Peygamber efendimiz Cenabı Hakk’ın izni ile Mekke-i Mükerreme’den Medine-i Münevvere’ye hicret etmek maksadıyla 9 Eylül 622 gecesi Hazreti Ebû Bekr

Peygamber efendimiz Cenabı Hakk’ın izni ile Mekke-i Mükerreme’den Medine-i Münevvere’ye hicret etmek maksadıyla 9 Eylül 622 gecesi Hazreti Ebû Bekr ile birlikte yola çıktı. 24 Eylül 622 Cuma günü Medine’ye ulaştılar. Böylece Peygamber efendimizin reisliğinde ilk İslam devleti de kurulmuş oluyordu. Bu sırda kâfirlere karşı gaza ve cihat yapılması ayet-i kerime ile emredildi. Hicret’in ikinci senesinde bu ilk İslam devletinin düşmanla yaptığı ilk muharebe Bedir Gazası’dır. Mekkeli müşriklere karşı, 624 yılının Mart ayında, Medine’nin 130 kilometre güneybatısında vuku buldu. Müslümanların kesin galibiyetiyle sonuçlanan bu ilk harbin başkumandanı bizzat Hazreti Peygamber idi. 950 kâfirden ellisi öldürüldü, kırk dördü esir edildi.
Hicret’in üçüncü senesinde, Bedir Gazası’ndan tam bir yıl sonra, yine Mart ayında Uhud Gazası oldu. Bedir’de uğradıkları büyük hezimetin intikam ateşiyle yanan Mekkeli müşriklerin ordusu 3000 kişi olup yedi yüzü zırhlı ve iki yüzü atlı idi. On beş kadın müşrik ordusunu cesaretlendirmek için def çalar şarkı söylerlerdi. İslam askeri yüzü zırhlı olmak üzere 700 kişi idi. İki at vardı. Medine’nin 8 kilometre kuzeyindeki Uhud Dağı’nın eteklerinde yapılan savaşta Ashâb-ı Kirâmdan yetmiş kişi şehit oldu. Altısı Muhacirlerden, kalanı Ensardan idi. Düşmandan da otuza yakın kişi öldürüldü.
Uhud Gazası, İslam tarihinin en büyük ve mühim gazalarından birisidir. Bu gazada, Ashâb-ı Kirâm önce harbi kazanmış iken sonradan müşrikler vadiyi dolaşarak Müslümanları arkadan vurdular. İslam ordusu karıştı. Çok sayıda sahâbi şehitlik mertebesine kavuştu. Bu mağlubiyetin sebebi olarak Peygamber efendimizin “Kesinlikle yerinizden ayrılmayınız!” diyerek bir tepeye yerleştirdiği okçuların, ilk anda müşriklere çalınan galebenin heyecanıyla ve harbin kazanıldığını zannederek yerlerinden ayrılmaları gösterilir. Nitekim Cenabı Hak Âl-i İmrân suresi, 155. ayetinde “(Uhud'da) iki ordu karşılaştığı gün, sizi bırakıp gidenleri, sırf işledikleri bazı hatalar yüzünden şeytan (yerlerinden) kaydırmıştı. Yine de Allah onları affetti. Çünkü Allah, çok bağışlayıcıdır, halîmdir.” buyurmaktadır.
Esasta ise bu mağlubiyet bir imtihandı. Büyük İslam âlimi İmam-ı Rabbanî hazretlerinin Mektubat kitabının 2. cildi 99. mektubunda yazdığı gibi “Bu dünya imtihan yeridir. Burada hak, bâtıl ile; haklı, haksız ile karışıktır. Burada dostlarına sıkıntılar, belâlar vermeseydi, yalnız düşmanlarına verseydi, dost, düşmandan ayrılır, belli olurdu. İmtihanın faydası kalmazdı.” Nitekim Allahü Teâlâ, Âl-i İmrân suresi, 140. ayetinde “Eğer siz (Uhud’da) bir yara aldıysanız, şüphesiz o topluluk da (Bedir’de) benzeri bir yara almıştı. İşte (iyi veya kötü) günleri insanlar arasında (böyle) döndürür dururuz. Allah, sizden iman edenleri ayırt etmek, sizden şahitler edinmek için böyle yapar. Allah, zalimleri sevmez.” buyurmaktadır.
