İnsanoğlunun düşüncesinin evrimleşmesi ile birlikte kendini tanıması ve de kendine değer vermesi kavramı da hızlanmıştır. İşte ilk çağlarda te

İnsanoğlunun düşüncesinin evrimleşmesi ile birlikte kendini tanıması ve de kendine değer vermesi kavramı da hızlanmıştır. İşte ilk çağlarda teşkilatlanmış yani devlet dediğimiz siyasi ve hukuki örgütü oluşturmuş toplumlar ilk olarak suç önleme çalışmalarını yapmışlar ve bununla ilgili kanunlar çıkarmışlardır. Yüzyıllar boyunca devletlerin çıkardıkları bu kanunların içersinde sadece insanı birebir ilgilendiren kanunlarla beraber hayvanları hatta canlıların tümünü kapsayan kurallarda konulmuştur Toplumların toplu yaşama geçtikleri yüzyıllarda önce aile fertlerini diğer klan veya kabileye karşı savunma ihtiyaçlarını hissettiklerinden dış tehlikelere kapalı ve içe açık yerleşim alanlarını tercih etmişlerdir. Kısacası siteler oluşturmuşlardır. Zaman içerisinde sitelerin nüfusunun artması ile birlikte birbirleri arasında başlayan anlaşmazlık ve suç işleme site mensuplarına rahatsızlık vermeye başlamıştır. Bu huzurlu ortamın bozulmaması için suçu önleme çalışmaları yapılarak “kurallar” veya “kanunlar” oluşturularak insan yaşamının önemi vurgulanmaya çalışılmıştır.

Suç işlenmesini önlemek için binyıllardır süre gelen çalışmanın tek amacı vardır. Elbette ki bireyin malının canının ve mensubu olduğu aile fertlerinin zarar görmemesidir. Bunların garanti altına alınması için de bireye düşen görevler mensubu olduğu devlet tarafından kendisini de sorumlu tutmuştur.

Eski Türkçe kaynaklardan -özellikle Göktürk kitabelerinden- anlaşıldığına göre, suç sözcüğümüzün en eski Türkçe karşılığı “yazuk” yani “yazık” olmalıdır. Divânü Lûgati’t-Türk ve Kutadgu Bilig gibi onbirinci yüzyıla ait Türk kaynaklarında günah karşılığı olarak “yazuk” kelimesi zikredilmiş ve kullanılmıştır”. Suçlu ve günahkâra da “yazukluğ” yani “yazıklı” deniyor, suç işleme ise, “yazuk kılma” sözü ile karşılanıyordu. “Yazuk” eski Türkler’de suç, günah, suç işleme karşılıklarında kullanıldığı görülmektedir. Ancak bunlar, şaşma, şaşırma, yanılma, yoldan çıkma, ihanet, kusur (etmek), kabahat (işlemek) anlamlarına da gelmekte, yerine göre kullanılışları değişebilmektedir.

Orta Asya bozkırlarında yaşan Türk Milleti 2000 yıllık hayatiyetleri boyunca günümüzdeki Anadolu’ya ve dolaysıyla Avrupa topraklarına gelinceye kadar 2000 yıl içerisinde onlarca devlet kurmuşlardır. Bu kurulan devletlerinin bireylerinin hem ailesine hem de devletine sadık olmasını sağlamak için kurallar koymuştur. Bu kuralların tek ve vazgeçilmez amacı suç işlememek, bireyleri suçtan uzak tutmaktır. Kağanlar bu huzurlu millet-devlet beraberliğini sağlamak için zaman zaman “şölenler” “yardım festivalleri” “yarışmalar” tertip ederek ekonomik destekler ve manevi birliktelik sağlamaya çalışılmıştır. Yani topluma kardeşlik ve aidiyet hissi benimsetilmeye çalışılmıştır. Bunun sağlanabilmesi için “töre” dediğimiz kurallar silsilesi öne çıkmıştır.

Eski Türk toplumlarında kendine özgü bir hukuk ve teşkilatlanmanın var olduğu görülmektedir. Ancak eski Türkler’de suç ve cezalara veya suçun bastırılmasına ilişkin herhangi bir ceza kanunu bulunmamaktadır. Ancak bu dönemde suçun önlenmesi için töre kapsamında katı kurallar konulmuştur. Töre kelimesinin kullanılması M.Ö. 220’li yıllarda Asya Türkleri’ne dayanır. Göktürkler’de ve Uygurlar’da da töre geleneği mevcut olmuş ve 11. yüzyılda çok güçlü şekilde yaşanmıştır. Töreyi, “bozkırlarda fiilen yaşanan zamanla hukuki sosyal değer kazanmış davranışları ihtiva eden ve umumiyetle kanun manasına alınan töre, eski Türk sosyal hayatını düzenleyen mecburi kaideler bütünüdür” şeklinde tamamlamıştır. Eski bir Türk atasözüne göre “İl gider, töre kalır”dı. Töreyi yani kanunlar ile örf hukukunu düzenlemek de Türk Kağanları’nın vazifesi idi. Türkler’in, İslamiyet’i kabulden önceki zamanlarda kurmuş olduğu devletlerde, bağımsız bir adli teşkilat yoktu. Eski Türkler’de hükümdarlar, aynı zamanda adaletin temsilcisiydiler. Açık bir yargı kurultayı M.Ö. 101’de, Hunlar’da görülür. Eski Türkler’in ‘Koni” adını verdiği adliye teşkilatı Göktürkler’de önemli gelişme göstermiştir, Bu teşkilat, hükümda-rın başkanlığındaki Yüksek Devlet Mahkemesi “Yargı” ile Kağan acuna Örfi hukuku uygulamakla görevli “Yargılar” ve bunların yanlarındaki kişilerden oluşmuştur.

