşa'nın saraydaki diğer casusları Arzıniyaz, Ebrunigâr ve Ebrukeman Kalfaların ortaya çıkıp görevlerini yapma zamanı gelmişti. Padişah’ın bulunduğu odaya gireceklerine müthiş bir vaveylâ kopardılar. Hatta bazı pencerelerin camlarını kırdılar. Boğaz’ın esintisi bu sesleri karşı kıyıya ulaştırdığında, Hüseyin Avni Paşa kendisini münasebetsiz bir zamanda ziyarete gelen Bursa Valisi Veliyyüddin Paşa'yı başından savmakla meşguldü.
Beş çifte görev başında
Makamına gelip gitmesi için Padişah’ın Serasker’e hediyesi olan gösterişli beş çifte, 10 tane kürekçisiyle zaten harekete hazır bekliyordu. Hüseyin Avni Paşa karşı kıyıdaki çığlıkları duyar duymaz kayığa atladı ve büyük bir hızla 10 dakikada saraya ulaştı. Bu arada saklandığı yerden çıkan Fahri Bey kapıyı kırdırmış ve Valide Sultan ile birlikte Padişah’ın odasına girmişlerdi. Ortadaki masanın üzerinde Yusuf Suresi açık bir Kur’an-ı Kerim duruyordu. Sultan Abdülaziz Han bileklerinden kanlar akan ellerini annesinin göğsüne koymuş “Allah! Allah!” diye inliyordu.
Efendilerinin durumuna yanan saray mensuplarının feryatları, rollerini oynamaya devam eden harem ağaları ve hazinedar kalfaların çıkardığı gürültülere karışmıştı. Bu arada Hüseyin Avni Paşa ve Donanma Kumandanı Arif Paşa odaya girmişlerdi. Saatler 9:45’i gösteriyordu.
Can çekişen padişah odadan çıkarılıyor...
Hüseyin Avni Paşa her zamanki gibi soğukkanlılıkla orada da yönetimi eline almıştı. Kadınları odadan çıkarmış, daha can vermemiş Padişah’ı çağırdığı askerlerle yandaki karakol binasına taşıtıvermişti. Bu arada çevresindekilere “Sultan Aziz vefat etti. Makasla kollarını kesmiş. Şimdi doktorlar gelip rapor tutacak. Padişahımız efendimiz nereyi irade buyururlarsa oraya gömeceğiz. İşi uzatmamak lazımdır.” gibi sözler söylemeye başlamıştı bile.
Sultan, karakol binasının alt katında, kahve ocağının karşısında erlerin oturduğu minderlerin üzerine yatırılıvermişti. Bu arada Sadrazam Mütercim Rüşdü Paşa ve Midhat Paşa da karakola gelmişlerdi. Padişah can çekişirken üç paşa ve yardakçıları gelip, “Bizi azlet!” diyerek alay ediyorlardı. Sultan Abdülaziz Han gözlerini bunlara dikerek yürek yakıcı bir şekilde can vermişti. Hüseyin Avni Paşa bizzat kendi elleriyle pencerelerden birinin perdesini koparmış ve eski padişahın bütün vücudunu bununla örtmüş, gelen hiçbir doktora cesedi muayene ettirmemişti. Rapora imza koyan doktorlardan çok az bir kısmı sadece kesilmiş bileklerini görebilmişti
Ve ilâhî adalet tecelli ediyor
İhtilâlciler ve katiller, merhum padişahın defnedilmesini plânladıkları gibi cinayetle aynı güne sığdırmışlardı. Topkapı Sarayı’na getirilen cenaze burada yıkanmış, kefenlenmiş ve alelâcele babası Sultan İkinci Mahmud Han'ın Çemberlitaş’taki türbesine defnedilivermişti.
Görünüşte her şey ihtilâlcilerin istediği gibi olmuştu. İngiliz Büyükelçisi Sir Henry Elliot, emellerini gerçekleştirmek için artık önünde hiçbir engelin kalmadığını düşünüyordu. Serasker Hüseyin Avni Paşa en az 15 yıl iktidarda kalmayı plânlıyordu. Ama 2 gün sonra yeni padişahın aklını bozacağı ve 3 ay sonra Sultan İkinci Abdülhamid Han'ın tahta geçeceğini hiçbiri hesap edememişti. 11 gün sonra yani 15 Haziran gecesi, padişahın eniştesi Erkân-ı Harp Sağ Kolağası Çerkez Hasan Bey'in Midhat Paşa'nın Bayezid’deki konağında yapılmakta olan nazırlar toplantısını basarak Avni Paşa'yı öldüreceğine ise herhalde kimse inanmazdı...