Okumayı çözen, eli kalem tutan, hisleri gelişen, akıl-fikir yürüten herkes bilir ki! Alacağını sağlam temellere dayandırabilmiş alacaklı, her zama

Okumayı çözen, eli kalem tutan, hisleri gelişen, akıl-fikir yürüten herkes bilir ki! Alacağını sağlam temellere dayandırabilmiş alacaklı, her zaman ve her koşulda alacağını alır… Para cinsinden alamasa bile mal alır, olmadı imtiyaz alır…

Eğer aldığın bu borcu, har vurup harman savurduysan vay ki vay!.. Gecikmeye düşmüş bir şirketin ya da kamunun alacaklıları, o şirketin ya da kamunun yaşantısını belirler.

Mesela cebinde durabilecek paranın miktarını, artık alacaklı belirler… Olası haczin zamanını, dolaylı olarak çalıştırabileceğin personel sayısını ve personelin zamanını alacaklı belirler…  Üretim bantını ve miktarını bile yine alacaklı belirler… Çünkü, şirketin, makinelerin yeni sahibidir. Üretim opsiyonu ona geçmiştir. Hisse durumu ve şirketi kısmen ya da tamamen satınalma opsiyonu yine kendisindedir.

Hatta ve hatta, o şirkette ne yiyip ne içileceğine, tabildotuna, domatesine, peynirine kadar alacaklı karar verir…

Bir kere ödeme zorluğuna düşmeyesin, boynundan büyük borçlanmayasın, borçlandığını har vurup harman savurmayasın…

Keza aynı şekilde kefalette borçtur… Kefil, kafil’dir, borcu üstlenendir… Riski üzerine alır… Ödenmediği takdirde ödemeyi peşinen kabul edendir…

Örnek; Türk Telekom… Burada da borç, Oger Telekom’un borcu denilemez… Çünkü Türk Telekom da kefil olmuştur…

Bildiğiniz gibi bugün birçok banka, Türk Telekom’un hissedarı… Ve aslına bakarsanız bu hissedarların tek derdi paralarını bir an önce kurtarmak… Aldıkları kararlarda tek gözettikleri bu… Çünkü onlar finansçı… Ülkenin telekomünikasyon gelişimine olan açlığı, öncelikleri değil… İşi bu değil…

Bu sebeple farklı kafalardan, kendi menfaatleri doğrultusunda farklı sesler çıkabilir… İçeride fırtınalar kopar… Belirsizlik, her bir zihinde hakim olur… Personel hep tetiktedir… “Acaba işsiz kalacak mıyım?” Kaygısını kafasından bir türlü silemez…

Yapılması gereken “önemli” işler bir kenara atılır. Artık “Acil” işler peydahlanmıştır.

Ve hepimizin bildiği gibi “Acele giden, ecele gider”…

Bu nokta çok önemli ve maalesef bunu bir çok alanda yaşar olduk…

Bu durumda, daha iyi anlamak ve de örnek teşkil etmesi için Devlet’in önemli işlerini bir hatırlayalım;

Ülkesine, milletine ve parasına “Değer” katmak…

Yaş, cinsiyet, ırk, din gözetmeksizin herkezi eğitmek… En gelişmiş tekniklerle hem vicdanları hem aklı geliştirmek…

İşsizliği sıfırlamak… Enflasyonu minimum muasır ülkeler seviyesine çekmek…

Hayvancılıkta, hayvan mamüllerinde, yünde, sütte, meyvada, sebzede, tahılda, bakliyatta, tohumda sıfır ithalat yapmak…

Topraklarımızda bulunan madenleri özelleştirmeden, güvenli bir şekilde milli tutmak… Madenleri çıkarmak ve en verimli şekilde işlemek…

Bilgi çağında, bilişim alanında gençlerin önünü açmak… Örneğin verilere göre 4 milyon işsiz var… Özellikle gençlerde işsizlik oranı daha yüksek… Bu boş tutulan, işsiz gençlerin uygun ortam ve koşulda ne tür buluşlar yapabileceğini hayal bile edemeyiz…

Ama bomboş oturuyorlar… Heba oluyorlar… Onlar da “Har vurup, harman savruluyor”…

Teknoloji önemli; Çünkü teknolojiye verdiği değer sayesinde Hindistan 75 milyon dolar maliyet ile Mars’a kendi geliştirdiği uyduyu gönderebildi… Biz ise iki kilometrelik üçüncü köprüye yaklaşık 50 farklı yere gönderebileceğimiz uydu parası harcadık… Öncelik sıralamamızdaki sorunlar sebebiyle, gelişimin ve Dünya’nın bir daha gerisinde kaldık…

Önemli işlerimize elbette daha çok şey yazabiliriz. Ama buradaki amacımız kısa bir hatırlama…

Önemli işlerin yapılamamasını ise tek şey sağlar… “Acil İşler”…

Acil işlere verebileceğimiz örnek; yarın vadesi gelen borcumuzu ödeyecek miktarda paramızın, cebimizde bulunmaması…

İşte bugünlerde yaptığımız bu… Farklı farklı bono, tahvil, teminat ve çok yüksek faizleri taahhüt ederek borç bulmaya çalışıyoruz… Gazete manşetlerinde sıklıkla “Şuradan şu kadar borç bulduk, buradan bu kadar borç bulduk” ifadelerini okuyoruz… “Borç para bulunca” Yerde para bulmuş çocuk gibi seviniyoruz… Çünkü yaklaşık 500 milyar dolar seviyesinde dış borcumuz ile çok riskliyiz. Borç bulmakta zorlanıyoruz.

Borç verebilecekler, geri alamama ihtimalinden endişe ediyor… Çünkü bu kişiler ölçüyor, biçiyor… Ülkenin üretim miktarını, potansiyelini, insan enerjisinin dağılımını, iş durumunu, yaratıcılığını, keşfini, buluş potansiyelini, teknolojisini bir kefeye koyuyor. Diğer kefeyede borçlarını, hukukunu, kanunlarını, imtiyazlarını koyuyor…

Hangi taraf ağır basıyorsa ona göre borç veriyor ya da vermiyor…

Ama bazıları da çıkıyor “Ben her halükârda nasıl olsa alırım” diyor ve çok yüksek faiz ile bize borç veriyor…

Haliyle faiz maliyetlerimiz ile birlikte; Ülkemizin eğitimi, ulaşımı, ocağı, mutfağı döndürebilme maliyetlerimiz artıyor. Ve enflasyon hortluyor… Hortlayan enflasyon, halkın alım gücü azaltıyor. Halk ürün talep edemez oluyor. Üretim azalıyor, işsizlik artıyor. Halk değersizleşiyor. Parası değersizleşiyor. Yabancı için Türkiye çok ucuzluyor…

Küçük yaşta bir sokak satıcısı avaz avaz bağırıyor “Gel vatandaş gel, batan geminin malları bunlar” diyor. Elindeki malın ucuzluğunun, değersizliğinin sebebini herkese haykırıyor…