‘’Hukuksuzluk sürecine, hukuk adına saygı gösterilemez. Bu şekilde giderseniz; ne yönetecek bir ordu, ne yaşanacak cumhuriyet, bir ülke bulamayacaks

‘’Hukuksuzluk sürecine, hukuk adına saygı gösterilemez. Bu şekilde giderseniz; ne yönetecek bir ordu, ne yaşanacak cumhuriyet, bir ülke bulamayacaksınız. Şunu bilin ki, en küçük suçu ve günahı olmayan ben; bu yapılan hukuksuzluğa isyan ve bu karanlığa biz nebze ışık olabilmek için hayatıma son veriyorum.’’ (Deniz Yarbay Ali Tatar)
Öylesine sözler vardır ki! Yaşanan olayların önüne geçer, tarihin unutmaz hafızasına kazınır, nesiller boyunca anlatılır…
Ülkemizin son dönemine damgasını vuran olaylardan bir tanesi de, milletimizin göz bebeği Silahlı Kuvvetlerimize kurulan kumpas sonucunda; yüzlerce suçsuz komutanın, düzmece delillerle uğradıkları hukuk katliamıydı…
Yazımın giriş bölümünde tırnak içerisine aldığım cümleler; hukukun katledildiği o dönemde, hiçbir suçu olmadığı halde tutuklanan ve geçen hafta sona eren Poyrazköy davasında diğer arkadaşları gibi suçsuzluğu mahkemece onaylanan, onur ve gurur timsali bir Türk Subayının son sözleridir.
Rahmetli Yarbay Tatar’ın, tarihe not düşen bu sözleri; T.S.K’ya kurulan kumpası, kendisi gibi yok yere tutuklanan silah arkadaşlarına uygulanan hukuk tarihimizin en ayıplı dönemini anlatan bu sözleri; ülkemizin yakın tarihine kazınmıştır, daima hatırlanacaktır.
Tıpkı düzmece delillerle Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy, Askeri Casusluk adı ile anılan bu ayıplı davalarda tutuklanan; diğer bilim insanlarının, kahraman subaylarımızın, değerli gazetecilerin, yazarların, hukukçuların, rektörlerin ve daha nicelerinin, bu süreçle ilgili söyledikleri son sözleri gibi…
Unutuldu mu sanılır? Kendisini bilime, insanlığa adamış Prof. Türkan Saylan’ın Nisan 2009 da tutuklanırken, kanser hastalığının son evresinde ona reva görülenler… O tutuklama anını anlatan simgesel işareti, evinin balkonundaki o asil silueti.
Ya Bilge yazar, Cumhuriyet sevdalısı, yazdığı her yazı ile gündeme damgasını vuran büyük gazeteci İlhan Selçuk’a yapılanlar, asılsız olduğu saptanan yakıştırmalar? Tutuklama döneminden kısa bir süre sonra hayata veda edişi…
Ülkemizin 26’ncı Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un, dünyanın önde gelen cerrahlarından Mehmet Haberal’ın, ‘Cumhuriyet Mitinglerinin’ simgesi Tuncay Özkan’ın, Usta gazeteci Mustafa Balbay’ın, Kuvvet Komutanlarımızın, pek çok kahraman subayımızın, gazetecilerin, yazarların, her birisi ayrı bir değer olan bu insanlarımızın yargı süreci devam ederken; yazılı ve görsel basında yargısız infaz edenler, onların aleyhine adeta linç kampanyası başlatan kimi kalemlerin, siyasilerin sözleri de daima hatırlanacak…
O dönemde tutuklamalar devam ederken; siyasi arenada rol alanların, basına düşen şu sözlerinin de, asla unutulmayacağı gibi: ‘’Ben bu davanın savcısıyım…’’ , ‘’Sen savcısıysan ben de avukatıyım…’’
Geçtiğimiz hafta sona eren, 83 kişinin beraat etmesiyle sonuçlanan Poyrazköy davasında yargılanan diğer kahraman subaylarımız gibi bir kişi daha vardı o davada beraat eden.
Adı: E. Deniz Kurmay Albay Ali Türkşen. Aslında o; yakın tarihimizde ‘Kardak Krizi’ adıyla yaşanan ve Yunanistan’la savaşın eşiğine geldiğimiz 30 Ocak 1996 gecesi, Kardak Kayalıklarına Türk Bayrağını diken SAT timinin de komutanıydı. Cezaevinde yatmış olduğu 3,5 yıllık süreçte hep ön planda oldu, asla pes etmedi. Ve o acılı dönem yaşanırken; 10 Haziran 2014 tarihinde yazmış olduğu yazıda, kullanmış olduğu şu cümle nedeniyle; dönemin Genelkurmay başkanı tarafından mahkemeye verilmiş ve 5 ay hapis cezası almıştı. Ama bu sözler de tarihe kazınmıştı: ‘’Üzerinizdeki üniformayı sünnet kıyafeti mi sandınız?’’
