RÖPORTAJ: FATMA TÜZ ZEHRA BABÜRŞAH

 

Fatih Sultan Mehmet, Balkanlar'a sefer düzenlemek isterken, zehirlenerek öldürüldü, biliyorsunuz. Eğer Balkanlar'a gidebilmiş olsaydı, Roma’nın kapıları Osmanlı'ya açılır mıydı?

Aslında Osmanlı Devleti'ne, bir “Anadolu Devleti” demekten ziyade “Balkan Devleti” demek daha doğru olur. Mesela bizim Türkiye'mizde Van diye bir şehrimiz var, sokaktaki bir vatandaşa; “Selanik mi Osmanlı'dan önce alındı, Van mı?” diye sorsak birçok insan herhalde “Van!” derdi. Halbuki Selanik bundan 200 yıl önce Osmanlı'ya katılmıştır. Atatürk'ün doğduğu bir yeri bu kadar unutmuş ve unutturmuşuz. I. Murat döneminde Eflak ve Boğdan feth ediliyor ve I. Murat döneminde Kosova zaferi kazanılıyor. Osmanlı oralara kadar gidiyor. Oğlu Yıldırım Beyazıt, Arnavutluk’a kadar gidiyor. II Murat, II. Kosova Zaferi’ni kazanıyor, Fatih ile beraber! Yani İstanbul'un fethinden birkaç yıl sonra Bosna'yı feth ediyorlar. Ardından Eflak ve Boğdan Osmanlı’ya katılmış oluyor. Eğer 1981'de Fatih'in ani ölümü olmasaydı Roma'yı ve Vatikan’ı alacaktı. Hıristiyanlığın Ortodoks kanadını İstanbul’u alarak ele geçiren Fatih, Katolik kanadını da Roma’yı ele geçirerek alacaktı ve o coğrafyada Katolik baskısını engelleyecekti. Kimseyi zorla Müslüman yapmayacaktı ve Roma’nın ortaya koyduğu Katolik baskısını kaldıracaktı.



“Ani ölümü!” dediniz. Zehirlenerek öldüğünü düşünmüyor musunuz?

Bundan birkaç yıl önce bir kitap çalışması yaptık “Tarih konuşuyor!” du kitabın adı. 41 tane tıp profesörü ile çalıştık. Bu kitapta tarihteki karanlık noktaları tıpla aydınlatma yoluna gittik. Çalıştığımız konulardan birisi de Fatih'in ölümüydü. 22 defa suikast, zehirlenme girişiminde bulunulduğunu biliyoruz, fakat yaptığımız çalışmalar; Fatih'in zehirden ziyade gut ve diyabet hastalığının bir araya gelmesiyle vücudunun kitlendiği yönünde. O dönem yazılanları, birlikte bir analiz yaptık. Bunları tıpçıların önüne koyduğumuzda iş çözülüyor. Fatih’in yıllardır devam eden bir gut hastalığı vardır. Gut geldiği son noktada ürik asit kristallerini böbreklerde değil, eklem yerlerinde biriktiriyor. Şekerin yoğunluğu vücut hücrelerine ilacı aldırmaz. Bu ikisi bir araya gelerek, Fatih’i kitliyor. Asıl ölüm sebebi zehirlenme değil, yani 40 küsür profesörün koyduğu son noktayı söylüyorum.

 

Fatih Sultan Mehmet Han’ın çok büyük başarıları, Avrupa'yı korkuttu, değil mi?

Fatih'ten çok korkuyorlardı. Fatih'in ölümünden sonra haftalarca “Büyük Kartal!” öldü diye şükür ayinleri düzenlediler. II Murat tahtı oğluna bıraktığında “Tamam ya!” diyorlar “Devletin başına çocuk geçti.” Ama fatih çok iyi eğitim almış bir kişiydi. Yani II. Murat oğlu için resmen çırpınmış. Oğlunun eğitimi için en kaliteli hocaları ortaya koyuyor. Birçok yabancı dil bilen, Truva’da kazı çalışmaları yaptırmış bir adam Fatih. Ve orijinal Latincesinden bunları okuyordu. Kimi, kime karşı koruyacağını çok iyi biliyordu! Ortodokslara karşı Katolikleri; Katoliklere karşı Bogomilleri koruyordu. Herkesi kendine bağlamasını biliyordu. Yani bu yaptığı çalışmalar Osmanlı’yı devletten çok imparatorluğa taşıyor. Tam 30 Bin Bogomil Hristiyan’ı Boşnak, Fatih'in önünde bir günde Müslüman oluyor. Bu kaç Osmanlı padişahına nasip olmuştur? Yani sadece asker değil aynı zamanda âlim olan bir padişah ile karşı karşıyayız.



