83 yıl önce 10 Kasım günü; Cumhuriyetimizin banisi, Ebedi Başkomutanımız Ulu Önder Atatürk, daha 57 yaşında bu fani dünyaya veda etmişti. 

Bu kısacık ömrün 24 yılı çocukluk ve öğrenim yıllarıdır. Ardından 1905 yılında Harp Akademisini bitirip kurmay yüzbaşı rütbesi ile Şam’a tayin olduğunda 18 yıl sürecek çok parlak ve başarılı askerlik hayatı başlamış, yaşamının son 15 yılı da çok parlak askerlik hayatını fersah fersah geride bıraktığı devlet adamlığı dönemidir.

Öğrenim hayatı Selanik’te Şemsi Efendi Okulu’nda başlamış, Mülkiye Rüştiyesi’nde devam ediyordu ama O’nun en büyük arzusu asker olmaktı. Askeri Rüştiye sınavlarını kazanıp Mustafa olarak girdiği Askeri Rüştiyeyi Mustafa Kemal olarak bitirmiş, daha sonra Manastır’da Askeri İdadi ve bilahare İstanbul’da Harp Okulu ve Harp Akademisi’nde öğrenimini tamamlamıştı. 

Osmanlı Ordusunun en parlak kurmayları arasındaydı. Trablusgarp Savaşı ve Balkan Harbine katılmış, Sofya’da ateşemiliter olarak görev yapmış, Birinci Dünya Harbi’nde Çanakkale’nin adeta zafer abidesi olmuştu. Çanakkale’den sonra Doğu Cephesinde kolordu ve ordu komutanı olarak Muş ve Bitlis’i Ruslardan geri alan Mustafa Kemal Paşa harbin sonunda Yıldırım Orduları Grup Komutanı olarak görev yapmaktaydı. 

İmzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması ile savaşa son verilmiş, Mustafa Kemal Paşa birliklerini düşmana teslim etmeden Anadolu içlerine çekmeye uğraşırken işgaller başlamıştı. Tahtını ve şahsını korumak hayali peşindeki Padişah ve hükümeti aciz ve korkak, adeta İngiltere ve Fransa’nın emrinde gibi, Türk halkı ise sefalet içinde, yorgun ve bitkindi. 

O felaket günlerinde, orta yaşın bütün olgunluk ve tecrübesine genç yaşında ulaşan ve yaşının enerji ve dinamizmini bu olgunluk ve tecrübesi ile en iyi şekilde meczeden Mustafa Kemal Paşa; bilindiği gibi Milli Mücadele’ye karar verip, 19 Mayıs 1919’da Anadolu’ya geçmiş, İstiklal ve hürriyet aşağı Türk Milleti ile Milli Mücadele Bayrağı altında, her anı ibret ve haşmet dolu, inanılmaz zaferler kazanarak malumları 9 Eylül’de düşmanı denize dökmüş ve Cumhuriyet’i kurmuştu. 

Artık sıra Ortaçağ hayatı yaşayan Türk Milletini muasır medeniyet seviyesine çıkarıp harabe halindeki ülkeyi abad etmeye gelmişti. Atatürk bu safhada da, muharebe meydanlarının muzaffer komutanı Mustafa Kemal Paşa’dan geri kalmamıştı. Yani kendisini yine kendi geçmişti. Ve bilindiği gibi genç Cumhuriyet daha 10ncu yılında, az zamanda çok işler yapmıştı. 

Ancak kader ağlarını örüyordu ve ne yazık ki 10 Kasım 1938 çok çabuk gelmiş ve her fani gibi O da aramızdan ayrılmıştı. Evet ayrılmıştı ama bu ayrılık farklıydı. O’nu göremesek de O’nu her an duyuyor, yanımızda hissediyorduk. 

Değerli okurlarım, Atatürk görünüşte narin ve ince yapılı olduğu halde kuvvetli ve dayanıklı bir bünyeye sahipti. Sakarya’da attan düşüp kaburgaları kırıldığı halde muharebe meydanını terk etmeyecek kadar mukavim ve azimli idi. 

Şeklen güzel ve anlamlı bir çehresi vardı. Psikolojik bakımdan en bariz vasfı hür ve müstakil bir karaktere sahip oluşudur. Hayatının her safhasında ve en ümitsiz günlerinde dahi bağımsızlık tutkusu ve meylini bir an bile terk etmemiştir. 

