Kadınlara, 1930 yılından itibaren çıkarılan bir takım yasalar ile; önce belediye seçimlerine katılma hakkı verilmişti. Sonra köylerde muhtar olma,

Kadınlara, 1930 yılından itibaren çıkarılan bir takım yasalar ile; önce belediye seçimlerine katılma hakkı verilmişti. Sonra köylerde muhtar olma, ihtiyar meclislerine seçilme hakkı tanındı.
En son da milletvekili seçme ve seçilme hakları, bizzat Mustafa Kemal Atatürk’ün ön ayak olmasıyla, 5 Aralık 1934'de, Anayasa’da ve Seçim Kanununda yapılan değişiklikle hayata geçirildi.

İlk kadın muhtarımız da benim doğduğum topraklarda seçilmişti. Gül Esin, 1933 yılında hem de 32 yaşındayken, Aydın’ın (sonradan adı Karpuzlu olan) Demircidere köyü muhtarlığına, 500’e yakın oy alarak ve 4 erkek rakibine açık fark atarak seçildi.

11 Aralık 1933’te Halkevi gazetesinde, “Büyük inkılâbın ilk kadın muhtarı, vazifen kutlu ve mutlu olsun!” denerek haber oldu. Bu konu epey bir zaman halk arasında konuşuldu ve kendisinden övgüyle bahsedildi.

Muhtarlık yaptığı yıllarda Gül Hanım, kahvehanelerde kumar oynamayı yasakladı, çocukların okula yazdırılması, kadınların sosyal hayata hazırlanması, kanunsuz işlerin önlenmesi ve nikâh işlerinin düzene sokulması gibi konularda, elinden geleni yapmaya çalıştı.
Görev yaptığı yıllarda kadın erkek yaşlı genç herkesin sevgisini ve gönlünü kazanmıştı.

Ömrünün sonunda, kader onu savurup Nazilli Yıldıztepe mahallesine yerleştiğinde, "Aday olduğumda, bana kimse karşı çıkmadı. Muhtarlığa, o zamanki nahiye müdürümüzün isteği ile girmiştim. Muhtar seçildiğimde herkes bana yardımcı oldu. Görevim sırasında, zorla kız kaçırma olaylarının önlenmesinde büyük çaba harcadım. Köye yol, köprü ve köy konağı yaptırdım,” diye sevinçle, hasretle bahsetti o günlerden Gül Esin.

Şimdi bunları neden yazdım? Büyük insan, üstün yetenek, öteki ülkelerin programlarının formatlarını kesip kopyalama ustası Acun Ilıcalı’nın kanalında, ‘İşte Benim Stilim’ diye olağanüstü, gelecek kuşaklar tarafından mutlulukla hatırlanacak ve üzerine tez bile yazılacak olan bir program var.

Orada, kendisine zamanında Mustafa Kemal Atatürk tarafından verilen haklarla nasıl yüksek bir mertebeye çıkartılmış olan Türkiye Kadını’nın ne hale konulduğunu, artık akıllı uslu olmanın, oturup kalkmasını bilmenin değil de sersemliğin (nasıl) iş yaptığının pompalandığını öğrenin.

Sabredip biraz daha bakın… Budala görünmenin, giyinip süslenerek, takıp takıştırarak, üstüne üstlük bir ton boya harcayarak - zekâ seviyesi düşük (bazı) ergenler gibi - arzı endam etmenin, ağzını büke büke konuşmanın nasıl prim yaptığını veya bunun bize alttan alta ne diye dayatıldığını kafa yorun.

Örneğin, bilge şahsiyet, feyiz alınacak kadın, (Nurella) Nur Yerlitaş’ı seyredin. Onun ünlü olmak ve (tırnak içinde söylüyorum) bir şekilde yırtmak için yanıp tutuşan genç kızlarla kurmuş olduğu iletişime bir bakın... Hakikaten bir müddet hayatınızdaki her şeyi unutun, üzülüverin onların günlük dertlerine.

