‘’Tarih yazmak, tarih yapmak kadar önemlidir. Yazan yapana sadık kalmalıdır.’’ (Mustafa Kemal Atatürk) Bugünlerde ülkemizin kurul

‘’Tarih yazmak, tarih yapmak kadar önemlidir. Yazan yapana sadık kalmalıdır.’’
(Mustafa Kemal Atatürk)

Bugünlerde ülkemizin kuruluş manifestosunun temelini teşkil eden, tarihimizin altın sayfalarında yer alan gerçekler üzerinde farklı bir söylem fırtınası esmekte/estirilmektedir!
Bu tarihi gerçekler üzerinde estirilen fırtınanın hedefinde aslında Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurucusu ve yol arkadaşları vardır!
Geçtiğimiz günlerde Lozan’ın hedef alınmasıyla ‘’Birileri Lozan’ı Zafer Diye Yutturdu’’ açıklamasıyla başlayan/başlatılan bu tarih tartışması; bugünlerde Misak-ı Milli kavramını da içine almış, Cumhuriyetimizin kuruluşunun 93’ncü yılının milletçe, büyük bir gururla kutlanacağı bu tarihi gün öncesinde kamuoyu, yeni baştan tarihi gerçeklerin sorgulanmasına, ‘’Tarih Dersi Veriyorum’’ söylemleri içerisini çekilmiştir…
Pek tabiidir ki, tarih yaşanan gerçeklerin aslına sadık kalarak, o dönemin koşullarını da dikkate alarak, her zaman sorgulanabilir. Yeter ki tarihe yazılı gerçekler siyaset malzemesi yapılmasın, kamuoyunu yanıltan bilgi fırtınası esmesin/estirilmesin…
Zaten ülkemizde tek adam, tek bilen tarafından yönetildiği, başkanlık sistemi eleştirilerinin yapıldığı, yeni bir anayasa paketinin hazırlıklarının süregeldiği, FETÖ kalkışmasını sorgulayan meclis komisyonu üyelerine bir dönem ülke yönetiminde olanların yapmış oldukları açıklamalardan kaynaklanan ülke siyaset lisanının giderek gerildiği bir süreç yaşanırken;
Sınırlarımızın hemen dibinde yanıp, kavrulmaya devam eden Ortadoğu coğrafyasından sınırlarımızdan içine düşen ateşin söndürülmeye çalışıldığı, yıllardan beri ülkemize kan kusturan bebek katili APO’nun yönlendirdiği P.K.K ve yurtdışındaki uzantısı P.Y.D. terör örgütleriyle, IŞİD’in kelle avcılarıyla amansız bir mücadele verilirken;
Ülkemizin gündemini böylesi açıklamalarla meşgul etmek neden?
Son dönemde ülkede her geçen gün artan işsizlik rakamları büyümeye devam ederken, ekonomimiz en ufak bir olay karşısında yalpalar, iş dünyamızda yaşanan sıkıntılar büyürken, 15 Temmuz 2016’da maruz kaldığımız o salya sümüklü meczubun yönettiği FETÖ’nün alçak kalkışmasının izlerinin silinmeye çalışıldığı böylesine bir OHAL dönemi yaşanırken;
Ülkemizi yönetenlerin, ‘’Yenikapı Ruhunda’’ oluşan birlikteliğimizi daha da güçlendirmeleri gerekmez mi?
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşuna giden yıllarda yaşanan, istiklalimize kavuşabilmek adına tarih sayfalarına kazıdığımız her zafer sayfasının bedeli; Büyük Türk Milletinin kanıyla, canıyla ödenmiştir. Hiç kimseye, hiçbir millete borcumuz yoktur.
Nasıl ki, Cumhuriyetin ilanıyla kurulan bu son devletimiz; işgal edilen, yıkılan, yakılan bir imparatorluğun, Osmanlı Devletinin küllerinden doğmuş, bu gerçek tarih sayfalarına da böyle kazınmış ise;
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşuna imzasını atan da, atanlarda; ona hitaplarında; ‘’Atatürk’’ sıfatını kullanmayı sevmeyenler olsa da, bu sıfatın o büyük insana T.B.M.M.’nin verdiğinin altını kalın bir çizgiyle çizerek ifade etmek gerekirse;
Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve yol arkadaşlarıdır.
