‘’Türk Subayı; vatan ve vazife uğruna hayatını seve, seve feda eyleyeceğine dair, milletinin en kutsal emanetleri üzerine yemin etmiş ve gerektiğin

‘’Türk Subayı; vatan ve vazife uğruna hayatını seve, seve feda eyleyeceğine dair, milletinin en kutsal emanetleri üzerine yemin etmiş ve gerektiğinde ya istiklal, ya ölüm diyerek, bu yeminini gözünü kırpmadan yerine getirmiş; ‘Yüce Türk Ulusunun’ bir ferdidir…’’
Böyle bir yazıyı kaleme almamın en önemli nedeni, son dönemde Türk Ordularının temel taşı olan subay kavramına karşı yürütülen asimetrik psikolojik savaştır.
Yaşanan olumsuzluklar içerisinde, yapılan genellemeler ile türlü sıkıntılara maruz kalan, yazılı ve görsel medyadan hiç de hak etmedikleri eleştiriler alan ‘subay’ kavramının ne demek olduğunu; bu şerefli mesleğe öğrencilik hayatım da dâhil olmak üzere, tam 32 yılını veren emekli bir subay olarak; yüreğimde kopan fırtınalardan taşan duygularımla anlatmaya çalışacağım.
O duyguyu ilk kez 12 yaşımdayken yaşamıştım! O anda hissedilenler, anlatılamaz sadece yaşanması gerek.
Öğrenci de olsan, o şerefli üniformayı ilk giydiğin o gün anlarsın ne olduğunu, neyi, nasıl hissettiğini?
Artık sen kalbinle, beyninle, bedeninle ve tüm mukaddesatınla bu aziz vatana ve milletine aitsindir…
Senin hamurun, her karışı aziz şehitlerimizin kanları ile sulanmış olan vatan toprakları ile özdeşleşmiştir.
Artık sen, üzerinde taşıdığın o şerefli üniformanın içerisinde geçireceğin her anın; vatanına ve milletine ait olduğunu öğrenirsin.
Ve sen, ‘Türk Ulusunun’ yüce menfaatleri için görev almanın onurunu, gururunu taşıyan, onun varlığına, kendi varlığını feda etmeyi göze almış bir kişi olursun.
İşte bu hamurunla sana şekil verirler. O kutsal gün geldiğinde de; Al Sancağının ve milletinin huzurunda; bir elini silahının ve bayrağının üzerine, diğerini ise arkadaşlığın en önemli simgesi olan, silah arkadaşının omzuna koyar, yemin edersin.
Subay çıktığın o gün, kuşandığın kılıcının şakırtısı; Oğuz boylarından gelen nal seslerine eşlik eder.
Subay çıktığın gün omzuna takılan ilk yıldız, Al Bayrağımızdan, evrenin sonsuzluğundan sana emanet edilen ilk rütbedir, milletimin şerefini temsil eder.
Senin namus ve şerefine emanet edilen Ay Yıldızlı Sancağımızı, çelik pençeli bileğinle kavradığın o günden sonrasında başlar asıl görevin.
Vatan bellediğin bu kutsal toprakların her zerresidir, senin görev yerin. Edirne’den, Ardahan’a. Samsun’dan, Anamur’a… Görevin yeri ve niteliği hiç önemli değildir senin için.
Gün gelir, bir dağ köyünde, günü gelir bir bozkırın içindesindir…
Kimi zaman sadece subay olman da yetmez, bazen öğretmenlik, bazen de babalık edersin çevrene, çevrende senden çaresizce umut bekleyenlere.
Kimi zaman okul yaptırır, kimi zaman yol açar, kimi zamansa suyu olmayan o toprakların umudu olursun, akan bir çeşmenin suyu için.
Kimi zaman da depremlerin, yangınların, sel felaketlerinin cankurtaranı olursun; vatanın ve milletin için verdiğin hizmetin ile.
Ama en nihayet sen de bir insansın, senin de duyguların, umutların, hayallerin vardır! Seninde mutlu olmak, aile kurmak hakkındır. Eğer zamanını bulabilirsen, bir gün tüm bu hayallerin gerçek olur.
