Yavuz Dayının yan masadaki yabancı müşterilerin siparişlerini almaya çalışırken zorlandığını fark eden Baran, Ragıp'a işaret ederek. “Abi bir

Yavuz Dayının yan masadaki yabancı müşterilerin siparişlerini almaya çalışırken zorlandığını fark eden Baran, Ragıp'a işaret ederek.
“Abi bir bak istersen senin ingilizcen iyiydi.” dedi.
Odaklanmaya çalışan kızarmış gözlerle, işaret edilen yöne baktı Ragıp,
“Dayıcım bir saniye,” dedi altındaki ahşap sandalyeyi komşu masaya doğru hafif çevirerek “ben yardımcı olayım...” 'b' harfinin 'v' gibi çıkmış olması rakının yerini bulduğunu kanıtlıyordu.
“Ne istemiştiniz madam?” Şaşkın ifadeyle gülümseyen İngiliz turist, ırkına has aksağanıyla “Biz balıkları az pişmiş istiyoruz, bir de Melicana'nın içinde ne olduğunu sorduk.” dedi. Kızarmış gözlerle Yavuz Dayı'ya dönüp, “Dayıcığım balıkları az pişirin bunlara, he bir de Melican'ı sordu içinde ne var diye...Patlıcan diyeyim değil mi, ne soruyorsa elin gavuru patlıcan işte!” Tekrar İngiliz turiste dönüp.
“Balıkların az pişmesini istediğinizi ilettim hanfendi, Melican'ın içinde de patlıcan ve yoğurt var. Ve sır olarak saklanan lezzetli baharatlar tabii!” Son cümlesinde muzip bir ifadeyle gülümsemişti. Davetkar gözlerle Ragıp'ı süzen turist, “Çok çok teşekkür ederiz, yardımınız için. İsminiz nedir ?”
“Ragıp! Sizin?”
“Angela.” ince uzun parmaklarını Ragıp'ın alkolden ısınmış sıcak avuçlarına yaslayıp samimi bir el sıkışma yaptıktan sonra.
“Memnun oldum.” dedi.
Ragıp da “Memnun oldum.” dedi ve Baran' a döndü “Bilader bir el var kadında, incecik...Buz gibi. Baran ne diyorum sana, bana bak!” telefonuna bakan Baran irkilip başını kaldırdı. “Oğlum nasıl değişik şu yabancılar yaa, biz yaşamıyoruz be vallahi yaşamıyoruz. Nasıl içten gülümsüyor!” Baran'ın dudakları neşeyle gerildi,
“Ben o gülüşleri erasmustayken yakından inceleme fırsatı buldum abi, iyi bilirim!”
Ragıp bir anda ciddileşip Baran'a yaklaştı.
“Bu arada senin şu fabrikatör hıyar hakkında epey bilgi edindim, bu hafta tarayacağız saçlarını merak etme.” (Ragıp döveceği adamlarla ilgili bu tabiri kullanırdı)
“O işle bizzat ilgilen, kadıncağız bankaya gittiğimiz gün ısrarlarıma dayanamayıp anlattı meseleyi korka korka, kendi başına patlamasından korkuyor tabi... Haklı!”
“Irz düşmanı kadının dul olduğunu öğrenince eve bırakayım ayağına sarkmıştı değil mi, öyle anlatmıştın, sonra kadın yanaşmayınca itelemiş!”
“Aynen abi, işin kötüsü bu mesele evin önünde oluyor, perdenin arkasından Sefa görüyor... Düşünsene ! Şu adamı öldürmeyin ama öldürmekten beter edin.”
“Planladım!” elini göğüs hizasında yumruk yapıp “Planladım Baran’ım! Öldürmem için yalvaracak... Merak etme!” bakışlarını masaya yaklaşan Yavuz'a çevirip sustu.
Yavuz dayı Ragıp'ın omzuna vurup teşekkür etti. “Sağ ol aslanım, genelde yabancı olarak Yunanlı olurdu burada, benim Yunancam var ama ingilizce bilen yok aramızda, iyi ki size denk geldi.”
Ragıp kadehindeki son yudumu çekip yüzünü ekşiterek,
“Britişş dayıcım bunlar britiş.” dedi. Baran Ragıp'ın çakır keyif haline gülüp,
“Abi sen hep ingilizce konuşsana, öyle daha tatlısın vallahi, niye Türkçe konuşuyorsun ki sen? İngilizce konuş...” Normalde kısa konuşmayı seven Baran'ın lüzumsuz cümleler eklemesi sarhoşluğunun en bariz belirtisiydi. Zaten çabuk sarhoş olan bir bünyeye sahip değildi, her seferinde yetmişlik rakıyı iki kişi bitirirlerdi. Genelde de çoğunu Baran içerdi. Ona rağmen kendini unuttuğu bir sarhoşluk hiç yaşamamıştı. Baran'ın bu gereksiz çıkışına cevap veren Ragıp bir elini Yavuz dayının koluna atarak,
“Niye Türkçe konuşuyorum biliyor musun, çünkü 'Adını sen koy' cümlesinin ingilizce karşılığı yok Barancığım yok!” Baran gözlerini devirip “Geçmiş olsun.” dedi. Ragıp devam etti,
“Dayıcım bir Müslüm açıver be benim hatırıma!” kem küm eden Yavuz'a kaşlarını kaldırdı Baran “Boş ver dayı sen, konseptini bozma... İnceden gönderirsin bizim hesabı.” dedi. Ardından telefonu eline alıp, açtığı mesaj ekranına “Şimdi kalkıyoruz sevdiğim, bu kafayla araba kullanmasın bu. Yazlığa çıkar yatarız buraya yakın zaten merak etme. Sen ne yaptın çalışıyor musun hala ?”