Baran aynı gün salınıverdi. Emniyet müdüründen karakol amirine gelen bir telefon yeterli olmuştu. Tabii bunda Zekeriya babanın zamanında emniyet müd

Baran aynı gün salınıverdi. Emniyet müdüründen karakol amirine gelen bir telefon yeterli olmuştu. Tabii bunda Zekeriya babanın zamanında emniyet müdürü için yaptığı küçük bir iyiliğin payı vardı elbet... Eve geldiğinde bayılırmışçasına uykuya dalmıştı, Baran’ın hiç sapmayan tepkilerinden biriydi bu; herhangi bir şeye çok üzüldüğü ya da öfkelendiği zaman derin uykulara dalardı. Uyandığında boynunun tutulduğunu fark etti. Yüzünü sinirle ovuşturup banyoya yürüdü, aynanın karşısında uzunca kendini izledi. “Allah’ım ! Onun bebek gibi vücudunu o nursuz adama nasıl layık gördün. Böyle bir şeye nasıl izin verdin. Duru! Sen böyle bir hataya nasıl düştün.” İlk defa Duru’yu suçlarken bulmuştu kendini. O kadar akıllı ve masum bir kız böyle bir tipsiz bir serseriyle bedenini nasıl paylaşabilirdi... Gökhan’ın o manasız boş bakışları her saniye gözünün önüne geliyordu. Gidip tekrar dövse, öldürse doymayacaktı. Baran’ın usulca öperken bile kıyamadığı o kadife yanaklara Gökhan’ın kirli elleri kim bilir ne hayvanca dokunmuştu, sigara kokan pis ağızı Duru’nun meyve tadında ince dudaklarını nasıl öpmüştü kim bilir. Ah Duru ! Ah Tanrım bu nasıl bir ziyanlıktı böyle...
Aynadan kendini ayırıp tekrar yatağa döndü, kapanmak üzere olan telefonunun şarj uyarısıyla beraber birikmiş olan bir sürü bildirim dikkatini çekti. Duru defalarca aramış ve mesaj atmıştı. Hiçbirini okumak istemiyordu ve Duru'nun sesini duymak istemiyordu. Aslında ilk bakışta fevri bir tepki gibi görünen bu davranışı, düşünerek yaptığı bir kibarlık biçimiydi. Bu öfkeyle Duru'ya söyleyeceği yanlış şeylerden korkuyordu, konuşup kırmak istemiyordu. Gerçi sessiz kalmasının da Duru'yu üzeceğini biliyordu ancak bildiği bir şey daha vardı; susuşlardan doğan hüzünler gelecekte unutulacaktı ama konuşulan şeyler asla akıldan çıkmayacaktı. Hele ki böyle hassas bir konu için yapılacak olan tartışma, yıllar sonra bile Duru'nun beynini tırmalayabilirdi. Baran da kendince makul davranmaya çalışıyordu işte.
İki gün sonra dayanamayıp kendisi aradı Duru'yu,
''Her şeyim!'' diye açmıştı telefonu Duru, titreyen sesi acınacak türdendi.
''Nasılsın diye merak ettim,'' dedi Baran emin bir tonda
''Hayatım, asıl ben merak ediyorum nasılsın diye! Ne telefonu açtın ne bir mesaj attın!” Baran soğuk bir sesle araya girdi,
“Allah aşkına, en son polis aracındaydım hatırlarsan, karakolda telefonumu alacaklarını düşünmedin mi?”
“Ragıp abiden öğrendim Baran, aynı gün salınmışsın...” Baran tarafında derin bir sessizlik oldu, “beni aptal mı zannediyorsun ? Bana kızgın olduğunun farkında değil miyim sanıyorsun.”
“Şşştşşt sevdiğim, sakin ol biraz. Kimseye kızgın değilim.”
“O zaman neden bakmadın telefonuna neyin tepkisiydi bu!”
“Yani... tepkim kadere mi desem, bilemedim. Yani can sıkan bazı şeyler var, ooff Duru her neyse...”
Baran öyle soğuk ve öyle yabancı bir ses tonuyla devam ediyordu ki konuşmasına, Duru çaresizlikle, “Rica ediyorum daha fazla konuşma, senden bunları duyduğuma inanamıyorum! Neden söz ettiğini çok iyi anlıyorum. Seni daha olgun biri sanmıştım, hatta seni kusursuz görüyordum! Tanrı gibiydin Baran! Şimdi en ihtiyacım olan günlerde yanımda durmuyorsun! Başka bir şey söyleme lütfen, kapatacağım telefonu.”
“Peki...”dedi Baran. Konuşma bitmişti. “Ulan hanfendinin derdine bak! onun salak eski sevgilisi yüzünden,(nefesi kesildi) pislik sevgilisi yüzünden yaşadığımız şeye bak, bana yaşattığı rezalete bak amına koyayım! Özür dileyeceği yerde minnet duyacağı yerde telefonu niye açmıyor muşum! Bunu soruyor bana.” telefonu elinde öfkeyle sıkıp duvara fırlattı, telefon çarptığı yerde siyah biçimsiz bir iz bırakarak paramparça oldu.