Öncelikle hoş geldiniz. Nasılsınız?

Teşekkür ederim Yağmur Hanım. Öncelikle, nazik davetinizden dolayı şükranlarımı sunuyorum.

Yazmaya nasıl başladınız önce bunu sormak istiyorum. Nasıl başladı bu yolculuk? Nasıl karar verildi?

Benim yazı ile olan yolculuğum oldukça eski aslında. Başlangıçta, yazmak benim için, hayalperest ve biraz da duygusal bir çocuğun iç dünyasını yansıtmaya çalışmasıydı. Hayal kurmayı, kendim ile konuşmayı severdim. Belki de bunun etkisiyle günlük tutmaya başladım. Aşklarımı, hayal kırıklıklarımı, üzüntülerimi çoğu zaman günlüğüm ile paylaşırdım. Ortaokul ve lisede iken yazma tutkum vardı, sebebini çözemediğim. Onun için yazmak mı konuşmak mı sorusunu çok sordum kendime. Ya da insan neden yazar veya yazma gereği hisseder? Ama ben yazmayı tercih ettim. Yazmak, bazen içinizde kopan fırtınanın izdüşümü olur bazen de dinginliğin geride bıraktığı titrek ayak izleri… Benim için yazmak, dünya yolculuğunda canhıraş kurtarabildiklerimdir. Bir de şunu söylemeliyim: yazmaya nasıl karar verilir veya bu esrik yolculuk nasıl başlar, hiç bilmiyorum. Bu yolculuk, bir gün ansızın başlayan bir serüven gibidir; sadece başlarsınız. O kadar.



Kitaplarınızdan bahseder misiniz kısaca?

Şu ana kadar yayınlanmış üç kitabım bulunuyor; bir kısmı, siyasal içerikli metinler. İlk kitap, Türkiye’yi küresel dünyaya açan Özal’ın muhafazakâr dünyasını anlamaya ve anlatmaya dönük bir çalışmaydı. Bu “Türkiye’de muhafazakârlık” başlıklı çalışmam, Türkiye’nin muhafazakâr kodları ile beraber yaşadığı dönüşümün gerçekliğini anlamaya çalışmamın ürünüydü. İkinci kitabım; “17-25 Aralıktan 15 Temmuz’a FETÖ” idi. Bu kitabımda Türkiye’nin son kırk yılına damgasını vuran FETÖ’nün sosyolojik analizini yapmaya çalıştım. Ben hep şuna inandım. Yazar, zamanının tanığı olan insandır. Bu kitabımda; hem tanıklığını yaptığım yakın dönemin ruhunu kavramaya hem de Türkiye’nin önemli bir sorununu sosyolojik olarak analiz etmeye çalıştım. Üçüncü kitabım da yakın zamanda okuyucu ile buluşan Onbeşlikler...

Peki gelelim Onbeşlikler'e... Ne anlattınız bizlere?

Onbeşlikler, henüz gençliğinin baharında kendi hayatının şiirini yazanların öyküsüdür. Çanakkale’de, Kurtuluş Savaşı’nda, 15 Temmuz’da ve içinde yaşadığımız zaman diliminde bu mukaddes millete kurşun sıkanlara karşı direnen gençlerin destansı mücadelesi… Vatana, millete ihanet edenlerin karşısında bir abide gibi dimdik duran ve henüz bıyığı bile terlemeden şehit olan gençlerin tükenmez aşkına düşülen bir dipnot… Bu eser; Ahmetlerin, Mehmetlerin, Habibelerin, Ayşelerin, Kınalı Alilerin, Ezineli Yahya Çavuşların, Mustafa Kemallerin, Halil İbrahimler Yıldırımların Eren Bülbüllerin destansı mücadelesinden oluşuyor. Onbeşlikler, daha çocukluklarını yaşayamadan, delikanlılığın ne olduğunu bile anlayamadan minicik bedenleri düşmanın karşısına dikilen ve adlarına “15’likler” diye türküler yakılan bir sevdanın izdüşümü gibi. Bu kitapta, hey on beşli on beşli türküsünün kahramanları Hüseyin ile hediyenin aşkının yanı sıra, cumhuriyet Türkiye’sinin mimarı Gazi Mustafa Kemal’in bitimsiz mücadelesinden izler bulacaksınız. 15 Temmuz gecesi bu millete kurşun sıkanlara karşı direnen on beş yaşındaki Halil İbrahim Yıldırım’ın ve Eren Bülbül’ün yarım kalan hayallarının esrik bir öyküsü… Gönlüne düşen aşkı, vatan ile mühürleyenlerin öyküsü var bu kitapta.

