Bir önceki yazımın devamı olarak Yunanlılar’ın Tripoliçe’deki Türklere yaptıkları soykırımı’na Turgay Cin’in Yunanistan’da “Pontus Soykırımı” iddiaları ve Türkiye kitabındaki tespitlerle devam ediyoruz:

“Zavallı Tripoliçe’nin” düşüşü tamamlanmıştır. Devamında yer alan 74. kıta sanki mantık dışılığın tanrısallaştırılmasına benzemektedir: 32.000 kesilmiş Türk ve Yahudi’nin kanını “masum otlar” içmiş ama her halükârda özgürlük hâlâ “Yunanlılar’ın kutsal kemiklerinden çıkartılmış” olmaya devam etmektedir. 39 kıtalık bölüm boyunca “kutsal kemiklerin” sahibi Yunanlılar’ın kıyımı yapan taraf olmasına gelince sağırlaştırıcı sessizlik... 35’ten 73’e kadarki bu 39 kıtalık kısım, edebiyat tarihi boyunca bir şairin sadece savunmasız kadın ve çocukların kıyımını haklı göstermeye çalışmakla kalmamış, insan katliamını överek şiirini katillerin hizmetine sunduğu tek örnektir... Özgürlüğe adanan bir marşta 32.000 insanın kasaplar tarafından kesilmesinin övülmeye karar verilmesi şair ve diğer pek çokları bakımından Mora’daki etnik temizliğin Yunan bağımsızlığı için ne kadar önemli bir temel ilke olarak kabul edilmiş olduğunun göstergesidir... Yunanistan’ın kendi yeni dönem kültürünün temellerine “katı milliyetçi ve ırkçı” öğretileri yerleştirmiş olduğunun kanıtıdır.

“Yunanlılar’ın kutsal kemiklerinden çıkartılmış özgürlük” şimdi “pis köpeklerin” yani Tripoliçe'deki savunmasız kadınların, çocukların ve erkeklerin katledilmesini gerekli kılmaktadır. Başka bir biçimde söylemek gerekirse, insan hayatının değersizleştiği, kanın safra sayıldığı, sivillerin katilini öven bir metin okumaktayız. Böyle bir şey özgürlük marşı, şiiri olamaz, böyle bir şey katillere bir marştır...".

Diğer taraftan yine başka bir yazar, Dimitris Lithoksou; "21 Programı: Müslümanların Soykırımı" başlıklı yazısında aynen şunları yazmaktadır "Türk kalmasın Mora'da, Ne de bütün dünyada" 1821'ler döneminin bir Yunan halk türküsünde. Rus Çarı I. Aleksandır ile Rus Dışişleri Bakanı İoannis Kapodistrias'ın plânladıkları ayaklanmanın ilk döneminde Yunanistan'daki Türk ve Arnavut Müslümanlar’ın toplu halde yok edilmeleri öngörülmekteydi.

"Sadece böyle bir kitlesel katliam, İmparatorluğun Müslüman halkının tepkisine yol açacak ve suçlu- suçsuz ayrımı yapılmadan Ortodoks Rum ve Arnavutlar’a (Arvanitlere) yönelik kanlı misilleme hareketlerine girişmelerine neden olacaktı. Müslümanlar tarafından yapılan bu misilleme, Avrupa kamuoyunun katledilen Hıristiyanlar lehine dönmesine neden olacak şekilde hassasiyet göstermesi ve Yunan dostu bir hareketin oluşmasıyla birlikte Batı hükümetlerinin ayaklananları “İsyan Edenler” olarak tanımlamak suretiyle meşru kılmaları için gerekli bir ön koşuldu. İsyan etmiş olan bu Hıristiyan Halk ve üstelik “Eski Yunanlılar’ın torunları” olan bu halk, bildirileri dönemin ilerici kişilerini demokratik idealleriyle heyecanlandıran bu halk kısa süre içinde kendinden kat ve kat güçlü askeri güçlerle karşı karşıya kalacaktı.

Filiki Eteriya üyeleri Müslümanlar’ın toplu soykırımıyla ilgili Rus plânlarını uygulayarak, Yunanistan'da yaşayan Hıristiyanlar’ın hepsini suçlu duruma düşürüyor ve Müslümanlar’ın beklenen kan intikamına da maruz hale getiriyorlardı. Bu, Rus plânının sondan bir önceki aşamasıydı. O tarihte ve daha sonra zaman Büyük Rus Ortodoks kardeş için çalışacaktı. Halkları tarafından baskıya maruz kalan Avrupa hükümetleri, Bab-ı Âli'ye olan desteklerini çekecekler ve Rus silahlarının Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamasına izin vereceklerdi.

