Kedi, Aslı ve ben sesin geldiği yere döndük aniden. Birinci kattaki penceresinin demir parmaklıkları arasından esmer yaşlı bir teyzeydi sesin sahibi.


Kedi, Aslı ve ben sesin geldiği yere döndük aniden. Birinci kattaki penceresinin demir parmaklıkları arasından esmer yaşlı bir teyzeydi sesin sahibi. Aslı lafa atıldı “Duru’nun arkadaşıyız siz tanıyor musunuz teyzeciğim.” Duru’nun adını duyunca teyzenin yüzü düştü.
“Tanımaz olur muyum çocuğum, kaç yıllık komşumuz.”
Aslı’da benim kadar tedirgin olmuştu teyzenin surat ifadesinden ama hiç sorun yokmuş gibi, neredeyse neşeli olarak, “bugün okula gelmedi de merak ettik biz de bir evine uğrayalım dedik. Galiba yoklar ?”
Teyze önce beni boydan boya süzüp sonra,
“Sabah namazına kalktığımda gördüm, bavullarıyla taksiye atlayıp gittiler.”
“Ailecek mi ?” diye lüzumsuz bir soru çıktı ağzımdan. Olanlara anlam vermeye çalışırken ne diyeceğimi şaşırmıştım. Teyze pek oralı olmadan kederle Duru’ların oturduğu kata dikti gözlerini,
“Tatile gittiler herhalde, ocakta yemeğim vardı, hayırlı akşamlar güzel kızım,” dedi ardından bana da “hayırlı akşamlar” deyip penceresini kapattı. Aslı da ben de sıkıntılı bir durum olduğunu sezmiştik. Aslı’yı yine taksiye bindirip şoföre de parasını peşin verip uğurladım. Taksiye yürüyene kadar pek fazla konuşmadık. Benim halimi görüp daha da tedirgin olmamam için sustuğunu tahmin ediyorum. Sadece vedalaşırken “merak etme yarın öğreniriz olanı biteni, sen git dinlen şimdi güzelce” deyip sarılmıştı. Şu an bunu düşünecek vaktim yoktu ama, birincisi Aslı bana ilk kez sarılıyordu, şimdiye dek tokalaşarak selamlaşırdık hep. İkincisi sarılma şekli dosttan ziyade sevgiliye sarılır gibiydi, bana mı öyle geldi bilmem. Sıkı vücudunu ve sert göğüsleri bana öyle hiddetle yaslamıştı ki ve normalde birkaç saniyede tamamlanan bu veda sarılmasını, cümlesini bitirene kadar uzatıp haz dolu derin bir nefes alarak tamamlamıştı. O derin nefesi geriye aynı cazibeyle verip ağzından ‘ş’ si fiyakalı manidar bir “Hoşça kal” savurmuştu. Dediğim gibi anlam veremedim pek de düşünmedim zaten.
Duru ailesi ile tabiri caizse ortadan kaybolmuştu! Ve bana tek bir şey söylemeden! Yaşadığım hayal kırıklığını ve duygu karmaşasını tarif etmem mümkün değildi. Sofradan ve yataktan uzak geçen üç günün sonunda kapıma gelen mektupla ne yöne hareket edeceğini bilmeyen duygulardan ve endişelerden kurtulmuştum. Mektup Duru'dandı. Ve mektubun gönderildiği yer Bursa. Gönderildiği tarih ise son görüştüğümüz gün! Duru o ince beyaz parmaklarıyla şunları yazmıştı;
Seni terk etmiyorum Siyah Adam! Sonsuza kadar seveceğim. Bu terketmek değil bu bir veda da olamaz sana veda edemem. Bunu çaresi olmayan 'ecel' gibi görmeni istiyorum .Gitmek zorundayım. Bir daha seni görebilecek miyim bilmiyorum. Neler olacak hiç bilmiyorum. Her şey çok karışık ve çok karanlık siyah adam. Çok üzgünüm, çok çok üzgünüm! Ne olur kızma ve ne olur neden diye sorma, kendine bunu yapma. Evet özellikle kendine hiçbir soru sorma. Seninle hatta ikimizle uzaktan yakından ilgisi yok. Gitmek zorundayız. Yüzüne veda edemediğim için beni affet. Buna cesaret edemeyeceğim, çünkü beni bırakmayacağını biliyorum." son iki kelimeyi okurken çenemin titremesinden dişlerim acımıştı, yere çökmüş okumaya devam ediyordum "Daha önemlisi gideceğimizi ben de yeni öğrendim. Sana anlatmadığım çok fazla şey var Siyah Adam. Büyük sorunlar var çok büyük. En ufak bir umut veremiyorum, çünkü en ufak bir umudum yok... Bu mektubun bu kadar kısa olmasından bile utanıyorum şu an, bilseydim güler öncesinden sayfalar doldururdum senin için. Yine yetmezdi ya... Birazdan mektubu postaneye teslim edip, sonra seninle buluşacağım. Ve bugün ellerini son kez sımsıkı tutacağım. Hoşça kal. Beni hep hatırla demem terbiyesizlik olur. Unut.
Siyah adam. Beni affet!