Osmanlı İmparatorluğu’nu 1876-1909 yılları arasında yaklaşık 33 sene idare eden Sultan İkinci Abdülhamid Han bu görevi, devletin eski satvet ve kud

Osmanlı İmparatorluğu’nu 1876-1909 yılları arasında yaklaşık 33 sene idare eden Sultan İkinci Abdülhamid Han bu görevi, devletin eski satvet ve kudretinden çok uzak olduğu bir dönemde yüklendi. Mali olarak gücünü kaybettiği, dolayısıyla askerî olarak rakiplerinden geri kaldığı için “Hasta Adam” olarak ilan edilen devletin etrafını, ağzı salyalı aç kurtlar ve akbabalar sarmıştı.
Merhum Sultan, saltanatının başında ve sonunda, yönetimin kendi elinde olmadığı Birinci ve İkinci Meşrutiyet dönemlerindeki toprak kayıplarının dışında, yine üç kıta üzerindeki 9 milyon kilometre karelik imparatorluk topraklarını, takip ettiği ince siyasetle 30 sene aynen muhafaza etmişti.
SULTAN HAMİD SİYASETİ
Sultan İkinci Abdülhamid Han, devrinin önemli devlet adamlarının dahi takdir etmek zorunda kaldıkları deha seviyesindeki siyasetiyle Balkan devletlerinin birleşmesini önlemiş, kendisinden sonra çıkacak Balkan Savaşı’nı, dolayısıyla da Birinci Dünya Savaşı’nı 30 sene geciktirmişti. Balkanlar üzerinde Rusya ile Avusturya-Macaristan’ın anlaşmasına imkân vermemiş, ikinci devlet Almanya’yı kazanarak, birinci devlet İngiltere tarafından yutulmayı önleyebilmişti. Memleketi savaştan uzak tutarak, bütün gücüyle eğitim ve bayındırlık faaliyetlerine yüklenmişti. Zamanında sadece Yunan Savaşı çıkmış, o da 32 gün sürmüş ve zaferle sonuçlanmıştı.
O tarihte, dünyanın büyük bölümünü ele geçiren sömürgeci Hristiyan devletler, zirveye yaklaşmışlardı. Zirveye varınca, tabiî olarak iniş başlayacaktı. Bu inişe kadara Osmanlı Devleti mevcut durumunu muhafaza edebilirse, daha sonra sömürgeci devletlerle hesaplaşma başlayabilirdi. Önemli olan, o an geldiğinde her bakımdan güçlü olmaktı. İşte Sultan İkinci Abdülhamid Han’ın siyaseti bu idi.
HEYHAT Kİ İMPARATORLUK DAĞILIYOR
Osmanlı İmparatorluğu’nun asıl yıkılış tarihi, İkinci Meşrutiyet’in ilan edildiği 23 Temmuz 1909’dur. Batı, tarihimizdeki bu önemli kırılma noktasında emeline ulaşmış, devleti parçalayıp paylaşmalarının önündeki en büyük engel olan Sultan İkinci Abdülhamid Han’ı nihayet etkisiz hâle getirmişti.
Felâketler daha İkinci Meşrutiyet ilân edilip yönetim Sultan İkinci Abdülhamid Han’dan İttihatçılara geçer geçmez başlamıştı. İttihatçıların “İnkılap” diye övündükleri ve millî bayram ilan edip her sene şenliklerle kutladıkları bu tarihten daha 2 ay kadar sonra, 5 Ekim 1908’de, Bulgaristan (96 bin kilometre kare) Osmanlılardan ayrıldı. Aynı gün Avusturya-Macaristan, Bosna-Hersek’i (52 bin kilometre kare) topraklarına kattı.
1911-12 yıllarında Trablusgarp’ta İtalya ile yapılan savaş sonunda Trablus vilayeti (1 milyon 59 bin kilometre kare) ile Bingazi sancağı (700 bin kilometre kare) yani Libya kaybedildi.
İttihatçılar ihanet derecesine varan bir gafletle, Sultan İkinci Abdülhamid Han’ın bizzat körüklediği kiliseler ihtilâfını, 1910’da çıkardıkları bir kanunla hallettiler. Böylece Balkan milletleri Osmanlıya karşı kolayca birleşti. 1912’de patlayan Balkan Savaşı’nda koca imparatorluk Balkan devletçikleri Karadağ, Bulgaristan, Yunanistan ve Sırbistan karşısında bozgun yaşadı. Bu devletler Osmanlı’dan, Selanik, Manastır, Kosova, Yanya, İşkodra, Akdeniz Adaları vilayetleri ile Edirne vilayetinin Dedeağaç ve Gümülcine sancakları, Girit ve Sisam’ı (167 bin kilometre kare) kopardılar.
