Bugün Hollanda’da yaşananlar; milliyetçilik ya da din ırkçılığı değildir. Özü itibarıyla ekonomik ırkçılıktır. Hollanda Özgürlük Partis

Bugün Hollanda’da yaşananlar; milliyetçilik ya da din ırkçılığı değildir. Özü itibarıyla ekonomik ırkçılıktır.
Hollanda Özgürlük Partisi Lideri Geert Wilders’in “Türkiye’ye gidin ve asla geri dönmeyin” demesi, büyük ölçüde Hollanda’nın mevcut işsizlik sorununu giderme telaşıdır. Çünkü yüksek maliyetleri sebebiyle, üretiminin bir kısmını gelişmemiş ülkelere aktarmıştır. Bu da Hollanda’da işsizlik sorunu demektir.
Avrupa’da bu tutum sadece Türklere yönelik değil, kendinden olmayan herkese uygulanmaktadır.
Ama Hollanda-Rotterdam’da yaşananlar için “İslamofobidir” demek doğru olmaz. Çünkü olayın başladığı ve “AB vatandaşı olmayanların miting yasağı olduğunu” söyleyen, Rotterdam belediye başkanı Fas’lı bir müslüman…
Hollanda aşırı sağ partiside bu durumu oy kaygısı ile kullanmıştır. Oy kaygısının, sözde medeni bir ülkede demokrasiyi nasıl katlettiğini göstermiştir.
Her türlü kaygı iç huzuru bozar. Kaygı hastalıktır, tedavi gerektirir. Kaygı ile korkmuş kişi, insanlığın en büyük düşmanı oluverir.
1800’lü yıllarda İspanyolların, Portekizlilerin kaygıları vardı. Kendi dininden olmayan herkezi öldürdü. Hollanda da bu yaşadığımız, öldürmeyen ama görmek de istemeyen aynı yaklaşım…
Osmanlı; dinimiz gereği diğer dinlere tolerans göstermiştir. Başka dinden olanları öldürmemiş, onlarla kaygılanmamıştır. Ama müslüman olmayı tercih etmeyen, erkek ve sağlıklı olanlardan ayrıca “cizye” vergisi almayı da ihmal etmemiştir.
Bu sayede hazineye ek kaynak ve ucuz işçilik sağlamıştır. Bu duruma zeval vermeye yeltenenler ise uyarılmıştır.
1821-1829 Yunan isyanında başka dine mensup olan herkesi kılıçtan geçiren paşaya, sadrazam mektup yazdı. Ve dedi ki; “Neden suçsuzları da öldürüyorsun, her öldürdüğün Hristiyan ile devletine vergi kaybettiriyorsun.”
Günümüzde üretim zayıf ve işsizlik büyük sorun.
Üretim maliyetlerimiz yüksek… Benzin, enerji, gıda pahalı, alım gücü çok düşük…
Örneğin, Hollanda da dana etinin kilo fiyatı 39 TL, Türkiye’de 45 TL… Neredeyse aynı ama Hollanda’da asgari ücret 1.300 Euro yani 5.200 TL bizde ise 1.404 TL… Hollandalı asgari ücretli bir kişi isterse ayda 133 kilogram et yiyebilir. Türkiye’de asgari ücretli bir kişi ise ancak 31 kilogram et yiyebilir.
Alım güçleri bizden 4 kat daha fazla…
İşte bu fark üretimimizin temel engeli…
Dış piyasada rekabet edemiyoruz. Rakiplerimiz çok daha ucuza aynı ürünleri üretebiliyor.
Biz de çaresiz, elimizdeki sermayeyi duran, hareket etmeyen, bizi ileriye taşıyamayacak konutlara yatırıyoruz. Ve her geçen gün eriyoruz, ilerleyemiyoruz.
Güçsüz ve cılız kaldık. Her önüne gelen kafa tutuyor. Bizi gözüne kestirebiliyor.
Çarşı, pazarımız pahalı… Şimdi tam mevsimi olmasına rağmen portakal 7,5 TL... Sezonun ilk eriklerinin kilosu 300 TL’den satışa çıktı…
Nohudun perakende kilo fiyatı 20 TL’nin üzerine çıktı. Müdahale de geldi. İthal gümrük vergi oranı %19’dan sıfıra indirildi.
Kişibaşı yılda 5 kilogram nohut tüketiyoruz. Yıllık nohut tüketimimiz 460 bin ton. Toprak müsait ama üretim yetersiz, yılda yaklaşık 200 bin ton nohut ithal ediyoruz.
Normalde bir kurubaklagilin fiyatı, maliyeti yükselirse; çiftçiye indirim ya da teşvik yapılır. Uzmanlar durumu inceler, sorunlu bölge tespit edilir, çözüm bulunur. Ve üretim devam eder.
Biz de üretim olmadığından, başka ülkelerin çifçilerinin ürettiğini tükettiğimizden… Gümrük vergilerini sıfırla bitsin...
Bu geçici çözümler bizi her geçen gün daha da zayıflatır.
Sadece nohut değil tüm baklagilleri ithal ediyoruz.
1990 yılında 2 milyon ton kurubaklagil üretiyorduk. Geçen yıl ise sadece 1 milyon ton üretebildik.
Halbuki nüfusumuz %40 arttı.
Artık daha kalabalığız ama kuru bakliyat ve tüm üretim alanlarında daha az çalışıyoruz.
Kuru kalabalık olmaya, ithale zorlanıyoruz…
İthal tüketmek demek, uçan kuşa borç demek…
Çiçekçi, hizmetçi Hollanda’dan, dün kurulmuş Irak’tan, üç kişilik Yunanistan’dan bile tavır demek…
Anlatılan ile anlaşılan farklı ise, ikisi birbirine zıt ve birbirini kapsamıyorsa, anlatılan başka anlaşılan başka ise, yanlışlıklar içerisindesinizdir. Yanlış anlamakta, anlamaktır kabul… Ama yanlış yapılanı doğru imiş gibi anlamak, güzel ahlâkı anlamamaktır.