Yazıma “Temizlik İmandandır.” Hadis-i Şerifi ile başlamak isterim. Bizlerin diğer çağdaş!!!, batılı!!! Avrupalı medeniyetler ile farkımızı or

Yazıma “Temizlik İmandandır.” Hadis-i Şerifi ile başlamak isterim. Bizlerin diğer çağdaş!!!, batılı!!! Avrupalı medeniyetler ile farkımızı ortaya koyan yaklaşımların ve sosyal hayatın oluşumunda İslam’ın payı yadsınamaz.  Avrupa ise aynı çağlarda temizlik noktasında geldiği nokta gerçekten çok manidar. Veba salgınından milyonlarca insanın ölmesinin tesadüf olmadığına aşağıdaki satırları okuyunca daha iyi anlayacaksınız. Hatta Osmanlı Devleti’nde bile vebadan ölenlerin çoğunluğunun Gayrı Müslüm olması da ilginç bir detay. ŞİMDİ ÇAĞDAŞ BATIYA BİR BAKALIM "Sevgili büyükanneciğim ve büyükbabacığım, dün sabah yatağıma sizden gelen bir paket getirdiklerinde ne kadar şaşırdığımı itiraf etmeliyim. Paketi sabırsızlıkla açtım, içine baktığımda bezelye ve bir tas gördüm. (...) Heyecanla paketten çıkardım ve bir lazımlık olduğunu anladım. Ama öylesine güzel ve gösterişliydi ki, hizmetkarlarım onun sos kabı olarak bile kullanılabileceğini söylediler. Lazımlık gün boyunca ortada durdu ve görenlerin beğenisini kazandı…"  Madame du Deffand'ın 9 Mayıs 1768 tarihli bu mektubu (N.Elias, "Uygarlık Süreci",s.234) Avrupa'nın üst sınıflarının 18. yüzyıla kadarki tuvalet terbiyesi ve donanımını özetliyor… Mezopotamya, İndus, Girit Miken uygarlığında İsa'dan binlerce yıl önce modern tuvaletlerin benzeri, soğuk ve sıcak sulu tuvaletler yapıldığı gibi, şehirlerde kanalizasyon sistemleri de vardır… Roma'da Eski Yunanlılarda olduğu gibi evlerde tuvalet kullanılmasının yanı sıra, su, kanalizasyon ve genel tuvalet donanımına da özen gösterilmişti. Çok lüks ve pahalı olanlarından en basitine kadar kamuya açık tuvaletler vardı. Ayrıca sokaklarda amfora dolaştıran seyyar tuvaletçiler vardı ; çünkü topladıkları dışkı, kumaş parlatmakta kullanılan ticari bir maldı !.. İmparator Vespasian (İS 9-79) döneminde şehrin idrarı ihaleyle parlatıcılara satılarak devlet için gelir kaynağı haline getirilmişti. İS 315'e gelindiğinde Roma'da genel tuvalet sayısı 140'ı aşmıştı. Roma tuvaletleri,  hamamları gibi toplumsal yaşamın parçası, toplanma ve sohbet alanlarıydı. Barbar kabilelerde ise bazen üstü ağaç dalları ve hasır örgülerle çevrili kuyular kullanılmıştı. Ortaçağda şehirler büyüdükçe pislik arttı. Şehir sokaklarının ortasından akan pis sular ve pencerelerden lazımlıkların boşaltılması her zaman görülebilecek tipik bir manzaraydı.  Londra'da Fleet Irmağı, dökülen dışkıdan durgunlaşmış, White Friars keşişleri yaktıkları tütsülere rağmen dayanılmaz duruma gelen koku nedeniyle Parlamento'ya şikayette bulunmak zorunda kalmışlardı. Kibar erkeklerin sokakta kadınların sol tarafında yürümesi adeti de lazımlıkların pencerelerden boşaltılması adetinden kalmıştır… Şehir terbiyesi pencereden oturak boşaltırken "Gardez l'eau" yani "suya dikkat !"  diye bağırmayı gerektiriyordu ki, İngilizce argodaki "tuvalet" anlamında "loo" sözcüğü de buradan gelmektedir.. Rönesans ile birlikte lağım kanalının ihtiyaç olduğu görüşü, mahremiyet isteği, oturakların tahta perde içine alınması düşünceleri yaygınlaşmaya başladı.  1596'da Kraliçe Elizabeth'in torunu Sir John Harrington saraya oldukça gelişmiş bir klozet yaptırdı. Fakat Harrington (yukarıda) kraliçenin tuvaletini alaya aldığı "The Metamorphosis of Ajax" adlı kitabı yazınca ülkeden sürüldü ve tuvalet de tekrar tarihe karıştı !... 