ULVİ ARI 

Günlerden bir gün, yer İstanbul Taksim. Kar yağıyor, coronadan dolayı her yer kapalı. Ufak dükkanlar, büfeler açık, çay çorba içecek yer yok. Yürürken 50 m önümde yürüyen iki kadın bana doğru geliyor ve "yakala yakala!" diyorlar. Ağzımda maske kafamda bere övünmek gibi olmasın çocuğu yakaladım. "Neden kaçıyorsun? bekle!" derken çocuk çok anlamsız bir ifadeyle bana baktı. "Hayırdır?" demek üzere iken kadınlar geldi.

-Alın çocuğunuzu, bırakmayın! düşer. Derken.

-Çocuk bizim değil. Sizden ricam yakalayıp polise verir misiniz? Deyip birden fırlayıp gittiler. 

Çocuk 4 yaşında ne yapacağımı bilmiyorum. Tarlabaşında karakol var mı diye bakıyorum. Kim kime dum duma. Polis karakol birden korktum. Ne güzel eski 3 katlı binalar vardı. Allahın gavurları çok severdi oraları, artık çoğu yok. Kendimi çukur dizisinin içinde yaşar gibi sağ sola bakarken. Çocuk elimde üşümüş titriyor "Çiş" dedi. Haa camii taksimin merkezine konulmuş güzel içeri girdik.

Dilenciler:para.

Çiş: Para. 

Cami:Yardım parası. 

"İmdat, polis!" bak dediler orada. Karakola girdik. 

-Bu çocuk kimin senin mi? Karın nerede karının haberi var mı?

-Ben engelliyim kartım da bu, çocuk benim değil. Dedim.

Adamlar kağıt uzattılar imzaladım. Çocuk orada sıcak bir ortamda kaldı.

Atatürk kültür merkezi yeniden yapılıyor ya aklıma geldi. Neden yıktınız? Yıkmadan önce yenileyin veya havaalanını yeni yaptınız iyi güzel de Atatürk havaalanını neden yıktınız? Düşünemiyorum. Yıkmayın yenisini yapın. Süper gidiyorsunuz. Ekmek sırası mı, doğalgaz su faturası mı, ev kirası mı hep zorlanıyoruz. İmdat beni tımarhaneye atın!