Srebrenica katliamı dahil, geçmişten günümüze yapılan tüm Türk -Müslüman katliamlarını “Osmanlı'nın kalıntılarını Avrupa'dan tamamen sökeceğiz!” düşüncesiyle yola çıkılmış bir mesele olarak görüyorum. Böyle saplantılı bir zihniyet ile karşı karşıyayız. Kısaca bu topraklarda Bizans'ı tekrar kurmak istiyorlar. Fakat Bizans, Ortodoks’tu. Bizans’ı tekrar kurmak İsteyenler ise Katolik. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Sözde hoşgörülü Katolikler, Türkleri ve Müslümanları Anadolu'nun topraklarına sürerek; İstanbul ve İzmir gibi önemli şehirlerde egemenlik kurmak istiyorlar! Müslüman ülkelerin birlik olma ruhunu yok ettiler! Kendi içlerinde ise; NATO’yu, BM’yi ve AB’yi kurdular. Türkiye BM ve NATO'ya üye olduğu halde başı sıkıştığında onları yanında göremiyor! Tüm bunlar bizlere şunu gösteriyor; aslında tüm savaşların temelinde; dinler, inançlar ve ekonomi var! Sizin bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?

Röportajı yapan roman yazarı olunca böyle oluyor, destan gibi bir soru…

 

Bunu da yazacağım…

Kimse kolay kolay böyle soru sormaz. Şimdi şöyle söyleyeyim; Orta Asya'dan gelen Türklerden hiçbir zaman hazzetmediler. Neden? Selçuklu ile beraber Anadolu'ya gelen Türkler, Müslümandı ve İslamiyet’i çok farklı yaşıyorlardı. Mesela Arap dünyası da Müslüman. Ama İslam'a karşı bir saldırı söz konusu olduğunda buna karşı duran hep Müslüman Türkler olmuştur. Bu, Avrupa'yı hep korkutmuştur. Onların kafasında şöyle bir şey var; Türklerin dışındaki Müslümanları bir şekilde sindirebiliriz ama içlerinde Türkler olursa bu iş zor. Sünni İslam'ı, yeniden ayağa kaldıran Büyük Selçuklu Devleti olmuştur. Osmanlı Devleti İslamiyet’i, Balkanlar'a taşıyarak; İslamiyet’i son derece düzgün bir şekilde yaşayan; Boşnak gibi, Arnavut gibi toplumların oluşmasını sağlamıştır. İşte Avrupa bundan çok çekindİ. Bugün de dünya politikasında şu var; Müslümanlar dursun ama zayıf, güdülecek şekilde dursun, hiçbir zaman çoban, gücü elinde tutan Müslümanlar olmasın. Türkiye'nin abilik yapmasını istemiyorlar. İstemedikleri için özellikle de Arap dünyasından bazı kukla lideri Türkiye düşmanı olarak yetiştiriyorlar ve o şekilde bir pozisyon güdüyorlar! Halkta böyle bir şey yok. Halk bizi seviyor.

 

Osmanlı Devleti'nin çöküşünde; soyların bozulması yani padişahların yabancı kadınlarla evlenmesi nin etkisi var mı?

Sanmıyorum! Osmanlı, uzun yıllar beyliklerden kız aldı, kız verdi! Fakat Fatih'ten sonra beylikler kalkınca, ne yapılıyor? Enderun ve harem kuruluyor. Zeki, becerikli ileride devletin önemli işlerini yapacak çocuk yaştaki kız ve erkek çocuklarını Osmanlı seçiyor. Bugün Amerika'nın yaptığı da aynı şey. Çinli en zeki çocuklar, Hintli en zeki çocuklar Amerika’da! Benim oğlum var, evlendireceğim. Neden sarayda okutulmuş, kaliteli bir kız varken, dışarıdan alayım? Ben padişahım, kızım var; neden sokaktan damat bulayım, en kaliteli damat okulu elimin altında! Yabancıların açmış olduğu okullar Osmanlı'ya çok zarar verdi. Bizim içimizde azınlık durumunda olan Ermeni, Rum ama bize hiç zarar dokunmamış, bizi seven insanların çocukları bize düşman olarak yetiştirildi! Biz en büyük zararı bunlardan gördük. Militan nesiller! Bizim ortak olduğumuz bazı toplumlar var; Arnavut, Boşnak gibi… Sahip çıkmaz isek; Amerikalı gelir ve elimizden alır!

