Kuş, Türkler’de Gök Tanrı’nın idaresindeki bir varlıktır ve kutsaldır. Bundan dolayı da kuş, insan için uğurlu bir canlıdır ve insana iyilik sağlayan bir yanı vardır. Diğer yandan kuş, Şamanizm inancı içerisinde ölen birinin ruhu olarak değerlendirilir, “ölen kişilerin ruhlarının bir kuş olarak göğe uçmaları, Türklerde oldukça yaygın bir düşüncedir.

Türk insanı hayvanlarla iç içe ve barışıktı; insanımıza ve insanlığa emsaldi. Son dönem devleti olan Osmanlı’daki hayvan sevgisinin ve hayvan haklarının gözetilmesine ilişkin anlayış, düzenlemeler ve hayır kurumları kurulmasının temelinde yatan en köklü kaynak hiç şüphesiz manevi inancının güçlü olmasındandır. Osmanlı Devleti hayvanların barınmaları için tarihte eşi görülmemiş yapılar inşa ettirmişti.1600-1700’lü yıllarda Saray-ı Cedid-i Amireye (Topkapı Sarayı) Bab-ı Hümayun’dan içeri girilince oradan oraya koşuşan karacalar, tavşanlar ve tavus kuşları ile karşılaşmak gayet normaldi.

Geçmişi 13-14. yüzyıla kadar giden Kuş Evleri’nin, 15. yüzyılda Osmanlı mimarisinin gelişimine paralel olarak sayıları artmıştır. Selçuklu’da ve Osmanlı’da kuş sevgisi çok fazlaydı. Kuşların bir mekanı olsun diye ağaç dallarına, evlere, yalılara ve şehrin muhtelif yerlerine ve binalara kuş yuvaları yapmışlardır. Kuşevleri Sivas’taki İzzettin Keykavus Şifahanesindedir. Hayvan sevgisi ve koruyuculuk Osmanlı’da zirveye çıkmışmıtır.

Kediler ve köpeklerin yanında leyleklerin bakım ve tedavisi için de özel vakıflar, bakımevleri ve hastaneler oluşturulmuştu. Osmanlı toplumu, leyleklere Mekke, Medine ve diğer kutsal yerlerden geldiklerini hatırlatan “hacı baba, hacı leylek” gibi isimler de vermişti. Leyleklerin geçiş yolu üzerindeki vilayetlere, bu hayvanların ihtiyaçları için çeşitli vakıflar yapmıştı. Bunların dönüşleri sırasında hastalanıp sürüye katılamamış olanların bakımları için vakıflar ve hastaneler kurmuştu.

Mesela İstanbul Eyüp Sultan Camii bahçesinde sürüsüne katılamayan sakat leyleklere bakan vakıf, asırlarca hizmet vermişti. İzmir Ödemiş’te ise Mürselli İbrahim Ağa, Yeni Camii etrafında bulunan veya hastalanarak göç edemeyen leyleklerin bakımı ve beslenmesi için kurduğu vakfın gelirinin bir bölümünü, yıl boyunca ciğer ve işkembe alınmak üzere ayırmıştı. “… Yeni Camii şerifi meskurda mücair kalan leyleklerin ekilleri (yemeleri) için seneyi yüz kuruş virile…” denilmektedir.

Ahmet Hâşim’in, “Gurebâhâne-i Laklakan” (Kimsesiz Leylekler Bakımevi) kitabında bahsettiği, Bursa’daki Haffaflar (Ayakkabıcılar) Çarşısı esnafının sergilediği hayırseverlik de örnek bir hadisedir:

“Bursa’da, Haffaflar Çarşısı’nın ortasında bir meydan var. Bu meydan, malûl (sakat) bazı hayvanların darülacezesidir (düşkünler yurdudur). Kanadı veya bacağı kırık leylekler, bunamış kargalar, kör veya sağır baykuşlar burada halkın sadakasıyla geçindirilirler. Haffaf esnafın, aylıkla tuttuğu belki yüz yaşında, baktığı sakat leylekler kadar aciz bir ihtiyar, toplanan sadaka parasıyla her gün işkembeler alır, temizler, parçalar ve insan merhametine sığınan bu zavallı kuşlara dağıtır.” 19. yüzyılda Bursa’da hizmete açılan, dünyanın ilk ve tek leylek hastanesi olan Gurebâhâne-i Laklakan, Ocak 2010’da aslına uygun şekilde yenilenerek tekrar hizmete açılmıştır. Hayvanlar için hastaneler, bakım ve barınma yerleri, sebillere suluklar inşa eden ecdadın, vakıflar kurarak hususi alaka gösterdiği hayvanlardan biri de kuşlardı. Kuşların kolayca su bulmaları ve içmeleri için mezar taşlarına kuş havuzları koydururlardı. Mimar Sinan, kendi köyü Ağırnas’ta yaptığı vakfın vakfiyesinde, hayvanların su içmesi ve dinlenmesi için çeşmenin etrafındaki 260 arşın boyunda 160 arşın enindeki araziyi vakfettiğini belirtmişti.

