Kantin çok uzakta değildi çabucak ulaştı, içeri girer girmez başında dikilen kısa boylu zayıf bir çocukla Duru'yu gördü, elinde kağıt mendilleriy

Kantin çok uzakta değildi çabucak ulaştı, içeri girer girmez başında dikilen kısa boylu zayıf bir çocukla Duru'yu gördü, elinde kağıt mendilleriyle hıçkıra hıçkıra ağlıyordu, gözlerinin altı kıpkırmızı olmuş, suratı sarıya yakın soluk bir renk almıştı. Süratle yanlarına yürüdü. Baran'ın heybetinden, elinde Duru'nun telefonunu tutan Cem iki adım geri attı. Duru Baran'a sımsıkı sarıldı. Fakat öyle sıkı sarılmıştı ki, pazar yerinde annesini kaybedip bulduktan sonra hasretle ve korkuyla sarılan çocuklar gibiydi.
“Ne oldu her şeyim? Lütfen bir şey söyle!”
Duru daha şiddetle ağlamaya başlamıştı, Baran soran gözlerle bir bakış fırlattı Cem'e. Cem çaresizlikle bilmiyorum der gibi bakıyordu. Yediği bir şeyin dokunması da yalandı bu bilmiyorum tavrı da... Bir şey olmuştu ap açık, Duru'yu çekerek başka bir masaya oturttu.
“Sevdiğim ne olur söyle,” yanağındaki yaşı sildi “Yalvarırım konuş!” Bu sırada kantinden içeri telaşla Duru'nun kız arkadaşları da girmişti. Bir şeyin haberini alıp geldikleri belliydi. Baran kalbinin resmen gırtlağında attığını hissetti. Başını iki eli arasına alıp kendine çevirdi ve şu ana kadar hiç bakmadığı ciddiyetle baktı Duru'nun yüzüne.
“Hani geçen sefer evde yatarken,” dedi Duru çenesi titreyerek “sana bir şey anlatacaktım, konuyu kapatmıştık.” kaşları iyice çatıldı Baran'ın “Eee?!” dedi. Duru hıçkırıkları arasında nefes almaya çalışarak,
“Yaşadığımız her şeyi anlatıyormuş sağda solda Cem söyledi, bir sürü yalan yanlış anlatmış hem de! Rezil oldum herkese, Allah belasını versin!”
“Kim bu Duru!” Duru iniltiyle karışık bir “Hayır!” çıkardı dişleri arasından. Baran'ın yanlış bir şey yapmasından korktuğu için söylemiyordu Gökhan'ın adını. Baran olduğu yerde doğruldu birden, Aslı Duru'ya sarılmıştı o anda o da ağlamak üzereydi. Cem'in omzunu sıkıca tutup,
“Sen söyle nerede bu orospu çocuğu?” diye bağırdı Baran, Duru'dan onay bekler gibi tereddüt edince kendini aniden duvarda buldu Cem. Baran yakasına sımsıkı yapışmış bağırıyordu,
“Söyle sikerim belanı!” Kantindekiler ayağa kalkmış olanlara anlam vermeye çalışır gibi merakla izliyordu, Cem'in arkadaşlarından biri olacak ki, Baran'ın kolunu tutup,
“Hayırdır bilader!” dedi. Baran hiç tereddüt etmeden karnına tekmeyi oturttu çocuğun. Kantin görevlisi güvenlik çağırın diye bağırdı, tekmeyi yiyen çocuğun sevgilisi “Ne yapıyosun salak!” diye çığlık attıysa da Baran oralı olmadı, Cem'e dönüp,
“Konuş!” dedi. Duru nutku tutulmuş bir şekilde izliyordu sadece. Cem kantinin bahçesinde ki uzak bir masayı işaret etti pencereden.
“Şu dörtlü masadaki, lacivert montlu çocuk!”