Neden On beşlikler?



Kitabının isminin on beşlikler olma nedeni, daha on beşinde şehit olan gencecik fidanlardan oluşuyor olmasıdır. Vatan aşkından dolayı dünya serüvenini on beş yaşında tamamlamış olmalarından dolayı. Halil İbrahim de on beşindeydi, Eren de on beşindeydi. Daha bıyıkları bile terlemeden aramızdan ayrıldı onlar. İşte bu erken veda, bu kitaba adını verdi. Kitabın gerçek yazarı ben değilim, onlar, o kahraman çocuklarımız.

Yer verdiğiniz hikayelerden sizin en çok etkilenerek yazdığınız hangisiydi?

Benim yazarken en fazla duygulandığım, etkilendiğim öykü, Trabzonlu bir çocuk olan Eren Bülbül ile yine Şanlıurfalı bir Kürt çocuğu olan Halil İbrahim Yıldırım’ın öyküsü… Bu iki öykü aynı zamanda, iki farklı kimliğin bu ülke potasında erimesinin öyküsü… Türk ile Kürdün aynı sevda altına yürümesi... Bu çok çarpıcıydı, vurucuydu.

Kitabı incelediğimde 11 Mart 2014'te, 15 yaşındayken 16 kiloda hayatını kaybeden Berkin Elvan'ın yer almadığını görüyorum. Neden?

Bu kitabın temel özelliği, kahramanlarının on beş yaşında olmasıdır. Berkin Elvan’ın olmama nedeni de budur. Bir de bir kitap da her şeyi ya da herkesi anlatamazsınız. Ben, tercih ettiğim kahramanların öyküsünü anlattım. Birileri de kalksın Berkin Elvan’ı yazsın; okuyalım.



Taraflı bir kitap mı Onbeşlikler?

Benim meselem; taraflı veya tarafsız olmak değil, dürüst olmaktır. Herkesin, okuyucun da yazarın da elbette bir tarafı vardır. Ancak taraf olmak, yalan söylemek demek anlamına gelmez, gelmemeli de. Mesele, okuyucuya derdinizi yalan söylemeden dürüstçe anlatmanızdır. Gönül kapılarının üzerinde dürüstlüğün olmasıdır. Aynı zamanda tarafsız olmak, bertaraf olmak anlamına da gelir. Mesele; tarafsızlık değil, dürüst olmak, etik değerlere uygun davranmaktır. Maalesef, birçok kimse kendi bulunduğu tarafı haklılaştırmak için etik değerlerden uzaklaşıyor. Tehlikeli ve yanlış olan bu değil midir? Bir de Cemil Meriç’in ifadesiyle Olimpos Dağı’nın çocuklarıyla Hira Dağı’nın evlatları arasındaki bir savaş’ta tarafsız olunmaz. Tarafımız; Türkiye’dir, bu yüce milletin yanıdır.

Kitapla ilgili aldığınız yorumlar nasıl? Memnun musunuz?

Şu ana kadar bana gelen yorumlar, kitabın önemli bir eksikliği doldurduğu yönündedir. Genel olarak, vatan ve aşk ekseninde yazılan kitaplar, hep olgun insanları veya belli yaşın üzerindeki insanların öyküsünü anlatıyor, o bilinç düzeyini esas alıyordu. Bu kitap, gençlerin daha bıyığı bile terlememiş çocukların öyküsü. Toplumun farklı kesimlerinden oldukça güzel yorumlar alıyorum ve bu beni çok mutlu ediyor.

Bundan sonraki hayalleriniz planlarınız neler?

Yazmaya devam… Yazmak istediğim romanlar ve beni bekleyen kelimeler var daha. Onlarla önce kendimi, sonra da okurları buluşturmak niyetindeyim. Edebiyatın siyasetin kıyısında kelimelerle vuslata devam edeceğim.



Yeni kitap gelecek mi? Eğer planda varsa biraz bahseder misiniz?

Tabi ki… Üzerinde çalıştığım yeni bir romanım var. İstanbul’un arka sokakların başlayan ve yine İstanbul’un farklı mekânlarında kendini bulan bir aşk öyküsü. Bir İstanbul romanı olacak gibi. Okuyucu, Kız kulesinde aşkın büyüne kapılıp Galata Kulesinden aşkın semalarına yükselecek. Niyetimiz bu; çünkü İstanbul, aşkın şehridir. Her aşk bir şehre aitmiş. Bu öykü, İstanbul’a ait bir aşkın kadifemsi bir yolculuğu… Gönlümüz izin verdiği müddetçe ve verdiği kadarını yazmaya çalışacağım.

