Aslında bunlar çiçekçi değildi tam olarak tohumcu demek daha doğru olurdu. Kapısı olmayan önü tamamen açık bir dükkanın önünde durdu. Her boyda

Aslında bunlar çiçekçi değildi tam olarak tohumcu demek daha doğru olurdu. Kapısı olmayan önü tamamen açık bir dükkanın önünde durdu. Her boyda boş saksı seriliydi dükkanın önü, saksıların arasından geçerek birkaç kadınla konuşan dükkan sahibine ulaştı.
“Merhaba, kolay gelsin.”
“Hoş geldiniz, sağ olun.”
“Ben tohum almak istiyorum, çiçek tohumu.”
“Ne tür bir çiçek almak istiyorsunuz?”
“Vallahi tür olarak hiç bilgim yok ancak mavi renkli küçük yapraklı olursa iyi olur.”
“Mavi yapraklı.,” dedi genç esnaf “birkaç tane var elimde!” Raflarda asılı duran tohum paketlerini işaret ederek,
“Mesela...Mavi yapraklı gül, felisya, gündüz sefası, iris çiçeği...” Paketlerin üzerindeki örnek resimlere dikkatlice göz gezdiren Baran, “Felisya güzelmiş ama büyük saksı ya da bahçe isteyecek gibi duruyor,” Çiçekçi başıyla onayladı, Baran gergin bir SS subayı gibi düzenli adımlarla ve ciddiyetle rafların önünde yürümeye devam etti “Gül klasik olur, anemon çiçeği var bir de bunu söylemiş miydiniz ?” Çiçekçi gülümsedi “Evet onu unutmuşum, biz Manisa lalesi diyoruz.” O sırada içeri başka müşteriler girdi. Genç esnafın sunumu çok iyiydi ancak dükkan kalabalıklaşınca müşteriyi yönetememesinden acemiliğini açık ediyordu. Çiçekçi için durumu zorlaştırdığını fark eden Baran “Diğer müşterilere bakın benim vaktim var.” dedi. Çiçekçi teşekkür eder gibi gülümsedi. Beklerken Baran'ın aklına Tophane'de şehitliğin çevresine ekilmiş olan mavi çiçekler geldi. Geçen bahar, kokuları ve renkleri hafızasına kazınmıştı. Dükkan boşalınca hemen o çiçeği tarif etmeye koyuldu.
“Kat kat yaprakları vardı, sapı epey kalın. Farklı renkleri de vardı,” çiçekçi araya girdi,
“Sümbül!”
“Görebilir miyim ?”
“Bu mevsimde olmaz, ama soğanı var.”
“Nasıl soğan anlamadım.”
“Tohum ekilmez o, soğanını alırsın kış sonuna doğru vakti gelince çıkmaya başlar,” tezgahtan aldığı bir soğanı uzatarak “işte bu, açınca kat kat mavi yaprakları olacak. Zaten annenize ya da ninenize alıyorsunuz anladığım kadarıyla. Nasıl bakacağını bilir onlar.”
Baran açıklama yapma gereği duymadı, sümbülü satın aldı ve dükkandan ayrıldı. Sümbülün kokusunu çok sevdiğini hatırladı, bir de sümbül ona bir aralar çok dinlediği KulturShock grubunun “Zumbul” adlı şarkısını hatırlatmıştı. İlk bulduğu banka oturup Duru'ya aldığı sandığın içine bu soğanı koydu. Yemeklik soğanın aynısıydı neredeyse, görüntü biraz garip olmuştu açıkçası. Ama bu garip hediye için tereddüt etmedi. Henüz anımsamış olduğu o şarkıyı mırıldanarak yürüdü. Şarkı rock türünde olmasına rağmen acıklı ezgilerle örülü, coşku ve hüznü aynı anda yaşatan bir parçaydı. “Zumbul bijeli,” dedi Baran elinde taşıdığı sandığa heyecanla bakarak “zumbul nano, zumbul ispoddzamije!” Cumhuriyet caddesini sonuna kadar aynı şarkıyı söylerek yürüdü...
İki saat sonra Duru'yu F.s.m. Bulvarı'nda şık bir kafeye oturmuş bekliyordu. Burası semt olarak yeni yerleşim sayılırdı. Bursa'nın merkezine ve merkezdeki o tarihi dokuya doğal olarak uzaktı. Bu yüzden Baran şehrin batı yakasını pek sevmiyordu. Kısa süre içinde birbiriyle yarışır gibi benzer konseptlerde kafeler ve barlar türemişti. Gösterişli mekanlardı ancak hizmetlerini Baran hiç beğenmiyordu. Üniversite şehrin dışında kaldığı için öğrenciden ziyade paralı gençlere hizmet veren bu işletmeler, gerek yönetim gerek garsonların hizmetleriyle ilgili pek bir kasıntıydılar. Baran İzmir Küçükpark'taki işletmelerin sıcaklığını gördüğü için bu farkı çok kolay ayırt edebiliyordu. Öğrencilerin şehrin içinde olduğu zaman bölgedeki esnafa hem kültürel hem ekonomik anlamda ne derece katkısı olduğunu bizzat gözlemlemişti. Ürünlerini taze ve ucuz tutmayan, servisini hızlı yapmayan, çayı kahveyi beceremeyen adam ekmek yiyemezdi. Olması gereken de buydu. Ancak Bursa'da alternatifi bulunmadığı için, beş para etmez bir kahveye değerinin katıyla fazlasını ödeyen gençler pek de mutlu şekilde 'Checkin'lerini yapıyorlardı, bu kıytırık mekanlarda. Otururken bu gençlere uzun uzun baktı Baran, her masada farklı yapmacık bir sohbet duyuyordu. Her masadan olabildiğine yalandan jestler, mimikler, kahkahalar... “Motivasyonum bozuldu resmen, keşke burada buluşmasaydık!” dedi kendi kendine. Neyse ki çok gecikmeden Duru geldi. Baran'ın yanına yaklaştıkça, dişlerinin tümünü göstermeye doğru ilerleyen gülüşü güç kazanıyordu. Baran bu heyecanlı, bu saf mutluluk içeren gülüşü ne zaman görse tam ciğerlerinin üzerinde bir ateş hissederdi. O ateş yerini soğuk bir tere bırakırdı hep. Aynı gülüş her seferinde hiç eskimeden nasıl bu kadar yakabilirdi ? Yakıyordu işte... Sımsıkı sarıldılar, Duru Baran'ın kolları arasında kaybolmuştu.
“Küçücüğüm!” dedi Baran, içini çekerek. “Çok özlemişim seni.”


Haftaya devam edecek...