Ortadoğu’da I. Körfez Savaşı’ndan (1991) bu yana, Büyük Ortadoğu Projesi’ni (BOP) hayata geçirme bağlamında büyük bir değişim ve

Ortadoğu’da I. Körfez Savaşı’ndan (1991) bu yana, Büyük Ortadoğu Projesi’ni (BOP) hayata geçirme bağlamında büyük bir değişim ve dönüşüm yaşanmakta. Eski Osmanlı coğrafyasında yaşanan bu değişim ve dönüşüm operasyonlarının, Osmanlı’nın varisi olarak, Türkiye’yi de etkileyeceği biliniyordu. 
Gelinen noktada, doğal olarak, ABD ile Türkiye’nin çıkarları çatışma noktasına geldi. 65 yıllık iki müttefik arasında yaşanmakta olan çıkar çatışmalarının sonu nereye varır belemeyiz, ama “Kürt Koridoru”nun Akdeniz’e uzatılmaya çalışıldığı ve çözüm sürecinde kritik bir döneme girdiğimiz günlerde, hükümetin medyadaki sesi olan Abdülkadir Selvi’nin ABD’yi çözüm süreci önünde bir tehdit olarak görmesi, çok ciddiye alınması gereken bir gelişmedir.  

M.KEMAL SALLI

Emperyalizme savaş açmış ve bu savaşını zaferle taçlandırmış olan Türkiye Cumhuriyeti, ABD’nin Komünizm tehdidi altında olan ülkelere mali ve askeri yardım yapmayı öngören 12 Mart 1947 tarihli Truman Doktrini’nden bu yana, ikili anlaşmlarla ve “müttefik” kamuflajı altındaki çeşitli uygulamalar nedeniyle,  bölgede ABD’nin jandarması olarak görülüyor. Türkiye, 1947’den bu yana, ABD’nin, emellerini hayata geçirmede bir atlama tahtası ya da kaldıraç olarak kullanılan bir ülke olarak anılmaktadır.

1964’te Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahale hamlesi Başkan johnson’ın İnönü’ye yazdığı mektupla önlenmişti, ama aynı Türkiye, 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’yla bir şahlanma hamlesi yapmış ve Amerika’nın muhalefetine rağmen Kıbrıs’a çıkmıştı. Başta Libya Devlet Başkanı Kaddafi olmak üzere pekçok mazlum ülke liderini ve halkını heyecanlandıran bu şahlanış sonrasında Türkiye, ekonomik ambargonun yanı sıra, bir dizi kurgulanmış toplumsal olaylar ve acılar yaşadı. Sağ-sol çatışmaları, aydın cinayetleri, Kahramanmaraş faciası, Ermeni terör örgütü ASALA’nın diplomat kıyımları, PKK kurgulamasıyla onbinlerce canımızın canını kaybetmesi... Ortadoğu’da güçlü bir ülke görmek istemeyen çağdaş haramilerin Türkiye’yi itibarsızlaştırma, güçsüzleştirme politikasının uygulamalarıydı.

 Türkiye’yi içten ve dıştan çökertmeyi hedefleyen bu saldırılar, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının hemen sonrasında, Büyük Ortadoğu Projesi’nin devreye sokulmasıyla daha derin bir boyut kazandı. Kırım Savaşı sonrasında planlanan, Rusya’daki Bolşevik Devrimi’nin I. Dünya Savaşı’nın erken bitmesine neden olmasından dolayı hayata geçirilemeyen “Büyük Kürdistan” paravanası, 1991’deki I. Körfez Savaşı’nda Irak’ın bölünmesiyle birlikte yeniden gündeme taşındı ve “çekirdek Kürdistan” çalışmaları başlatıldı.

KOBANİ DEMEK “KÜRT KORİDORU” DEMEK..

 Irak’ın kuzeyinde oluşturulan Büyük Kürdistan’ın çekirdek devleti, Suriye’nin kuzey parseliyle birleştirilerek Akdeniz’e bağlanmak isteniyor. Son zamanlarda gündemimize yerleşen Kobani fırtınasının gerçek hedefi, Irak’ın kuzeyinden Akdeniz’e uzanacak bir “Kürt Koridoru” oluşturmaktır. “Kürt Koridoru”, daha sonra, İran ve Türkiye’den koparılacak topraklarla “Büyük Kürdistan”a dönüştürülecektir. Böylece, bölgenin güçlü ülkeleri olan Türkiye ve İran parçalanarak kontrol altına alınmış olacaktır. Çağdaş haramilerin hedefi bu.. Gerçekleşip gerçekleşmemesi, bu topraklarda yaşayanların fotoğrafın bütününü görebilmelerine bağlı.. Kobani demek “Kürt Koridoru” demek, “Kürt Koridoru” demek “Büyük Kürdistan” demek, “Büyük Kürdistan” demek “Vaad Edilmiş Topraklar” yani “Büyük İsrail” demek.. Konuyla ilgili yazılarımıda hep söyledik; “Amerika’nın Türkleri ya da Kürtleri mutlu etmek gibi bir kaygıları yok!” Yarınlarda yeni yeni Filistinler yaşamak istemiyorsak, aklımızı başımıza alalım.