Türk oluşu ve Türk Milletine bütün mazisi, hali ve istikbaliyle bağlanışı O’nun için en büyük bir saadet kaynağı idi. “Ne mutlu Türküm Diyene” derken göğsü gururla dolar ve sonsuz bir haz duyardı. Geri kalmışlık, az gelişmişlik gibi aşağılık duygusu kokan terim ve tabirleri Yüce Milletimize yakıştırmaz ve yakıştırılmasına da müsaade etmezdi. 

Muharebe alanlarında hiç mağlup olmamış, omuzlarında taşıdığı en küçük rütbeden mareşallığa kadar daima muzaffer bir komutan olarak mücadele etmiştir. Birliklerini başarıya götürecek ihtimallerin en kesinini, her tehlikeyi göze alarak ve her şeye rağmen tatbik etmekte asla tereddüt etmemiştir. En büyük sorumlulukları tek başına ve zevkle omuzlarına almıştır. 

Fevkalade cesurdu. Düşünme, hesaplama ve ihtiyatı ile bu cesaretini şuurlandırırdı. 

Yirminci yüzyılın en büyük komutanları arasında en önde olanlardandı. Üstün bir strateji ve taktik bilgisi vardı. İyi bir liderin bütün vasıflarına sahipti. Uzak ve ileri görüşlü ve soğukkanlı idi. 

O’ndaki vatan ve millet sevgisi herhalde bir başkasında daha görülmemiştir. Hayatı dahil her şeyini Türk Milletine adamıştı. 

Atatürk yalnız Türk Aleminin değil bütün insanlığın tanıdığı, saydığı kişiler arasında yine en önde olanlardandı. Savaş meydanlarının bu yenilmez komutanı, masa başında da en büyük politikacı ve devlet adamı, en geniş anlamı ile devrimci ve reformistti. Devrimleri ve özgürlük tutkusu ile mazlum milletlerin bayraktarı olmuştu. 

Hasılı O, Yüce Tanrı’nın özenerek yarattığı bir kişidir. 

Ebediyete intikali bütün dünyada geniş akisler uyandırmıştır. 

Müstesna değeri her gün biraz daha yaygınlaşmaktadır. Mesela Atatürk, hakkında en çok kitap yazılan kişidir. TBMM kütüphanesinde, başlığında birebir Atatürk’ün isminin geçtiği kitap sayısının dört binin üzerinde olduğu bilinmektedir. Ayrıca başlığında Atatürk’ün geçmediği yayın sayılamayacak kadar çoktur. 

BM’in, doğumunun 100ncü yılı Atatürk Yılı olarak kutlanan tek lider Atatürk’tür. 

Dünyada bütün kıtalarda heykeli olan tek lider yine Atatürk’tür. 

Ve Atatürk; Yurtta Sulh Cihanda Sulh” ifadesi ile dünyaya seslenmesi yanında Türk Ordusuna ve gençliğine hitabı gibi söylemleriyle, yaptıkları, hedefleri ve düşünceleri ile dimdik ayakta ve evlerimizin, okullarımızın, bütün kurum ve kuruluşlarımızın adeta ışığıdır, kılavuzudur. 

Ulu Önder Atatürk’ü andığımız bu günlerde, içlerinde geçmiş yıllarda ÖNCE VATAN’da yazan Prof. Dr. A. Nilay EVCİL ve bir grup akademisyenin ATATÜRK, ZAMAN MEKAN YAŞAM kitabı ATA YURT yayınevi tarafından yayınlandı. Kızım olması ile övündüğüm A.Nilay EVCİL anılan kitabın Türkiye’de ve Dünyada Atatürk Üzerine Yer Adlandırmaları bölümünü kaleme almış. 25 akademisyenin kendi ilgi alanlarında Atatürk’ün yaptıkları ya da O’nun sayesinde yapılan katkılar derlenmiş. Beğenip yararlanacağınızı düşünerek bilgilerinize sundum. 

Ebedi Başkomutanımız Ulu Önder Atatürk’ü en derin saygılarımla anıyor ve Yüce Tanrı’dan rahmet diliyorum. 

Mekanı cennet olsun.