Sultan II. Beyazıt, kendi adıyla anılan Beyazıt Camii’nin inşası esnasında (1501-1505) tesis edilen Beyazıt vakfiyesinde, kuşlar için her yıl harcanmak üzere 30 altın lira yem parası tahsis olunmasını emretmişti. Buna göre kuşlar için pirinç ve darı, köpekler içinse ekmek tahsis olunmuş; bir kişi de yem vermek, hastalıkları tedavi etmek, kırık çıkıkları bağlamak üzere görevlendirilmişti. Sultan Ahmed Camii’nin imaretinde de kuşlar için yerler yapılmıştı. İmaret vakfiyesinde, artmış yemeklerin kuşlar için yapılmış yerlere dökülmesi yazılmıştı. III. Ahmet döneminde İstanbul’a gelen İngiltere Büyükelçisi’nin eşi Lady Montague’nin 1717-1718 yıllarına ait hatıralarında geçen gözlemleri de oldukça ilginçtir: “Burada masumiyetlerinden dolayı güvercinlere dindarca bir hürmet besliyorlar. Leyleklere de aynı saygı gösteriliyor. Çünkü bunların her kış Mekke’yi ziyarete gittiklerine inanıyorlar. Velhasıl bunlar Osmanlı Devleti’nin en bahtiyar tebaası. Evlerine yuva yapılan halk, kendini şanslı sayıyor.”

Osmanlı’nın kuşlara yönelik şefkat ve merhametini sembolize eden kökleşmiş görkemli bir uygulaması da ‘Âşiyân’ yani ‘Kuş Evleri-Kuş Sarayları’ halkın deyimiyle ‘Serçe Sarayları’ idi. Abideler, camiler, hanlar, hamamlar, kervansaraylar, medreseler, şifahaneler, kütüphaneler, türbeler, saraylar, bedestenler, darphaneler, imaretler, köprüler, çeşmeler, mektepler, maksimler ve meskenler gibi yapıların dış cephelerine adeta dantel gibi işlenen bu zarif küçük kuş köşkleri, estetik bakımdan göz kamaştırıcıydı. Kuş Evleri, mimari özellikleri bakımından ince bir işçiliğin, mahir bir sanatın ve etkileyici bir göz zevkinin mahsulüydü. Yapıların, sert ve soğuk rüzgârlara maruz kalmayan bol güneş alan (daha ziyade güney) cephelerine ve insanların, kedi ve köpeklerin erişemeyeceği yüksek yerlerine yerleştirilmişti. Köşk, mescit ve cami siluetinde karşımıza çıkan Kuş Evleri, kuşların içerisinde rahatça dolaşabileceği, inip-çıkabileceği yollar, gözler, bölmeler ve basamaklar estetik bir bütünlük içerisinde sunulmuştu.

Zarif ve sanat harikası bu kuş yuvalarının ilk örnekleriBursa’da görülmüş; en parlak devrini ise 18. yüzyılda İstanbul’da yaşamıştır. En büyüleyici Kuş Evleri, Osmanlı’ya asırlarca taht ve medeniyet merkezliği yapan bu şehre nakşedilmiştir. İstanbul’da en çok görüldüğü ilçe ise Üsküdar’dır. En güzel misallerini buradaki camilerde, bilhassa üç cephesine birbirinden güzel Kuş Evleri tezyin edilen Ayazma Camii’ndedir. Gülnuş (Yeni) Vâlide Sultan Camii’nin güneybatı ve kuzeydoğu köşesindeki Kuş Evleri de, kubbeler diyarı olan Üsküdar’ı süsleyen remizlerdendir. Yeni cami, Balipaşa, Doğancılar, Nurosmaniye, Fatih camii, Eyüp Sultan Cami, Laleli Taşhan, Feyzullah Efendi Kütüphanesi, III. Selim ve III. Mustafa Türbesi gibi yapılarda kuş evlerini görmekteyiz. Kuşların yağmurdan, kardan, soğuktan barınması ve korunması için yapılmıştır. Ekmek, tane yiyecek bulanlar getirip bu yuvalara bırakırlar, kuşlarda gelir bunları yerler. Sultan Ahmet Camii’nde kuşların beslenmesi ve bakılması için özel yerler yapılmıştır. 18.yüzyılda Castellan eserinde “Bir Türk evini inşa ederken güvercinlerin ve diğer kuşların susuz kalmamaları için münasip yerlere yalaklar yapardı” demiştir.

Osmanlı’da kuşlara duyulan merhametin günlük hayattaki güzel bir yansıması da, kuş satın alıp azat etme âdetiydi. Evliya Çelebi, Seyahatnâme’sinde naklettiğine göre Kibar Bey ve hanımı tatil günlerinde İstanbul’da kurulan büyük kuş pazarlarına gidiyor ve parayla satın aldıkları rengârenk kuşları büyük bir zevkle salıveriyorlardı.

Temennim odur ki; betonlaşmanın ve duyarsızlığımızın sonucu, dilsiz can dostlarımızın su içtiği yok olan çeşmelerimizin akması, ağaçlarımızın yeniden yeşertilmesi ve dolaysıyla bizleri terk eden; kuşların barınması sağlanmalı. Yani gelecek nesillerin dilsiz can dostlarımızı sevebilmeleri sağlanmalıdır!..