Baran bir saniye vakit kaybetmeden fırladı kantinden, üzerlerine koşan Baran'ı tanıyan Mümtaz, Gökhan'ı dürtüp “Aha işte bu o eleman!” cümlesi henüz bitmişti ki Baran masalarının dibindeydi,
“Gökhan sen misin?!” dedi. Mümtaz meydan okur gibi doğruldu hemen. Gökhan umursamaz bir tavırla “Evet kardeşim! Ne v...” cevabını tamamlayamadan burnundan gelen kemik sesiyle masaya yığıldı, dudağının üzerinden süzülen sıcak kanının tadını aldı ve hemen ardından büyük bir sancıyla inledi. Kendini toparlayıp Baran'a yumruk savuracak oldu ki ayağının tabanıyla tam göğüs kafesine tekmeyi bastı Baran. Gökhan dizleri üzerinde yere çöktü, nefes almaya çalışıyordu. Burnundan akan kan dizlerine ve çime damlıyordu. Baran hiç beklemeden var gücüyle salladı tekmesini Gökhan'ın yüzüne. Yüksek kalibreli bir silahın mermisini yemiş gibi geri doğru savruldu Gökhan ve kılını kıpırdatmaksızın sırt üstü kalakaldı. Belli belirsiz inliyordu, Baran'ın siniri geçmemişti “Ne istedin lan ondan! Ne istedin lan!” diyerek yumruklar indiriyordu Gökhan'ın kanlar içindeki suratına. Bahçedeki öğrenciler dona kalmıştı, kızlardan biri öğürüyordu gördükleri karşısında. Mümtaz ise ilk yumrukta daha koşarak kaçmıştı 'kardeşi' Gökhan'ın yanından.
Duru'nun ağlaması durmuş, pencerenin ardından canavarlaşmış olan başka bir Baran'ı titreyerek seyrediyordu. Aslı'nın gözleri fal taşı gibi açılmıştı, Cem “İnşallah ölmez çocuk...” dedi. Üç tane güvenlik Baran'ın üzerine koştu, ama öyle korkutucu bir heybeti vardı ki o an, avının üzerine çökmüş bir arslan gibi görünüyordu. Güvenlikler böyle durumlar için eğitimini aldıkları metotları unutuverdiler, telaşla ve yalandan bağırarak,
“İn ! İn hemen üzerinden. Yoksa zor kullanırız.” Baran duraksadı, güvenlik personeline doğru bakmadı bile, başını çevirip pencerenin içinden korkuyla izleyen Duru'ya baktı, yüzünde sıçramış kan damlacıkları vardı. Koluyla sildi suratını, Gökhan'ın hareketsiz bedeni üzerinden yere saldı kendini, güvenlik hemen etrafını sardı. Telsizden anons bildirdi güvenlik, ambulans ve polis çağrılmasını istedi. Yere oturup kollarını bağlamıştı Baran, ellerindeki kanı pantolonuna siliyordu yavaşça. Gözlerini kırpmadan yerde herhangi bir noktaya bakıyordu, derin bir hayale dalmış gibi... Masaların arasında dağılmış olan turuncu pamuk helvaları yeni fark etti Duru. Dün akşamı hatırladı, demek Baran’ın birden okulda beliriverme sebebi bunlardı. Sürpriz yapmak istemişti... Helvalardan birini alıp çantasına koyarken içli içli tekrar ağlamaya başladı. Dışarı çıktığında Baran’ı ekip aracına bindirirlerken gördü, araca doğru birkaç hızlı adım attıysa da yetişemedi. Arka koltuktaki sevgilisinin başını fark etti, geri dönüp bakar diye gözden kaybolana kadar izledi. Ama Baran arabanın gittiği yöne bakan yüzünü hazır olda bekleyen bir asker edasıyla hiç oynatmadı. Duru’nun içi titredi, Baran’ın kendisine de öfkelendiğini anlamıştı. Dizlerinin vücudunu taşıyamadığını hissetti, oracıkta yığıldı. Tam yoluna girdi derken, yine tersine dönmüştü sanki her şey. Tam mucizelere, Allah’ın yazmış olduğu güzel bir kader olduğuna inanmaya başlamışken, safça duygularla yeniden dualar edilmeye başlamışken... Eski günahların bedeli, bir bahar zamanı gelip göğü karartmıştı yine. Ve maalesef bu kara bulutlar sadece Gökhan meselesinden ibaret değildi...