Evet, öylesine sözler vardır ki tarihe yön verir, yaşanan olayların önüne geçer. Kimi sözler insanı, insanlığa anlatır. Kimi sözler vardır, o ülkede mevcut adalet sistemini, bu sistemin hakça uygulanıp uygulanmadığını ve adalet kılıcını elinde tutanları da anlatır. Hakkın, adaletin olmadığı dönemler; tarihin unutmaz hafızasında ise hep saklı kalır…
İşte tarihimizden çarpıcı bir örnek:
Tarih: 27-29 Haziran 1881… Osmanlının Abdülhamit dönemi… Uyduruk bir iddia ile Sultan Abdülaziz’i öldürmekle suçlanan devlet adamı, eski sadrazam Mithat Paşa’da tutuklanmış, Yıldız Sarayının yanında kurulan bir çadır mahkemesinde yargılanmış ve ölüme mahkûm edilmiştir.
Mithat Paşanın ölüm fermanının ardından, ‘’Vatan Şairi’’ olarak tanımlanan Namık Kemal korkusuzca bir demeç vererek, o davanın yargıçlarını, tarihe not düşen şu sözleriyle eleştirmiştir:
‘’ Ey Hâkimler;
Size, duyduklarınızı kavramakta en güç gelen doğruluktur. Öngörünüze en vahşi şey ise hakikattir. Hâkim bir kudret sahibidir, kudret sahibi cellât olamaz. Hâkim, hakkın koruyucusudur. Hakka karşı silahlanmaz. Adaletin kuludur, zulmün önünde tapınamaz. Dayanıklılık dünyanın kalesidir, değme çarpma ile gedik vermez. Hâkim memleketi ve devleti imar edendir, vatan savaşçısı olmaz. Hâkim, gümüş kalemleri evler yıkmakta ve canlar ezmekte değil, zulme karşı ve zorba takımının başını ezmekte kullanır.
Ey Hâkimler;
Hazır karşınızda duran hürriyet şehidinin elleri bağlı ve göğsü açıktır. Kanlarını saçın, sizin için aşamalar ve yüksek orunlar (makam-mevki) düzenlenmiştir. Maaşlar, armağanlar hazırdır.
Ey Hâkimler;
Kıyamet gününe inanın. Kıyamet muhakkaktır. Masumun hakkını alacak bir büyük mahkeme var. Bu yalan dünyada en alçak çıkara, en hasis bir hırsa mağlup olup da, dinin ve dünyanın saadet sarayını yıkmak, insanların ve hele hâkimlerin üstünlük niteliğine yakışmaz.
Bir zorbanın kendi gibi yalancı ve yok sayılacak iltifatına, bir geçici dünyanın gümüş ve altın tepsi gibi pisliklerine secde edip de, birçok günahsızın kanına girmeye değmez. Hep bunları bir inatçı zorbanın arzu ve hevesine hizmet etmek düşüncesi ile ve birkaç kuruşun neşesi için yaptınız.
Bizler hakkımızı korumasını Hakk’a, ayrımına varılmasını da halka bıraktık. Hemen sizin gibi namusuna küsmüş hâkimler elinde kalan millete Allah rahmet eylesin.’’ (Bk.10’larınİzleriyle Türkiye- Derin Yayınları)
T.S.K’ya kurulan kumpas sonucu yüzlerce komutan, o ayıplı süreçte yargılandılar, cezalar aldılar ama asla hukuksuzluğa teslim olmadılar. Onlar, hep tarafsız ve yüce yargının adaletine güvendiler; sonuçta da haklı çıktılar. Yaşadıkları onca acılı sürece rağmen, tarihe şu notu düştüler: ‘’Vatan sağ olsun.’’
Zaman, yaşanmış tüm gerçeklerin yazıldığı, günü geldiğinde kendisini en çarpıcı biçimde hatırlatan ömrümüzün kaydıdır. Vicdan ise; ömrümüze kaydolan her çarpıcı olayın yargı makamıdır.
Eminim ki bir gün! Vicdan ve zaman mutlaka karşı, karşıya kalacaktır…