 

Suriyelilere de “Sahip çıkmalıyız!” düşüncesiyle mi söylediniz?

Türkiye’ye şu kadar Suriyeli alalım ya da almayalım demiyorum. Ben bir Amerikalıyla ya da Almanla oturduğum da mı daha çok ortak noktam var? Ya da bir Suriyeli, bir Yemenli ile mi? Osmanlı bunları 400 yıl yönetti. Ben yemeğe gidiyorum, neler konuşuyoruz neler? Osmanlıyı konuşuyoruz. 
“Kudüs!” kitabında Muhammed Bin Emin El-Hüseyin’in hayatını anlattım, o anlatıyor; Kudüs'te 1930 yılında bir İslam Konferansı düzenleniyor. Cezayirli Müslüman siyasiler geliyor. Osmanlı'yı orada kötülemeye kalkıyorlar. Dönüyor ve Cezayirlilere diyor ki; “Siz Türkçe biliyor musunuz?” Hayır! “Babalarınız biliyor muydu?” Hayır! “Dedeleriniz?” Hayır! “Peki siz şimdi neden benimle Fransızca konuşuyorsunuz?” “Çünkü” diyorlar “40 yıl Fransız sömürgesinde kaldığımız için bu dili çok iyi öğrendik, Arapçamız çok iyi olmadığı için akademik konuşamıyoruz, o yüzden Fransızca konuşuyoruz. Orada lafı gediğine koyuveriyor; “Osmanlı sizi kaç yıl yönetti? 4oo yıl! Fransa 40 yıl. 40 yılda Fransızlar size ana dilinizi unutturmuş, Fransızcayı ana diliniz yapmış. Osmanlı 400 yıl kalmış, size Türkçeyi öğretmediği gibi kendi evlatlarına Arapça öğretip, sizin hizmetinize göndermiş. Şimdi Fransızlara barbar değil, Türklere mi Barbar diyorsunuz?”

 

Fakat Osmanlı'dan sonra, sahip çıkamadık, çıkılamadı, bunu kabul ediyor musunuz?

Biz Lozan’ı imzaladıktan sonra… Tabii Lozan'ın daha bilemediğiniz maddeleri var ama görünen köy kılavuz istemiyor. Avrupa devletleri yeni kurduğumuz devleti tanımak noktasında bazı şartlar sürdüler. “Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni tanırım!” dedi İngiltere! “Ama bir! Halifelik kaldırılacak!” Maddelerden biri de şuydu; “Balkan ve Ortadoğu -Misakı Milli sınırları dışındaki eskiden beraber olduğunuz bu toplumlara bakmayacaksınız, selam bile vermeyeceksiniz!

 

Kabul etmeseydik ne olurdu?

“Türkiye Cumhuriyeti'ni tanımıyoruz!” derlerdi, biz de “Cehenneme kadar yolunuz var.” derdik. Çünkü biz Kurtuluş Savaşı'nı kazandık? Tanımayabilirdik, umurumuzda olmazdı. Burada birtakım hatalar söz konusu, Bunlar yapılmalıydı, olmamalıydı!

 

İngiltere’nin “Halifelik kalkmadan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni tanımayacağım!” derken kendilerinin hâlâ kraliyet sistemi ile yönetilmelerini ve bunu Türkiye’de istememelerini mantığım kabul edemiyor. Ben, aklı selim her insanın, bunu sorgulaması gerektiğini düşünüyorum!

Bu da çok ilginçtir. İyi ki değindiniz! Bunu düşünemediler mi, düşündüler elbette… Şimdi Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuranlar askerlerdi. Orada bir yarbay var, albay var; savaş kazanılıyor. İçimizden biri çıkıyor, diyor ki; “Ben bir devlet kuracağım!” Sen saltanat ailesinden değilsin, halk tanımayabilir, dış güçler tanıyabilir; fakat şu ölçülere sahip olman gerekiyor! Böyle bir durum söz konusu! Osmanlı Ailesi'nin bertaraf edilmesi İngiltere, Rusya ve Almanya için çok önemliydi! Çünkü bu aile, basit bir aile değildi, bir geleneğin temsilcisiydi! Namus gibi bir köşede durmalıydı! İngiltere ailesinin yönetimde bir gücü yok ama sembolik de olsa tutuluyor. Niye tutuyorlar? Asırlarca sürmüş Britanya topluluğu o aileyi, muhafaza etmek için!