“EĞİLİM KÜRTLERDEN YANA..”

Bölgede Kürtlerin Türklerin boşluğunu doldurduğunu söyleyen eski ABD Ankara Büyükelçisi Pearson, “Eğilim, Türkiye’den çok Kürtlerden yana olacak” diyor. Bir bildiği vardır herhalde..

Davutoğlu’nun iyimser havasına rağmen, Türkiye bölgemizdeki gelişmelerden oldukça rahatsızdır. Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı M. Ali Şahin’in, “3’üncü göz olarak ya da başka şekilde ABD’nin veya başka ülkelerin çözüm sürecine karıştırılmayacağını”söylemesi, hükümetin medyadaki sesi olarak tanımlanan  Yeni Şafak yazarı Abdülkadir Selvi’nin, “ABD ile Türkiye arasındaki yolların gittikçe açıldığına” vurgu yapan yazılarını, Türkiye’nin bu konuda duyduğu rahatsızlığın, iki eski müttefik arasında yaşanmakta olan savaşın su yüzüne vurması olarak değerlendirmek gerekir.

NOSTRADAMUS KEHANETLERİ GİBİ.. BUGÜN YAŞADIKLARIMIZ, 2008 TARİHLİ BİR RAPORDA TEK TEK ANLATILMIŞTI

Işık Kansu, 15 Kasım tarihli yazısında Amerikan derin devletinin desteğinde olan ABD-İsveç merkezli Silkroad Institue’nün 2008 tarihli ve “Parçalanmış Türkiye’nin Görünümü” başlıklı raporuna dikkat çekiyordu. 75 sayfalık raporun altında Svante E.Cornell ve Halil Magnus Karavelli imzaları var… Bir ara Cumhuriyet gazetesinde de yazılar yazan Halil M. Karavelli, Enstitü’nün İsveç’teki merkezinde Türkiye Masası şefi. Svante E. Cornell, İsrail’de muhafazakarların sesi olan The Jerusalem Post‘ta yazıyor. İkisinin de İsrail’le yakın ilişkileri var.

Bu ikilinin 2008’de kaleme aldıkları rapor Nostradamus kehanetlerini aratmıyor; söylediklerinin çoğu gerçekleşmiş. Raporun Türkiye senaryoları bölümünden 72. Sayfada şöyle deniyor:

“CHP‘den istifa etmeye ikna edilecek Deniz Baykal‘la, yolsuzluklar konusunda kamuoyunun dikkatini çeken Kemal Kılıçdaroğlu yer değiştirecek. CHP, yeniden Avrupa tarzı bir sosyal demokrat parti olarak ortaya çıkacak.” (Partide uzun bir geçmişi olmayan Kılıçdaroğlu o tarihte CHP Grup Başkan Vekili)

Rapor için Nostradamus kehaneti benzetmesi yapmakta haklı değil miyiz; Rapor 2008’de, “Baykal istifa edecek, Kılıçdaroğlu Genelbaşkan olacak” diyor ve “öngörü” 2010’da aynen gerçekleşiyor..

Raporda ilginizi çekecek bir önemli ayrıntı daha var; Kılıçdaroğlu’nun partinin “altı ok”unda yaptığı çağdaşlaştırma operasyonları 2008 tarihli raporda haber veriliyor: ““CHP, yeniden Avrupa tarzı ve merkezli bir sosyal demokrat parti olarak ortaya çıkacak.”

2008 TARHLİ TARİHLİ RAPORDA ÖNGÖRÜLENLERİN 6 YIL SONRA HAYATA GEÇMİŞ OLMASI DÜŞÜNDÜRÜCÜDÜR

2008 tarihli ve “Parçalanmış Türkiye’nin Görünümü” başlıklı raporun öngördüğü senaryoların 6 yıl sonra hayata geçmiş ya da geçirilmiş olması düşündürücüdür.

