Kur’ân-ı Kerîm hâşâ kendilerine inmiş gibi davranarak Peygamber Efendimizi aradan çıkarmaya yeltenen bozuk düşünceli sözüm ona din adamları, as

Kur’ân-ı Kerîm hâşâ kendilerine inmiş gibi davranarak Peygamber Efendimizi aradan çıkarmaya yeltenen bozuk düşünceli sözüm ona din adamları, aslında İslam tarihinin her döneminde zaman zaman ortaya çıkmıştır. Her devirdeki İslam âlimleri, bu kabil türedi din adamlarına gereken cevapları vermişler, bu hususta binlerce kitap yazmışlar, bu topraklarda yaşayan halis Müslümanların bin sene boyunca Peygamber Efendimizin ve ashabının yolunda kalmasını sağlamışlardır.
Peygamber Efendimiz bundan 1407 sene evvel, kendisine peygamber olduğunun bildirildiği 610 yılından vefatına kadar 22 sene İslam dinini insanlara bizzat tebliğ etti. Vefatından sonra dört halifesi ve onlardan sonra da Peygamber Efendimizin kurduğu İslam devletinin devamı olan Emevîler, Abbâsîler, Selçuklular ve Osmanlılar, idareleri altındaki mümbit iklimde yetişen binlerce İslam âlimi ile İslam’ın bayraktarlığını ve dünya Müslümanlarının hamiliğini yaptılar. Hazreti Resûlullah’a tabi olmada, ibadetlerde olduğu gibi bütün hayırlı işlerde de hakiki ve kusursuz olarak uyan bu râsih ilimli âlimler, Peygamber Efendimizin tebliğ ettiği İslam’ı değişmekten ve bozulmaktan koruyarak bizlere aynen ulaşmasını sağladılar. Cenabı Hak sonsuz hazinelerinden, onların bu hayırlı çalışmalarına bol bol karşılıklar ihsan etsin.
TÜREDİ DİN ADAMLARI
İşte Peygamber Efendimizin 22 sene boyunca yaptığı tebliği, sonra 30 sene süresince dört büyük halifesinin uygulamalarını, Emevîler, Abbâsîler, Selçuklular ve Osmanlılar döneminde yetişen binlerce İslam âliminin bildirdiklerini yok sayan, onların ne dediğine önem vermeyen birtakım kişilerin son zamanlarda televizyon programlarında boy gösterdiğine, gazetelerdeki köşelerinde kalem oynattıklarına sıkça şahit olmaktayız. Bunlar öyle ileri gitmektedirler ki mezhep sahibi büyük müctehitlerin sözlerini, yazılarını yok saydıkları gibi hadis-i şeriflere de inanmamakta, kolayca “uydurma” yaftası vurabilmektedirler. Peygamber Efendimiz onlara göre İslam’ı tebliğ ettiği 22 sene boyunca hiç konuşmamıştır. Onun mübarek hitabı ile şereflenen binlerle ashab-ı kiram işittiklerini kendinden sonraki nesillere hiç aktarmamıştır.
Bırakın hadis-i şeriflere kulakları tıkamak, ashab-ı kiramı, tabi’îni görmüş büyük müçtehitlerin bildirdiklerini, senetlerini örümcek yuvasından daha çürük sanmak, büyük atılganlık olur. Kendi bilgisini, din büyüklerinin bilgilerinden üstün tutmak, mesela Hanefî mezhebinin bilgilerini hiçe saymak ve bunlara yanlış demek, İslam dininde büyük bir yara, gedik açmak olur. İslam’ın büyük âlimleri, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemin parlak zamanına yakın oldukları için ve ilimleri, sonra gelenlerin bilgilerinden kat kat çok olduğu ve haramdan, günahlardan sakınmaları, Allahü Teâlâ’dan korkmaları, son derece fazla olduğu için, elbette daha güvenilirdirler.
CUMHURBAŞKANI’NIN UYARISI
Çok şükür ki devletimizin yöneticilerinin çoğu, günümüzün bu türedi din adamlarının yaymaya çalıştıkları bozuk fikirlerin karşısındadırlar. Nitekim İbn Haldun Üniversitesi’nde düzenlenen Medeniyetler Şurası’nın 21 Ekim 2017 tarihindeki resmî açılışında yaptığı konuşmasının bir bölümünde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan şöyle dedi:
“Şu anda birçok insanlar çıktı, türedi. Bu türedi tipler sünneti ciddi manada tartışır hâle geldiler. Bu tartışmaların özellikle ülkemizde yapılması, bizler için ciddi manada bir üzüntü sebebidir. Şunu açık, net söylemek zorundayım. Hoca olmak, ahkam kesmek yetkisini kimseye vermiyor ve dolayısıyla sevgili Peygamberimizin sünnetini tartışma yetkisini de onlara vermiyor. Bu tartışmaları açmak, aslında bir neslin ifsadı anlamınadır. Ve bu nesli ifsat etme hakkını da kimse onlara vermemiştir. Kendileri de böyle bir tarzla siyasetin içerisine giremezler, girerlerse bedelini onlar da ağır öderler.”
DİYANET’TEN HUTBE DESTEĞİ
Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından hazırlanan ve 3 Kasım 2017 Cuma günü bütün camilerde okunan Cuma hutbesinin seçtiğim iki paragrafı da şöyle:
“Bizler yüce dinimiz İslam’ı iki ana kaynaktan öğreniriz. Birincisi hidayet rehberimiz olan Kur’ân-ı Kerîm’dir. İkincisi ise Resûlullah Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellemin çağlara ışık tutan sünnet-i seniyyesidir. Nasıl ki peygambere iman olmadan Allah’a imanın bir geçerliliği yoksa Peygamberimizin örnek hayatı, sireti, sahih sünneti ve hadisleri olmadan da Kur’ân-ı Kerîm’i doğru anlamak ve yaşanan bir hayata dönüştürmek mümkün değildir. Zira Kur’ân-ı Kerîm, Peygamberimize indirilmiş, onunla anlaşılmış ve onun örnekliğinde hayata yansıtılmıştır.
Resûlullah Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellemin örnek hayatını bizlere aktaran sünneti ve hadisleri bütün müminlerin ortak mirasıdır. Peygamberimize gönülden muhabbet besleyen, onun örnekliğini benimseyen, yolundan yürüyen her bir mümin, sünnet ehlidir. Hiçbir kimse ya da zümrenin, kendisini sünnetin tek hamisi olarak görmeye hakkı yoktur. Aynı şekilde sünneti itibarsızlaştırmaya ve devre dışı bırakmaya yönelik anlayış ve gayretler de beyhude birer çabadan ibarettir.”
“Ilımlı İslam” ve “dinler arası diyalog” gibi Peygamber Efendimizin tebliğini yok sayan anlayışların ikliminde yeşeren bozuk itikatların neye mal olduğunu yaşayarak gördük. Hâlbuki Cumhurbaşkanı’nın da sık sık tekrarladığı gibi bir hadis-i şerifte mealen “Müslüman akıllı insandır. Aynı delikten aynı yılana iki kere sokulmaz.” buyurulmuştur. Dolayısıyla bu hadis-i şerifin işaret ettiği doğrultuda davranılarak devletin en üst kademesinden ve devlet kurumlarının din konusunda en yetkilisinden bu açıklamaları işitmek gönlümüze sürur verdi, geleceğe daha bir güvenle bakmamıza vesile oldu.