Peki, Avrupalılar; Boşnaklardan neden hazzetmiyor?

Fatih, Bosna Hersek'e girene kadar o coğrafyada yaşayan Slav topluluklar vardı. Bunların bir kısmı Katolik’ti, sonra Hırvat oldu. Bir kısmı Ortodoks’tu, Sırp oldu. Sonra bir kısmı da Fatih'le beraber İslamiyet’i tanıdı ve Boşnak oldu. Benzer coğrafyaların birbirine yakın insanlarıydı ama kader onları enteresan bir şekilde ayrıştırdı; dinleri ırklarını belirler gibi oldu. Boşnaklar, Bogomil yani Tek Allah’a inandıkları için; Ortodoks ve Katolikler, devamlı sıkıntı veriyorlardı. Fatih’in, Bosna'ya girmesi ile arada bir yakınlaşma oldu ve Müslüman oldular! İslamiyet’e çok güzel sarıldılar! Aliyye İzzetbegoviç'in söylediği bir söz var; “8 ile biten yıllar, bizim kaderimiz oldu!” 1878 Osmanlı - Rus Savaşı, 1908 Abdülhamit'in tahttan indirilmesi. Boşnakları, Osmanlı'dan çatır çatır kopardılar! “Siz, Avrupalısınız, Hristiyan olmalısınız, sizin büyük büyük dedeleriniz Hristiyandı!” Boşnaklara çok eziyet ettiler. Kitle imha uyguladılar! Erkeklerin sünnet olması yasaklandı! En son Yugoslavya'nın dağılma sürecinde; Slovenya “Ben devletimi kuruyorum!” dedi; Hırvatlar “Ben devletimi kuruyorum!” dedi. Boşnaklar “Ben devletimi kuruyorum!” deyince “Hayır!” dediler! Ve o 92-95 savaşını başlattılar! Tünelin açılması, gelen yardımlar, Boşnakların imanlarına sarılmaları... Sırpları ve Hırvatları yenmeye başladılar. Sırplar ve Hırvatlar bir oldukları halde yenilmeye başladı. Hırvatlar ateşkes imzalayıp savaştan çekilince Sırplar tek kaldı ve topraklarını kaybetmeye başlayınca; Avrupa ve Amerika devletleri son derece adil (!?) bir şekilde araya girdiler ve savaşı durdular! 3 yıldır neredeydiniz? Srebrenica meselesi de bunun son halkasıdır; artık savaş bitmek üzereydi. Ateşkes yapılmış, Amerika devreye girmişti. Tabii Sırplar bundan çok rahatsızdı. Biliyorsunuz o bölge Hollandalıların kontrolüne bırakılmıştı. Hollandalı askerlerle, Sırplar bir anlaşma yaptılar. Avrupa'nın her şeyi kontrolüne aldığı, tam savaşın bittiği zaman “2 Müslüman daha ölürsek, kârdır!” dediler; 2 değil, birkaç bin Müslümanı bir gecede öldürdüler. Barış döneminde Müslümanlara “Silahlarınızı verin, barış var!” denilerek silahları alınıyor; Sırplara “Buyurun, silahlarını aldık, ne yapacaksınız yapın!” deniliyor. Affedersiniz bunu hayvan hayvana yapmaz. Belgesellerde görüyoruz; geyiğin yavrusu doğuyor, aslan yavrusunu görünce bırakıyor! Hayvanın hayvana yapmadığını, insan insana yaptı!
Bu, Avrupa'nın o sinsi yüzünü gösterdiği acı bir manzaradır. Ve bu hep devam edecektir! Ayasofya'mızın içinde Romalılar döneminde yapılmış bir freks var. Ortada Hz. Meryem, kucağında Hz.İsa! Sağ tarafında Konstantin elinde İstanbul'u tutuyor; sol tarafında Justinianos, Ayasofya'yı hediye ediyor. Bu ne demek biliyor musunuz? Hristiyan dünyası diyor ki; "Bizim en kutsalımız Hz. Meryem ve Hz.İsa! Konstantin ve Justinianos Ayasofya'yı ve İstanbul'u hediye ediyor. Yani biz İstanbul'dan ve Ayasofya'dan asla vazgeçmedik, vazgeçmeyeceğiz!"

 
Editör: TE Bilisim