Yunanlılar sadece Türkler’e karşı değil, Müslüman Arnavutlar’a (Çameryalılara) karşı da soykırımlar uyguladılar. Çameryalılar, "İtalyan düşmanı olmayan tutumları" nedeniyle Yunanlılar tarafından İkinci Dünya Savaşı’nda ağır bir biçimde cezalandırıldılar. "Açıkça soykırıma uğradılar. Zervas'a bağlı EDES kuvvetleri, 27 Haziran 1944’te 'Çamerya Arnavutları Soykırımı’nı başlattı. Çaresiz Arnavut halkın çeşitli uzuvları kesildi, parçalandı, hamile kadınlar, bebekler katledildi. Göz çıkarma, burun, kulak kesme v.b. akıl almaz-yürek dayanmaz vahşet sonucunda ilk 24 saat içerisinde sadece Paramithi'de 600'den fazla Arnavut feci şekilde öldürüldü. 1945 Mart’ına kadar devam “soykırım” sürecinde Filat'da 1286, Gümenice ve çevresinde 192, Margelliç ve Parga'da 626 Arnavut katledildi. ...

Belgelere göre Haziran 1944- Mart 1945 arasında bütün Çamerya'da sivil halktan vahşice öldürülen Arnavut sayısı 3242'ye ulaştı. Bunların 2900'ü yaşlı veya genç erkek, 214'ü kadın, 96'sı çocuktur. Vahşet bununla bitmedi, Yunan kuvvetleri 745 Arnavut kadına tecavüz etti, 76'sını kaçırdı, 3 yaşından küçük 32 bebeği katletti, 68 köyü yerle bir etti, 5800 ev ve (camiler dahil) ibadethaneyi yaktı- yıktı, tahrip ve talan etti. Bunlara ek olarak 85.752 kg zeytinyağı,674.344 kg buğday, 4453 iş ve koşum hayvanı ile 48.435 ev/kümes hayvanını çaldı. ... Çamerya Arnavutları, günümüzde Tiran'da “Çamerya Siyasi Yurtsever Derneği” aracılığıyla haklarını arama ve vatanlarına dönme mücadelesi vermektedir. Arnavutluk Halk Meclisi 30 Haziran 1994'te aldığı bir kararla 27 Haziran’ı “Çamerya Soykırımı’nı Anma Günü” olarak kabul ve ilân etti.

Türkiye'de "Pontus veya Pontos" diye bir yer olmadığı gibi "Pontuslu Rum" veya "Pontuslu Müslüman" veyahut "Rum" da yoktur. Sadece İstanbul'da Ortodoks Hıristiyanlar vardır. Yunanlılar Karadeniz bölgesine "Pontos" diyerek, soykırım iddialarında bulunarak Karadeniz bölgesinde Müslüman Türkler’in aleyhine siyasi bazı emellerinin, taleplerinin olduğunu ortaya koymaktadırlar. "Pontus'lu Yunanlılar" veya "Pontus'lu Rum" oldukları iddia edilen ve adlandırılan insanların bir kısmı Karadeniz bölgesine Yunanistan'dan göçmen olarak gelmişler ve bölgedeki yerli halkı zamanla Yunanlılaştırmışlardır. Yunanlılaştırma da en önemli rolü İstanbul'daki Rum Kilisesi/Patrikhane, okullar ve yardım kurum ve kuruluşları ile dernekler üstlenmiştir. Bunların yanında tabii ki kültürel faaliyetlerin, tiyatro, kitap ve gazetelerin çok büyük rolü olmuştur (Yunanistan'ın "Pontus Soykırım" İddiaları ve Türkiye CİN, Turgay-2006).”

Uzun sözün kısası; Mustafa Kemal’in, 1 Eylül'de Dumlupınar'da verdiği ''Ordular ilk hedefiniz Akdeniz'dir ileri'' emri 9 Eylül 1922'de İzmir'de noktalanırken yalnızca Türkiye için değil dünyanın bütün ezilen ulusları için yeni bir çığır açılıyordu. Yunan Ordusu büyük bir yenilgi almış ve canlarını kurtarma derdine düşmüşlerdi. Yunan ordusu kendilerini almaya gelen ABD ve Yunan zırhlı gemilerine binmek için birbirlerini ezerek denize bile döküldüler. Yani öyle bizimler tarafından bile abartıldığı gibi biz kimseyi denize dökmedik. Herkes açsın tarihe bir baksın; biz Türkler hiçbir millete Soykırım yapmadık. Dünya şunu iyi bilsin ki; İplikçi Konağı’na girerken ayakları altına serilen Yunan bayrağını çiğnemeyen Mustafa Kemal’in ne mensup olduğu millet ne de askerleri ne sivil Rum’u ne de Rum askerini denize dökmemiştir. Bu gerçeğin bizim tarafınızdan iyice bilmesinde büyük yarar var. Çünkü kaş yapayım derken göz çıkarmayalım yani “kahramanlık destanı anlatalım derken başımıza bir de “Rum Soykırımı” yaptınız diyenleri çıkartmayalım!”