Türk milleti, bin seneden beri İslâm âlemini kahramanlığına meftûn ve hayran bırakmıştır.

     Türk milleti, İslâm vahdet ve birliğini, asırlarca muhafaza edip korumuştur.

     Türk milleti ve Türkleşmiş olanların din kardeşleri; insanlık âleminin; mutlak küfür, yani hiçbir imanî hükmü, delili kabul etmeyen, kesin ve tam bir inkâr ve dalâletten / iman ve İslâmiyetten ayrılarak, doğru yoldan çıkıp azma gibi durumlara düşmekten, bir şekilde kurtulmasına vesile olmuştur.

     İşte bu Türk milleti ve onların örnek ve öncü olmaları ile Hak dine geçenler; eski zamanlarda olduğu gibi, kahramancasına Kur’ana ve iman hakikatlarına sahip çıkmazlarsa, doğrudan doğruya Kur’an ve iman hakikatlarına, eskiden olduğu gibi, bugün de sarılmazlarsa; İslâm âleminin muhabbet / sevgi ve uhuvvetini / kardeşliğini kaybederler.

     Dehşetli bir nefretle, kahraman kardeşin ve kumandanın olan Türk milletine adâvet ve düşmanlıkla; İslâm âlemini mahva çalışan mutlak küfre, yani dinsizlik altındaki anarşiliğe mağlup olduğun takdirde; İslâm âleminin kalesi ve şanlı ordusu olan Türk milletinin parça parça olmasına yol açacak; kuzey-doğudan çıkan dehşetli ejderhanın / materyalizm, maddiyyunculuk ve komünizm gibi zihniyet ve akımların; bu güzel vatanı istila etmesine sebebiyet vermiş olursun!

     Oysa maksat ve hedefimiz, ölümün ebedî idamından, tahkikî / hakikî iman ile biçareleri kurtarmak; bu mübarek milleti de, her nevi anarşilik, kaos ve karışıklıktan muhafaza etmek ve korumak olmalıdır.

     Türk milleti, bütün asırlarda mümtaz / meziyetleriyle başkalarından farklı ve seçkindir. Üstelik dünyanın neresinde bir Türk varsa Müslümandır.                                                                                                                              

     Sair / diğer Müslüman unsur ve milletlerin, küçük de olsa yine bir kısmı; İslâmiyet dışında kalmalarına rağmen; varlıklarını korumuş, sürdürebilmiş ve sürdürebilmektedirler.

     Türkler ise, Türklüklerini ancak İslâmiyet sayesinde koruyabilmişler. Aksi takdirde milliyetlerini kaybetmişlerdir.

     Nitekim Macar ve Bulgarlar aslen Türk oldukları hâlde, bugün Türklüklerini kaybetmiş  durumdadırlar.                                                                

     İslâmiyet bizim hem dinimiz, hem de, milliyetimizin zırhı, muhafızı ve koruyucusudur.

     Bu bakımdan nerede Türk varsa Müslümandır. Müslüman olmayanlar Türklüklerini de kaybetmişlerdir.

     İşte Türk milleti, böyle pek ciddî ve hakikî dindar bir millettir.

     Bin sene kadar Hak dinin kahraman ordusu olarak, yeryüzünde millî mefahirini / iftihar edilecek, övünülecek millî hasletlerini, sayısız din kaynaklarından istifade ile göstermesini bilmiştir.

     İşte Türk milleti, bu parlak sonucu; kılıçlarının uçlarıyla yazan mübarek / hayırlı uğurlu ve kutlu bir millettir.  

     Tarihte Hak yolunda nam salmış, böyle yiğit, kahraman ve dindar bir milletten; dini     

reddetmesini, dinsiz olmasını bekliyen ve umanlar; özellikle yakın geçmişte olduğu gibi, bugün de kısık sesle de olsa, bu menhus / uğursuz plânlarını tatbik sahasına koymağa çalışanlar ne yazık ki var ve daima da var olacaklar! 

     Tarih boyunca Hak - Batıl mücadelesi hep var olduğu gibi, bugün de hayal peşinde olan  dış mihraklar ile, içerideki yalancı, dinsiz milliyetsizler; böyle bir geleceğin ham hayali içinde, öyle ağır bir suç işliyorlar ki, cehennemin en aşağı tabakasında ceza görmeyi hak ediyorlar.

     Türk milleti, kaynağı hariçte / Türkiye dışında olan, dehşetli / ürkütücü, korkunç cereyan ve akımlara karşı durmaya çalışmaktadır.

     İşte bu düşmanlara karşı, bu kahraman Türk milleti; ancak Kur’an kuvvetiyle dayanabilir. Çünkü Türk milletini millî, dinî ve tarihî görevinden uzaklaştırmak isteyenler; amaçlarına bu asil milleti mutlak küfre sokarak, mutlak istibdat / tam bir baskı altına alarak, mutlak sefahata çekerek ve ehl-i namusun servetini serserilere ibahe ederek / mübah / sakıncasız göstererek gerçekleştirmek istiyorlar!

     İşte Türk milletine karşı böyle dehşetli bir kuvvetle gelen bir cereyanı / siyasî akımı durdurmak, ancak İslâmiyet hakikatiyle mezç olmuş / yoğurulmuş, ittihat etmiş / birleşmiş olan müsbet Türk milliyetçiliğine sarılmak ve İslâma tutunmakla mümkündür.

     Nitekim geçmiş tüm şerefini İslâmiyette bulmuş olan Türk milletindeki bu din kuvveti ve iman bütünlüğüdür  ki, şimdiki iç-dış yıkım projelerini de akamete uğratmakta ve sonuçsuz bırakmaktadır.

     Bunun içindir ki bu milletin hamiyet-perver / hamiyet sahipleri, milliyet-perver / 

vatan-severleri, her şeyden evvel bu mümteziç / mezç olmuş / kaynaşmış, müttehit / ittihat etmiş milliyetin can damarı hükmünde olan Kur’an hakikatlerini; heva ve hevese hizmetkâr menfî medeniyetin yerine ikame etmek / geçirmek ve hareket düsturu / prensibi yapmakla o cereyanı, o akımı durdurabilir.

     Yoksa bu kahraman, dindar ve İslâm ordusu sayılan, geçmiş asırlarda milyarlarca gazi ve şehitler veren büyük Türk milletine; büyük bir muhalefet / aykırılık etmiş, ervahına / ruhlarına bir manevî azap ve şerefsizlik kondurmuş olur.

     Bu milletin yüzde doksanı bin seneden beri an’ane-i İslâmiye / İslâmî geleneklere tüm ruhu ve kalbiyle bağlanmıştır. Zahiren / görünüşte fıtrat ve yaratılışına muhalif / aykırı emre itaat cihetiyle boyun eğse de, kalben bağlanmaz.

     “Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîdi.”

     Yine Türk milletidir kurtaracak olan bu dini.

     Öyleyse, gerektiğinde imanı kurtarmak ve Kur’an’a hizmet için, Mekke’de olsak da buraya gelmek lâzım. Çünkü, en ziyade burada ihtiyaç var. Binler ruhumuz olsa, binler hastalıklara müptela da olsak ve zahmetler çeksek, yine bu milletin imdadına ve saadetine hizmet için burada kalmaya mecburuz. Zaten Kur’an’dan aldığımız dersler; sırasında bize bu kararı aldıracaktır.