17. yüzyılda Versailles Sarayında 274 kutulu oturak vardı ve soyluların birçoğu saraya gelirken oturaklarını yanlarında getiriyorlardı. Kral IV. Henri 1606'da Louvre Sarayı'nın pisliğine engel olabilmek için saray köşelerinde işemeyi yasakladı; sembolik de olsa para cezası koydu.  18. yüzyıl başında oturaklar dolap, küçük hücre ve odacıklara konuldu. 1739'da Paris'te bir partiden önce, bu oturakların konulduğu odacıkların üstüne "hanımlar","beyler" yazılarak ayrıldı. 1530'lara tarihlenen ve etimolojik olarak "küçük at" anlamına gelen "bidet" (bide) de bu dönemde Paris'te ortaya çıktı. Bide, öteki Avrupalılara göre, Fransızların ahlaksızlığının bir ürünüydü… 1775'de matematikçi ve saat yapımcısı Alexander Cummings'in patentini aldığı klozet, pis su borusuna koyduğu eğimle, tuvalette temiz su kalan bir geçiş alanı yaratmış ve kokuları da engellemeyi başarmıştı. 1778'de Joseph Bramah'ın suyun çanakta burgu hareketi yaparak dönmesini sağlayan buluşundan sonra modern biçimiyle klozet yapılmış oldu ve Bramah da denizci olduğu için klozetler önce gemilerde yaygınlaştı..   Kraliçe Victoria için altın işlemeli tuvaletin yapım yılı 1859'dur…Tuvaletin aristokrasi için halen eski alışkanlıkla gösteriş konusu olduğunu anlatan son olay, 1883'te Victoria için Thomas Turiferd tarafından ilk seramik tuvaletin yapılmasıdır. Fakat seramik kullanımı, tuvalet tarihinde önemli bir dönüm noktası da olmuştur… TÜRKLERDE NASILDI? Türkçe tuvalet tarihinin suskunluğu nedeniyle fazla veri sahibi olmasak da, bunu mahremiyet anlayışının tarihselliğiyle açıklamak mümkündür. Lazımlık ve oturağın çocuklara ait olması nedeniyle Avrupa soylularının 18. yüzyıla kadar süren tutumlarının maddi mirası da ortada yoktur. Bu konuda uyuşmazlık olduğu gibi, taharet anlayışı ve oturma yerine çömelme alışkanlığı söz konusudur.  Osmanlıcada bulunan ve lağıma bağlı delikli taş anlamına gelen "bellua" sözcüğü bugünkü çözümün eksikliğine bir kanıt sayılabilir. Şehirler büyüyüp katlar arttıkça evin dışında tuvalet kalmamış, fakat bir yandan da alaturka alafranga ayrımı kendisini göstermiştir. Alafranga tuvaletlere takılan tuvalet musluğuyla bu "modern" çözüm yerlileştirilmiştir.  Tuvalet kavramı ayıp kabul edildiğinden, bütün dillerde olduğu gibi, Türkçe'de de her zaman örtmece bir sözcükle ifade edilmiş, zaman içinde bu sözcük eskidikçe yerini yenisi almıştır. Örneğin, bugün kullanılması hoş olmayan "kenef" sözcüğü, Arapça taraf, yön demektir ve kibar bulunduğu için kullanılmıştı. Yine bir dönem rahatlıkla kullanılan "hela" sözcüğü de Arapça boş, ıssız anlamındaki "hala"dan gelir. "Ayakyolu", tuvaletlerin evin dışında olduğu dönemin sözcüğüdür. "Abdesthane" daha resmilerin, "memişhane" ise daha neşelilerin tercihidir… Türkiye'de kamuya açık tuvalet sektörü büyüklüğüne karşın, yirmi yıl öncesine kadar pek sağlıklı ortam üretilememişti. 1913 yılında Mimar Mösyö Alfred Michel İstanbul Belediyesi ile yap-işlet-devret sistemi esas alınarak "tahte'l-arz ve fevle'l-arz" 30 adet "tuvalet salonu" yapmak için anlaşma imzalanmıştı. Ancak tuvalet salonlarının yalnız 10 tanesi inşa edilebilmiş ve sözleşme koşulları yerine getirilemediğinden depozite akçası Belediye'ye gelir kaydedilerek bu girişim başarısız kalmıştır.. Not: Kudret Emiroğlu'nun "Gündelik Hayatımızın Tarihi" kitabından alıntılar yapılmıştır.