ALMANLARIN YANINDA HARBE GİRİYORUZ
Sultan İkinci Abdülhamid Han’ın “Memleketi benden sonra 10 sene idare etsinler, 100 sene idare etmişler sayacağım.” dediği İttihatçılar bununla da kalmadılar. 1914’de devleti, bu defa da dünyanın süper güçlerine karşı Almanya safında Birinci Dünya Savaşı’na soktular. 1914 sonunda İngiltere Kıbrıs (9 bin kilometre kare) ile Mısır (994 bin kilometre kare) ve Sudan’ı (2 milyon 294 bin kilometre kare) ilhak etti.
1918’de savaş bittiğinde imparatorluğun kalan toprakları da yağma edilmiş, bugünkü Irak, Suriye, Lübnan, İsrail, Ürdün, Yemen ve Suudi Arabistan devletlerinin bulunduğu topraklar elden çıkmıştı. Sonuç olarak 1908’de 9 milyon kilometre kare olan imparatorluk topraklarını kaybederek on sene içinde 780 bin kilometre kareye düşmüş olduk.
SON TÜRK DEVLETİ
Malumunuz Cumhurbaşkanlığı forsundaki 16 yıldız, tarihteki 16 büyük Türk imparatorluğunu, ortadaki güneş ise son Türk devleti Türkiye Cumhuriyeti’ni simgeler. Bu 16 bağımsız Türk devletinden ilki Milat’tan önce 220 yılında Kara Han (Teoman) tarafından kurulan Büyük Hun İmparatorluğu’dur. Osmanlıların da atası olan Kara Han oğlu Oğuz Han (Mete) Milat’tan önce 209 yılında tahta geçince ilk düzenli kara ordusunu kurmuştur. Nitekim bu tarih Türk Kara Kuvvetlerinin kuruluş tarihi olarak kabul edilmiştir.
Bu Türk devletlerinden Büyük Hun ve Göktürk İmparatorlukları 18 milyon kilometrekare, Büyük Selçuklu İmparatorluğu 10 milyon kilometrekare Osmanlı İmparatorluğu ise 20 milyon kilometrekare yüzölçümüne ulaşmıştır. Dolayısıyla iki bin seneyi aşan Türk tarihi, müddet, yüzölçümü, süreklilik, istikrar, askerî ve mali güç bakımından benzersiz seviyelere ulaşan devletleriyle tam anlamıyla bir başarı hikâyesidir.
Ecdadımız bizlere, dünya üzerindeki her ferdin imreneceği bir tarih mirası bırakmıştır. Bu kadar uzun zaman diliminde meydana gelen bazı özel durumlar cımbızla çekilip, art niyetle öne çıkarılmadığı sürece, bu tarihî mirasta utanacağımız hiçbir husus yoktur.
ŞU ANDA DA BÜYÜĞÜZ
Şu anda da 254 ülke içinde yüzölçümü bakımından 37. sıradayız. Nüfus bakımından ise 17. büyük devletiz. Nüfusta Almanya, İngiltere, Fransa ve İtalya’yı geride bıraktık. Yıllarca nüfus planlaması yalanıyla uyutulduktan sonra çok şükür bunu da aştık ve nüfusun bir güç olduğunu kavradık. Avrupalı sözde dostlarımızın can sıkıntısının bir sebebi de bu olsa gerek. Çünkü bu büyük nüfusumuz yetmiyormuş gibi oralarda da 4,5 milyondan fazla Türk yaşıyor.
Ekonomiye gelince Satın Alma Gücü Paritesi (SAGP) bazlı Gayrisafi Yurtiçi Hasıla (GSYİH) 2016 rakamları bakımından 1,988 trilyon dolar ile 13. sıradayız. Yani şu anda yine büyük devletler arasındayız. Başımıza sarılmak istenen belalar, her gün karşılaştığımız olumsuzluklar bizi karamsarlığa sevk etmesin. Hiçbir asırda, hiçbir devlet sıfır problem seviyesine ulaşamadı. Bundan sonra da ulaşamayacak. İç ve dış meseleler, yabancıların değil, millet olarak bizim uygun gördüğümüz ve devletin başına getirdiğimiz yöneticiler tarafından çözülmeye çalışılacak. Biz de fert olarak her alanda çok çalışacağız ve asırlardan beri yaptığımız gibi “Allah devletimize, milletimize zeval vermesin!” diye dua edeceğiz.