Bu gazada bulunan ve şehit olan Ashâb-ı Kirâmın cesaret ve kahramanlıkları, İslam tarihinin en şerefli kahramanlık destanlarındandır. Burada birkaç örnek verelim:
Talha bin Ubeydullah “radıyallahü anh” o gün Resûlullah’ın “sallallahü aleyhi ve sellem” etrafını müşriklerin kuşattığını görünce ne tarafa koşacağını ve ne tarafa yetişeceğini şaşırmıştı. Bir sağ taraftan hücum edenlere, bir sol taraftan hücum edenlere karşı çarpışıyordu. Kendini Resûlullah’a siper ediyordu. Ona bir zarar gelir korkusu ile titriyordu. Resûlullah’ın yanında döne döne çarpışıyordu. Müşrikler arasında keskin nişancı, attığını vuran Mâlik bin Zübeyr isminde bir okçu vardı. Bu hain, Peygamberimize nişan alarak, bir ok attı. Resûlullah’ın mübarek başına doğru gelen bu oka başka hiçbir şekilde karşı koyamayacağını anlayan Hazreti Talha elini açarak oka karşı tuttu. Ok avucunu parçaladı. Daha sonra da Peygamber efendimizi ok yağmuru altında sırtına alarak kayaya çıkardı. Hazreti Talha Uhud gününde ok, mızrak ve kılıç ile seksen yerinden yaralandı.
Aşere-i Mübeşşere’den Sa’d bin Ebî Vakkâs ok atmada çok nişancı idi. Uhud günü Hazreti Peygamber düşmandan gelen okları yerden toplayıp buna verirdi. “At yâ Sa’d at! Anam babam sana feda olsun.” buyururdu.
Ebû Katâde’nin “radıyallahü anh” bu harp sırasında bir gözü çıkıp yanağı üzerine düştü. Dahja sonra kendisini Peygamber efendimize getirdiler. Mübarek eli ile gözünü yerine koyup “Yâ Rabbî! Gözünü güzel eyle!” dedi. Bu gözü, diğerinden güzel oldu. Ondan daha kuvvetli görürdü.
Mus’ab bin Umeyr “radıyallahü anh”, Uhud günü Muhacirlerin sancağını taşıyordu. İki zırh giyinmişti. İbn Kâmia kâfiri Hazreti Mus’ab’a saldırdı. Çünkü kendisini Resûlullah’a siper ediyordu. İbn Kâmia bir kılıç darbesi ile Mus’ab’ın sağ kolunu kesti. Sancağı sol koluna aldı. Bu sırada Âl-i İmrân suresinin “Muhammed ancak Allah’ın resulüdür.” meâlindeki 144. ayetini okuyordu. İkinci bir darbe ile sol kolu da kesilince sancağı kesik kolları ile tutup göğsüne bastırdı. Yine aynı ayet-i kerîmeyi okuyordu. En son Übey bin Halef’in göğsüne sapladığı mızrak ile şehit oldu. Fakat İslâm sancağını yine bırakmamıştı.
Bu sırada Süheyl bin Hanîf’in elinde kırık bir mızrak vardı. Hazreti Peygamber kırık mızrağı alıp onunla Übey bin Halef’in koltuğunun altından vurdu. O anda Übey bin Halef atını geri çevirip kaçtı. Kavminin arasına varınca sığır gibi böğürüyordu. Ebû Süfyân, “Bir diken yarası kadar küçük bir yaradan dolayı böyle ne bağırıyorsun?” dedi. Übey bin Halef, “Bana mızrağı kim vurdu biliyor musun? Muhammed vurdu. Bir gün bana Mekke’de, senin benim elimde helâk olman yakındır, demişti. Anladım ki onun bu darbesiyle öleceğim. Ben bu yaradan kurtulamam. Benim bu yaradan çektiğim acıyı bütün Hicaz halkına paylaştırsalar hepsi ölür.” dedi. Sonra nâra vurup feryat ederek canı Cehenneme gitti.
Abdullah bin Cahş “radıyallahü anh” Peygamber efendimizin halası Ümeyme’nin oğluydu. Uhud’da şehit olup dayısı olan Hazreti Hamza ile aynı mezara defnedildi.
Uhud günü Resûlullah’ın mübarek yüzü yaralanıp mübarek dişi kırılınca Ashâbı çok üzüldüler. “Dua et, Allahü Teâlâ, cezalarını versin.” dediler. “Lanet etmek için gönderilmedim. Hayır dua etmek için, her mahlûka merhamet etmek için gönderildim.” ve “Yâ Rabbî! Bunlara hidayet et. Tanımıyorlar, bilmiyorlar.” buyurdu. Düşmanlarını affetti. Lanet etmedi.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Medine-i Münevvere’deki Bakî Kabristanı’nı ve Uhud şehitlerini ziyaret ederdi. Bizler de şu sırada semaları altında bulunduğumuz Medine-i Münevvere’de hem Peygamber efendimizin kabr-i saadetini, hem Cennetü’l-Bakî’yi hem de Uhud şehitlerini ziyaret etme bahtiyarlığını yaşıyoruz.