Dünya edebiyat listelerinde en çok okunan yazarlar arasında ve de birçok önemli ödül sahibi Lübnanlı yazar Amin Maalouf (Emin Maluf) Mustafa Kemal Atat

Dünya edebiyat listelerinde en çok okunan yazarlar arasında ve de birçok önemli ödül sahibi Lübnanlı yazar Amin Maalouf (Emin Maluf) Mustafa Kemal Atatürk için; “Tarih sahnesinde çok büyük bir lider” diye böyle hitap ediyor ve devamında onun için tarihe geçen şu unutulmaz tespitlerde bulunuyor:

“Büyükannem yani annemin annesi Virginie, Maruni’ydi. Adana’da doğdu. O dönemde şehirde büyük bir Ermeni topluluğu varmış. Büyükannemin ailesi muhtemelen 19. yüzyıl ortasında Lübnan’ın güneyinden Adana’ya göç etmiş ve oraya yerleşmişler. 20. yüzyılın başına kadar orada kalmışlar ve sonra Mısır’a gitmek zorunda kalmışlar. Hatta büyükbabam Amin’in babası 19. yüzyıl sonunda, Osmanlı zamanında Adana’da yargıçmış. Büyük ihtimalle bazı topluluklar için yargıçlık yapıyordu. Babam gazeteciydi, yazıyordu. Büyükbabam ise profesördü. Büyükbabam daha I. Dünya Savaşı başlamadan önce ilerlemenin Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşanacak bir değişimle geleceğine inanıyormuş. Daha sonra I. Dünya Savaşı olmuş ve Atatürk ortaya çıkmış.

Büyükbabam “Butros” Atatürk’ten çok etkilenmiş. 1921’de karısı yani büyükannem hamile kalınca çocuğuna Kemal adını verme kararı almış. Herkese de, oğluna Atatürk'ün şerefine Kemal adını vereceğini söylemiş. 1921 Aralık’ında doğum gerçekleşmiş ama kız olmuş. Büyükbabam fikrini değiştirmek istemediği ve inatçı olduğu için kızına da Kemal adını vermiş. Çok sevdiğim teyzem Kemal, hep sıkıntı yaşadığını anlatırdı bana. Tanımayanlar Bay Kemal diye mektup yollarlarmış ona. Ama müthiş bir kadındı. 2003'te, 82 yaşında vefat etti.”

Atatürk’le ilgili düşüncelerini Mısır eski lideri Cemal Abdülnasır mukayesesi doğrultusunda şöyle anlatıyor:

“Atatürk’ün elinden çok ayrışmış bir milliyetçilik anlayışı vardı. Nasır’ın da benzer bir bakış açısı vardı ama mücadeleci bir tarzda değildi. Ona göre Arap milliyetçiliği dini referanslara sahip olmamalıydı ama bunu ortalıkta söylemiyordu. Din ve devletin ayrılması gerektiğini açıkça söylemiyordu. Dolayısıyla Atatürk mücadeleci bir laiklik taraftarıyken Nasır zımnen laikti. Atatürk’te aslı önemli ve dikkat çekici olan, bizim yaşadığımız coğrafyada çok yaygın ve halen de süren bir davranış şekline karşı çıkmasıydı. Lübnan’a, Mısır’a, bütün Arap ülkelerine hâkim duygu, dünyanın büyük güçler tarafından yönetildiği ve bu büyük güçler karar alırsa bunu kabul etmekten başka çare olmadığıdır. Atatürk ise I. Dünya Savaşı bittiği gün büyük güçler ona uymayan bir karar aldıklarında, “Hayır” dedi, karşı çıktı. Aslında bu güçler kadiri mutlak görünseler de bazı ülke ve durumlarda güç ilişkilerinin onlar lehine olduğu kesin değildir.