Şu an hayal ettiğiniz hayatı mı yaşıyorsunuz?

Şu anda bir taraftan da akademik çalışmalar yapıyorum. Bu ülkeyi, bu ülkenin siyasetini ve toplumsal dokusunu anlamaya çalışıyorum. Aslında gözlem yapıyorum. Çünkü yazmanın ilk basamağının gözlem olduğuna inanıyorum. Benim için aslolan, insanın gençliğinin düşlerine sadık kalmasıdır. Billy Budd, öyle diyordu; gençliğinin düşlerine sadık ol. İnsan, gençliğinin düşlerine sadık kalmalı. Bir de ben insanı, ateşe benzetirim. İnsan tıpkı bir ateş gibi bazen sönmeye yüz tutar, bazen de yanıp göğe çıkmak ister. Hayaller ve gerçekler de biraz böyle aslında. Hayal ettiğimiz hayat ile gerçeklerin arasında salınıp duruyoruz işte.

Ülkemizde kadına şiddet malesef hep var ve hiç azalmadan devam ediyor. Öldürülen kadınlarımız da cabası. Siz bu konu hakkında neler düşünüyorsunuz, bir erkek ve bir yazar olarak?

Kadınlarımız, bu toplumun hamurunu yoğuranlardır. Aynı zaman da devlet anadır ve kurucudur. Hayma Ana’yı düşünün. Milli mücadele yıllarında destan yazan kadınlarımızı hatırlayın. Nene Hatın’u, Erzurumlu Kara Fatma’yı, Binbaşı Nezahatı… Bu millet, kadınıyla erkeğiyle bir bütündür ve kahramandır. En zor zamanlarında birlikteliğini sağlamış bu yüce milletin cesaret göstermekte erkeği kadınından, kadını da erkeğinden geri kalmaz. Kadınlarımız, destan yazmışlardır. Bu arada kadınlarımızın öyküleri, romanlara konu olmalı, üzerine romanlar yazılmalı. Gelecek kuşaklar iyice tanımalı, bilmeli onları... Gelgelelim kadına şiddet gösteren erkek müsveddelerine… Onlara erkek demeyi bir zül sayıyorum, dilimde kekremsi bir tat oluşuyor, onlara erkek dediğim zaman. Kadına şiddetin önünde geçmek için kültürel, siyasal ve hukuksal yönden mücadele edilmeli. Hukuksal yaptırımlar artırılmalı ve kültürel bilinci yükseltecek çalışmalar yapılmalı.



Muhafazakarlıktan bahseden birisiniz. Siz muhafazakar mısınız? Ve sizce nedir muhafazakarlık?

Öncelikle bu sorunuza sondan başlayarak cevap vermek isterim. Siyasal bir ideoloji olan muhafazakarlık esnek ve ılımlı bir tavırdır. Radikal veya keskin olmama halidir. Bu arada muhafazakarlıgin bireysel olarak dindarlık veya gericilik ile de ilgisi yoktur. Mesela bir insan hem din karşıtı hem muhafazakar olabilir. David hume bunun en tipik örneğidir. Muhafazakarlıkta asıl olan toplumun faydasına olandır. Din de çok önemli bir değerdir muhafazakarlık icin.muhafazakar düşünürler der ki akıl yıkar din yapar veya yeniden kurar. Benim duruşuma gelince. Ilımlı bir liberalim. Kültürel olarak da muhafazakarım. lımlı olmayı toplumsal degerlerle uyumlu olmayı önemsiyorum.

Sizce en büyük Türk kimdir? Ve son olarak neler söyleyeceksiniz?

Öncelikle böyle bir soruyu yanlış bulduğumu belirtmek isterim. Mesele büyüklük, küçüklük mevzusu değildir. Mesele; bilinçtir, kültürdür, irfandır. Bakınız, ben on beşlikler kitabımda on beş yaşındaki küçük çocukların sonu şahadetle biten yolculuklarını anlattım. Size sorarım; onlar büyük değil mi? Onlar, o küçük yaşlarında destan yazmadılar mı? Hüseyinler, Nezahatlar, Fatma Nineler, Erenler büyüktüler. Bir de, bu ulus büyük bir ulustur. Tarihte büyük bir medeniyet kurmuş, tarihe yön vermiştir. Göktürklerden başlayarak günümüze kadar bu böyledir. Halil İnalcık hocadan ilham ile söylüyorum Türk'ün olmadığı bir tarih eksiktir. Son olarak; teşekkür eder, çalışmalarınızda başarılar dilerim.

 

Röportaj: Yağmur Tanyıldız
Editör: TE Bilisim