Emek emek büyüttüğünüz, güzel güzel yetiştirmeye gayret ettiğiniz ve kitap/insan sevgisi (sosyal beceri, adalet duygusu, merhamet öğretisi) kazanmasını sağlamaya çalıştığınız kız çocuklarınızın geleceği adına endişe duymayı falan bırakın… Akışına bırakın… “Olduğu kadar olsun!” deyin.

Sadece birinin kıyafetinin beğenilmemesine, kendine göre tam kombin yapamamasına, ötekinin makyajının olmamasına, hâlini ifade edememe biçimine ve konuşmanın kimi yerlerini ortamın havasına uyduramamasına dövünüverin.

Aynı şekilde (şimdi sezon finali yapmış olsa da) Kanal D’de ‘Kısmetse Olur’ diye ultra zihinlerden çıkmış başka bir ‘izlence’ var. Orada da fiziklerinin düzgün olmasından başka hiçbir özelliği olmayan erkeklerle, güzel ama zekâ geriliğini oynamayı marifet edinmiş kızlar neler konuşuyorlar bir şahit olun.

Ya da Adnan Oktar denen adamın, ‘kedicikler’ diyerek, Rafet El Roman’ın da ‘bu güne kadar şu kadar kadınla birlikte oldum’ diye marifetmiş gibi anlatarak, kadınlara olan rezil bakış açılarına ve onları ne yerine koyduklarına bakın arada.

Kart zampara, çirkin adamların genç kızlarımıza nasıl davrandıklarına, onları topluma nasıl anlattıklarını, pörsümüş börkmüş bedenlerinden utanıp arlanmadan paralarıyla, ‘elektrik faturasını ödeyemeyen’ kimleri satın aldıklarını anlayın… Buna kimsenin ses çıkarmamasını da fark edin üstelik…

Bitmedi… Kanalın birinde ‘Dünya Güzelleri’ diye bir program yapılıyor şimdi… Birisi hariç diğerlerinin Allah aşkına nasıl davrandığını, koca koca insanların; bir kadın olarak saçma sapan, hatta çocuklara bile gösterilmeyecek ne hareketler yaptıklarını izleyin.

Ardından maziye dalarak, Arkeolog Jale İnan’ı, Hukuk Fakültesine başvuran ilk kız öğrenci, ilk kadın avukat, kadın hakları savunucusu ve yazar Süreyya Ağaoğlu’nu, ilk kadın bakanımız, göğüs hastalıkları uzmanı Profesör Doktor Türkân Akyol’u, ilk kadın büyükelçi Filiz Dinçmen’i, (kaymakam olmasına izin verilmeyen) ilk kadın emniyet müdürü Feriha Sanerk’i, Dünya'nın ilk kadın savaş muhabirlerinden ve ilk Türk kadın fotoğrafçısı Semiha Es’i, ilk kadın heykeltıraş Sabiha Bengütaş’ı, büyük opera sanatçısı Semiha Berksoy’u, ilk kadın radyo spikeri Emel Gazimihal’i, TRT'nin ve Türkiye’nin ilk haber spikerlerinden, yazar, eğitmen Jülide Gülizar’ı, gazeteci Selma Rıza Feraceli’yi, eski Muğla Valisi Lale Aytaman’ı, pilot Leman Bozkurt Altınçekiç’i, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk kadın tıp doktoru ve tıp eğitimi veren ilk kadını Safiye Ali’yi ve ismini sayamadığım daha nicelerini anımsayın.

Mazinin tozlu, güzel ve melankolik defterlerini karıştırmaya devam edin… Kadınlarımıza verilen hakları, o vakitler onlara biçilen değeri, bunun için mücadele vermiş kadın YAZARLARI, ŞAİRLERİ, kendi haklarını savunan, üstün sosyal becerilere sahip olarak ve hayatın tam içinde durması sağlanarak yetiştirilmeye çalışılan kız çocuklarımızı, mesela hayatını hemcinslerinin bilinçlenmesine adamış DUYGU ASENA’yı ve İLK KADIN MUHTARIMIZ, AYDIN’LI, GÜL ESİN’i (özlemle) hatırlayın…