I. Dünya Savaşı bittiğinde söz konusu devletler oturup “Türkiye'yi şu şu parçalara böleceğiz” dediler. Ama bu, onların ordularını gönderip bunları dayatmaya hazır oldukları anlamına gelmiyordu. Birisi “Hayır bu bana uymaz, kabul etmiyorum, savaşacağım” deyip bunu da yaptığında, çekilmek zorunda kaldılar. Çünkü bedel ödemeyi göze alamadılar. Bu, Atatürk’ün verdiği büyük bir derstir. Eğer ne istediğinizi biliyor ve bunun için savaşmayı göze alıyorsanız kendinizden çok daha büyük güçleri geri çekilmek zorunda bırakırsınız. Çünkü sahada sizden güçlü değillerdir. Ama Arap dünyasında çok sık biçimde, insanlar bu ülkelerin kararlarına teslim oldu. Buna Nasır da dâhil. Hep o ya da bu güç ne istiyor diye düşünür Araplar. Atatürk ise çok daha iradi ve cesur değil, aynı zamanda çok da akılcı bir tutum sergiledi. Ne yapabileceklerini de analiz etti. “Beni zorlamak için buraya ordu mu gönderecek İngilizler? Hayır, yapmayacaklar. Ben sahada güçlüyüm” dedi.

Ne istediğinizi biliyorsanız bunu dayatabilirsiniz. Size başka bir şey anlatayım. 30 yıl önce gazeteci olarak ABD’de araştırma yapıyordum. Amerikalı bir devlet adamıyla karşılaştım ve ona Lübnan’da olanlarla ilgili ne düşündüğünü sordum. Bana dedi ki;

“Biliyor musunuz, Lübnanlılar garip. Lübnanlı bir yöneticiyle konuşuyoruz, ne istediğini ve düşündüğünü öğrenmek istiyoruz. Ama onlar bize:

‘Siz ne istiyorsunuz? Biz sizin için ne yapmalıyız diye soruyorlar.’

Ortadoğulu yöneticiler çoğunlukla Amerikalılardan emir almayı bekliyor. Büyük güçlerin çok hazır, karar verilmiş bir politikaları olduğunu sanmamak lazım. Tersine çoğunlukla, durumu idare etmek için yönlendirilmeye ihtiyaçları var. Kendinden emin bir yönetici de onların fikrini değiştirebilir.

Atatürk: “Bunu yaptı. ‘Hayır, dediğinizi yapmayacağım. Savaş sonunda aldığınız kararlar beni ilgilendirmiyor. Ben savaşırım’ dedi. Ve hepsi kabul etti söylediklerini. İradeniz varsa koşulları değiştirebilirsiniz? Bugün onun mirasına ilgi çok daha yoğun. Her 10 Kasım’da Anıtkabir dolup taşıyor. Eskiden onu eleştiren kesim bile artık onu okuyor. Benim Atatürk'e büyük bir hayranlığım var. Tarih sahnesinde, çok büyük bir lider. Bazı yönlerini eleştirebilirsiniz ama toplamda onun yaptıkları başka pek çok kişi tarafından yapılamadı. Keşke bölgemizin başka ülkeleri ve liderleri de aynı yolu izlemiş olsaydı, çok daha ileri gitmiş olacaklarından eminim. Onun mirası hep kalacak ve hiçbir şey kaybetmeyecek. Gerçek bir irade ve azimle inandığı yolu izleme cesaretini gösterdi. Bölgedeki diğer ülkelerin ve devlet adamlarının aynı cesaret, azim ve kararlılığa sahip olmasını çok isterdim.” (Kaynak: https://www.haberturk.com/yazariar/kursad-oguz/255) Dünya kamuoyunda önemli bir yere sahip olan bir yabancının, milletimin liderinde bu kadar övgü ile söz etmesi elbette, gurur verici, onur verici ve sevindiricidir!..

Ayrıca Amin Maalouf’un ülkemiz için en son söylediği söz de çok önemlidir. Türkiye’nin Ortadoğu’daki rolünü ve Batılı devletlerle mücadelesi sonucunun iyi olacağını tek cümle ile özetlemiş:

“Ben Türkiye’nin büyük bir geleceği olduğuna inanıyorum….. “ diyor.