Raporun “Çok daha tutucu bir Türkiye” başlıklı bölümündeki ileriye dönük bir öngörüde şöyle deniyor:

“Başbakan Recep Tayyip Erdoğan kendisine yönelik saldırılara göğüs gererek dirayetli bir lider olduğunu bir kez daha ispat eder. 

AKP durumunu düzelterek 2011 seçimlerini de kazanır. Ana muhalefet partisi, laik ve milliyetçi CHP, seçimlerde bir kez daha yenilgiye uğrayarak marjinal bir parti olmaktan öteye gidemez. 

Recep Tayyip Erdoğan, büyük bir oy farkı ile Abdullah Gül’ün yerine cumhurbaşkanı seçilir. Muhalif partilerin marjinal parti olmaktan öteye gidememeleri sonucu AKP daha otoriter bir kimlikle hareket etmeye başlar. Cumhurbaşkanı Gül’ün İslamcı eğilimli yargıçları Anayasa Mahkemesi’ne ataması siyasal krizin ortaya çıkmasına neden olur. AKP, Kürt sorununu kontrol altına almayı başarır. Bu gelişmeler sonucunda İslamcılar, milliyetçilere göre daha büyük güç kazanır. Buna karşın PKK sorunu, ülke çapında devam ederek, içteki gelişmeleri olumsuz yönde etkiler.” 

Görüldüğü gibi, “ABD’nin çözüm sürecinde 3’üncü göz olmak istediğini belirten M. Ali Şahin’in, “PKK’nın ABD ile ilişkiler kurarak terörist örgütler listesinden çıkmayı hedeflediğini” söylerken duyduğu rahatsızlık, 2008 tarihli raporda da bir “öngörü” olarak dile getirilmiş.

RAPORDA YENİ CHP HAKKINDA NELER VAR?

Raporun CHP’yle ilgili öngörüleri de Nostradamus’tan tam not alacak derecede isabetli:

“Türkiye’nin ‘AKP cumhuriyeti’ne dönüştüğü yönündeki tehlikenin belirginleşmesi, başta muhalifler olmak üzere laik çevrelerde de tedirginliğin artmasına neden olur. 

Deniz Baykal, CHP liderliğinden istifa etmeye sonunda ikna edildiğinde, Kemal Kılıçdaroğlu onun yerini alır. Kılıçdaroğlu, AKP’nin yolsuzluklarını ortaya çıkaran bir lider olarak toplum içindeki yerine alırken CHP, modern, Avrupa tarzında sosyal demokrat merkez partisi olarak Türk siyasetinde önemli bir rol üstlenir. Parti içindeki reformlar sonucu CHP, Avrupa Birliği tarafından da desteklenir. Merkez sağ kimliğindeki bu parti, dindar çevrelere olduğu kadar Kürt seçmenine de hitap etmek için yeni bir yöntem uygularken laik kesimi de kucaklamak için çaba harcar.” 

65 YIILIK MÜTTEFİKLER ARASINDAKİ ÇIKAR ÇATIŞMASININ SONU NEREYE VARIR?

2008’deki raporun yazdıklarının bugün tümüyle gerçekleşmiş olmasını “Türkiye, Türkiye’den yönetilmiyor” şeklinde değerlendirmeyi içimize sindirememiş olsak da, “Büyük Kürdistan” konusunda Türkiye ile ABD arasında gittikçe derinleşen bir “çıkar çatışması” yaşandığını kabul etmek durumundayız.

Ortadoğu’da I. Körfez Savaşı’ndan (1991) bu yana, Büyük Ortadoğu Projesi’ni (BOP) hayata geçirme bağlamında büyük bir değişim ve dönüşüm yaşanmakta. Eski Osmanlı coğrafyasında yaşanan bu değişim ve dönüşüm operasyonlarının, Osmanlı’nın varisi olarak, Türkiye’yi de etkileyeceği biliniyordu. 

Gelinen noktada, doğal olarak, ABD ile Türkiye’nin çıkarları çatışma noktasına geldi. 65 yıllık iki müttefik arasında yaşanmakta olan çıkar çatışmalarının sonu nereye varır belemeyiz, ama “Kürt Koridoru”nun Akdeniz’e uzatılmaya çalışıldığı ve çözüm sürecinde kritik bir döneme girdiğimiz günlerde, hükümetin medyadaki sesi olan Abdülkadir Selvi’nin ABD’yi çözüm süreci önünde bir tehdit olarak görmesi, çok ciddiye alınması gereken bir gelişmedir.