Türkler’in bin yıllar boyu yaşadıkları bölgenin çok çeşitli toplumların olması dolaysıyla ne yazı ki zaman zaman karşıtları ile şiddetli geçimsizlik öne çıkmak zorunda kalmıştır. Yani Eski Türk Devletleri’nin temeli, savaş gücüne dayanıyordu. Devletin kuruluşu ile asayiş ve düzenin sağlanması, şimdi olduğu gibi eskiden de silah gücüne bağlı idi. Türk kağanları ulusun emniyetini ve adaleti sağlamak için, kendilerinin ve toplumun yüksek değerlere, özelliklere sahip olmasını öngörmüş ve bu değerlerin korunması için caydırıcı etkisi olan cezalar uygulamıştır. Çin kaynaklarında “töreyi” bozanların disiplin cezalarıyla cezalandırıldığını, bu sebeple Uygur oymaklarındaki asayiş ve düzenin yerinde olduğu yazılıdır. Kutadgu Bilig’de adalet kurumu şöyle tanımlanmıştır: “Memleket tutmak için çok ordu ve asker gerektir. Askeri beslemek için de, çok mal ve servete ihtiyaç vardır. Bu malı ekle etmek için halkın zengin olması gerekir. Halkın zengin olması için de doğru kanunlar konulmalıdır. Bunlardan biri ihmal edilirse beylik çözülmeye yüz tutar”.

Türk Devletleri güçlü bir disiplinle yönetilen devletlerdi. Ordu halindeki bir millet, doğal olarak işlenen suçlara çok sert ve zalimce karşılık veriyordu. Bu dönemde bir suç işlendiğinde, aileden başlayarak herkes yerine ve vazifesine göre sorumlu tutuluyordu.

Ortak sorumluluk anlayışı o kadar güçlüdür ki, bir kişinin yanılgısının, onun tüm ailesine, soyuna, budununa zarar vereceğine inanılır. Bazen cezanın, suçluya değil de suçlunun yakınlarına uygulandığı görülmektedir. Ancak o zaman oğullan, kızları ve hanımları, aile başkanının doğrudan doğruya velayeti altında olduklarından onlara ceza uygulanması, aile başkanına uygulanmış gibi sayılmıştır. Göçebe bir devlet yapısına sahip bulunulduğu için eski Türk toplumlarında hapishane kurulamamıştır. Ancak bazı hafif suçlarda tazminatla beraber uzun süreli olmayan hapis cezalarına da rastlanmıştır. Hunlar’da, ilkel kabilelerde görülen özel intikam yerine, suçluların devlet tarafından cezalandırılması yöntemi bulunmaktadır. Kan davası yasaklanmıştır. Uygurlar döneminde disiplin cezalan çok şiddetli olup özellikle, hırsızlık ve ırza geçme gibi olaylar çok ender olmuştur. Öldürme suçunu işleyen kişi idam edilirdi. Küçük suçların failleri, araba tekerliği altında ezilmekle birlikte, büyük suçları işleyenler ölümle cezalandırılırdı.

Hun, Göktür, Uygur ve Kırgızlarda suç önlemenin en güzel örneği kahraman Manas’a verilen adeta kanun hükmündeki öğüttür; “Güvercine kumruya, tavşana ceylana, kadına, kıza, çocuğa yaşlıya, silahsıza yaralıya, arkasını dönüp kaçana, aman dileyene, teslim olana elçiye, şahsına hakaret edene, canının sıkıldığına, şahsi olarak sevmediğine, özel işini yapmayana, hocaya, keşişe, şamana, hahama... veya senin inandığına inanmayana, sebepsiz hiç bir şeye kesinlikle kılıç sallamayacaksın, ok atmayacaksın! Eline, beline, dizine, gözüne sahip olacaksın!”

Bütün bu söylemlerin özetinde yatan tek gerçek devletin suçla mücadelesi ve suç önleme için yaptığı bireyin ve toplumun sağlıklı ahlaklı bir yapıya kavuşmasını sağlamaktır.