Günü gelir baba da olursun. Eşin, çocukların ve sen... Anan, baban ve yakınların... İşte budur ailen diye bilinirsin hep. Doğrudur ama senin asıl ailen vatanındır, milletinin sana emanet ettiği evlatları, Mehmetçiklerindir.
Yıllarını bu değerler manzumesi içinde geçirirsin. Yaşamının gecesi, gündüzüne karışır. Yazı, kışı, yağmuru, çamuru, karı, yakıcı güneşiyle geçer ömrünün her günü…
Hep üzerine titrersin, sana emanet edilen kınalı kuzular, geldikleri gibi sapasağlam dönsünler ana kucağına, baba ocağına diyerek…
Onlar senin çocuklarından daha önemlidirler. Bayram sabahlarını ilk onlarla kutlarsın, onların mutlu olmaları için çaba harcarsın. Davullar, zurnalar eşliğinde yolcu edersin, gurur dolu gözlerinle izleyerek onları, kışla kapısından ilk girdikleri gün gibi.
Çünkü onlar, peygamber ocağı dediğimiz kışlalarımızın mensupları, vatan topraklarımızın şerefli bekçileri, temsilcisidirler.
Gün gelir, aynı karavanaya birlikte kaşık sallar, günü gelir aynı secdeye baş koyar, dualarınla onlara öncülük edersin.
Günü gelir vatan ve vazife uğruna önlerine düşersin. Nasıl ki, istiklalimiz uğruna Çanakkale’de, Sakarya’da, İzmir’de tarihimize, bu özellikleriyle şan ve şeref kattıysa senden önceki subaylar.
Sen de tıpkı onlar gibi ‘Kore’de’,’Kıbrıs’ta’ tarihimize şan ve şeref katan, yıllardan beri de; ülkemizin bölünmez bütünlüğü uğruna ‘Güneydoğuda’, gerektiğinde gözünü kırpmadan şahadet mertebesine erişensin.
Sen gerektiğinde savaş meydanlarının yiğit cengâveri. Bosna’da, Kosova’da, Afganistan’da, Lübnan’da barışın sembolü; yurtta sulh, cihanda sulh diyerek sana yol gösteren; Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, büyük Türk Milletinin askerisin.
Sen, bu kutsal vatan topraklarımızın hudut boylarında; milletimizin birlik ve beraberliğini, namus ve şerefini koruyacağına dair hudut yemini eden Mehmetçiklerimizi büyük bir fedakârlıkla yetiştiren; gerektiğinde onlarla birlikte vatan ve vazife uğruna ölüme gidensin.
Bilirim ki, yüreğin yanık; için biraz da olsa kırgın şimdi! Son yıllarda yazılanlar, kimi söylemler içini çok acıtmış da olabilir!
Ama değişen ne var ki? Yine ettiğin yeminin sadakatiyle görevini yapan, gerektiğinde eğittiğin Mehmetçiklerinle vatan ve vazife uğruna, milletinin emrinde görev alacak yine sensin.
Kimi köşe kalemşorlarının, bilinen ‘tarafgirli’ yazarların yazdıkları, yaptıkları insafsız eleştirilere aldırış etme. Ardında kalan içi boş delillerle şişirilmiş, sonunda adaletin yerini bulduğu, o malum davalardan da etkilenme. Hele, hele bazı anlamsız, içi boş siyasi söylemlere aldırış dahi etme..!
Sevgili Okur: ‘’ Türk Subayı Kimdir? ’’ Dendiği zaman;
Emekli bir subay, vatan ve vazife uğruna Kıbrıs’ta savaşmış bir Gazi olarak, benim vereceğim cevabım budur.
Çünkü onlar; insanlık tarihi var olduğundan beri, Yüce Türk Ulusunun emrinde Mehmetçikleriyle birlikte tarihimize nice şan ve zaferlerle dolu kahramanlıklar yazdılar, tarih onları yazdı.
Bu toprakların kahramanları bitmeyeceğine göre, daha yazılacak çok tarih ve tarihin yazacağı çok kahraman vardır.