Lozan devletimizin kuruluş manifestosudur.
Misak-ı Milli; ilk kez 28 Ocak 1920’de Meclis-i Meb’usan’ın gizli oturumunda görüşülmüş, 24 Temmuz 1923’te Lozan’da milletimize Sevr-i dayatan işgal devletlerine kabul ettirilmiş; 23 Haziran 1939’da ise Hatay’ın Türkiye’ye katılması ile bugün içinde yaşadığımız ülke sınırlarımız belirlenmiştir.
A.B.D.’nin BOP çerçevesinde Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmeye çalıştığı bir dönem yaşanırken, bir asır öncesinde halledilmiş tarihi gerçekleri yeniden tartışmaya açmak, Ortadoğu’da kalan ecdat yadigârı Halep, Kerkük, Musul üzerinden Cumhuriyeti kuran kadroları hedef almak ne kadar doğrudur?
O dönemde yaşanan gerçekler unutulmuş mudur?
1918 Mondros’unun şartlarıyla darmadağın olmuş Osmanlı Devletinde yaşananları, düşman işgaliyle parçalanan vatan topraklarımızda halkın yaşadığı gerçekleri görmezden gelmek kabul edilebilir mi?
Milletçe kazandığımız kurtuluş savaşımız sonrasında, masada da kazanılan Lozan zaferi sayesinde 780 bin kilometrekarelik bir vatanın sahibi olduğumuz göz ardı edilebilir mi?
Bugünlerde, iç siyaset arenamızda tarihi gerçekler üzerinden süregelen ‘nutuk savaşlarının’ ana nedeni:
Suriye’de, Musul’da savaşın tüm şiddetiyle devam ettiği, Ortadoğu’nun yeniden şekillendirildiği bu kritik süreçte; henüz sahadaki, masadaki yerinin ne olduğu/olacağı tam olarak belli olmayan ülkemizin bu coğrafyada ağırlığını hissettirmesi, bölgedeki Sünnilerin koruyucusu olduğumuzu iç kamuoyuna, dünya devletlerine ikna etmeye yöneliktir…
Ama bu arada; Arap Baharıyla birlikte A.B.D’nin Ortadoğu’da yürürlüğe soktuğu B.O.P.’nin; Afganistan’da, Irak’ta, Libya’da ölüm kusan uçaklarıyla milyonlarca Müslüman katledilirken, o bölgeleri işgal eden Amerikalı Conilerin sivil halka uyguladıkları insanlık dışı hareketleri televizyon ekranlarına yansıdığında kimilerimizin, kimi siyasetçilerimizin sessiz, yorumsuz kaldıkları da unutulmuş değildir..!
Evet, Türkiye toplamı 1208 km’ye varan Irak ve Suriye sınırlarının dibinde izni olmadan bir devletin yapılanmasına; hiçbir terör örgütünün devletimizin topraklarını tehdit etmesine, ülkemizde iç kargaşa çıkarmasına yönelik terör eylemlerine, canlı bombalarla masum vatandaşlarımızın kahpece katledilmelerine seyirci kalamaz, kalmamalıdır da. Devletimizin gücü bu terör örgütlerini yok etmeye muktedirdir.
Bu coğrafyadaki varlığımız Ortadoğu’da daima belirleyici olmuştur, bundan sonra da olmaya devam edecektir.
Ancak özellikle böylesine kritik bir sürecin yaşandığı bir dönemde hele, hele Cumhuriyetimizin 93’ncü kuruluş yıldönümünün kutlanmasına çok az bir zaman kala; devletimizin kuruluş manifestosunu tartışmaya açmak, bunu siyaset malzemesi yapmak, kimseye bir şey kazandırmayacak, tam tersine düşmanlarımızın eline koz verecektir…
Unutulmasın ki,
Tarih, vicdanımıza kazınan olayların hafızası; gerçekler ise zamanın vicdanıdır…