Acıya ve mutsuzluğa meyilli bir toplumuz biz, hal böyle olunca kaçınılmaz olarak “Arabesk Kanımızda.” Ne demişti Orhan Baba o meşhur şarkısında

Acıya ve mutsuzluğa meyilli bir toplumuz biz, hal böyle olunca kaçınılmaz olarak “Arabesk Kanımızda.” Ne demişti Orhan Baba o meşhur şarkısında? Batsın bu dünya! Umutsuzluğa meyilli, umudunu yitirmiş olan insanının ruh halini, kavuşulamamış acı veren aşkları ve seksenli yıllarda köyden kente geçiş sürecinde kent kültürüne adapte olamamış kaderci dünya görüşüne sahip olan kitlelerin yaşamdaki yalnızlığını anlatan, büyük şehrin yoksul mahallelerinden çıkmış bir isyanın bastırılmış öfkenin simgesi olmuş alt kültüre ait bir müzik tarzı ve yaşam biçimi olarak tanımlanabilecekse de arabesk müzik bakmayın siz hiç o bilmem, dinlemem, anlamam, tanımam diyenlere “bizim elit kesimimizin çoğu gizli arabesk müzik bilir.” Entelektüel çevreler yıllardır hala arabeski tartışsa da, yadsısa da gerçek: “Bizim toplumumuzda sanayicimizde, bürokratımızda arabesk müzik dinler.” Pop müziğimizde arabesk sözler, ezgiler, nağmelerle sentezlenmiştir. Hatta neredeyse tüm ustaya saygı albümlerinde eserleri popçular okur, düet yapar. Varoşların müziği denilen arabesk müzik nağmeleriyle Araf, Batsın Bu Dünya, Tanrı İstemezse gibi şarkıları Kıbrıs Otelleri’nde dinleyen profesörlerimiz var bizim. Bu sebeple; “Arabesk beğeni lokal değil, geneldir…” Ruhumuz arabesktir bir parça. “Arabesk Kanımızda” sokak deyiminin boşuna türememiş olduğu besbelli. Bu müziği temsil eden başlıca isimler ve ekoller vardır. Star değildirler. Toplumun büyük bir kısmı için onlar babadır… Yani bizim starlarımız değil; Babalarımız vardır. Müslüm Baba, Orhan Baba, Ferdi Baba … Bu müzik türünün ağır, vakur, racon bilir, saygıdeğer, abileridir onlar. Toplum bu ekolleri babalık mertebesine yükseltmiştir. Aileyi koruyan, kollayan, hafiften çekinilen lakin asla saygıda kusur edilmeyen… Babaların hayranlarının kendi aralarında bölünmeler, kamplaşmalar, belirgin farklılıklar vardır. Orhan Baba, Ferdi Baba, Müslüm Baba gibi bu ekolün farklı bir temsilcisi olan bir de İbrahim Tatlıses vardır. Diğerlerinden ayrı, apayrı bir kategoridedir. Ancak ona İbrahim Baba demez kimse. O kimine göre İbo’dur, kimine göre İmparator. Türk magazin medyasında İmparator adıyla anılan star; ağır, vakur duruşlu, demlenmiş üstatların arasındaki en başına buyruk, delişmen ve bir parça yaramaz çocuk ruhlu olandır. Bağırır, ağlar, güler, sever, içindeki sevgiyi de içindeki öfkeyi de sakınmaz daha doğrusu pek sakınamaz… Seveni çoktur, sevmeyeni, eleştireni de… “Urfa’da Oxford vardı da, biz mi okumadık?” sözü ona aittir. Çiğ köfte yoğurur, ocakbaşında medya ordusuna kebap pişirir. Lahmacundan, çiğ köfteden, tekstil, inşaat, restoran işletmeciliğine kadar pek çok alanda ticarette şansını sürekli dener. Seveni de, sevmeyeni de hiçbir çelişkiye düşmeden şu iki konuda hakkını verir: 1: Detone olmayan güçlü bir sestir. 2. Yardımseverdir... Toplumca yine arabesk müziğin başlıca ekollerinden biri sayılan ancak yapmış olduğu müziğe tam anlamıyla arabesk müzik denemeyen çok sesli sentez bir müzik diye sınıflandırılan ve üzerine tezler yazılmış bir başka isim Orhan Gencebay’dır. Müzik kültürü ve bilgisiylede ayrı bir kulvarda değerlendirilir. Ancak tüm bu Baba ekollerinin içindeki en sıra dışı isim hiç şüphesiz ki Müslüm Gürses’tir… O, sadece şarkılarıyla değil, tavrıyla ve “çilekeş yaşamı” ile benzersiz olan tek ikondur. Gerek yaşamöyküsü ile gerek başı dumanlı, eli jiletli hayran kitlesi ile doktora tezlerine konu olmuş, toplum mühendislerince konserleri incelenmiştir. “Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.’’ İşte bu söz 2000’li yıllarda gerçekleştirdiği albüm ve konser projeleri nedeni ile tam anlamıyla Müslüm Gürses’i anlatır. Murat Han Mungan sözleri, Teoman ve Nilüfer şarkıları ile yapılan projelerle Müslüm Gürses şarkıları entelektüel sanat çevreleri, sosyete ve pop müzik ikonlarınca da hayranlık, saygı ve kabul gördü. Gürses son dönemlerinde kentin en güzide konser salonlarında ve gece kulüplerinde bu zümreye konserler verdi. Belki PR şirketlerinin belki müzik endüstrisinin parlak bir marketing fikri olan bu buluşmalar kendisince ne kadar önem taşırdı bilemiyorum. Zira o, “Issız bir köşeye serdim postumu, yağmurla, rüzgarla örttüm üstümü, Unuttum düşmanı, hem de dostumu, Alıp vereceğim kimse kalmadı… Şarkısının dizelerini seslendirmiş, kendi iç dünyasında inzivaya çekilmiş olarak yaşamayı seçmiş bir münzeviydi. Yaşam sadece kendi hikayelerimizle değil başkalarının cesaret, dürüstlük, anlayış, anlama, aşk, başarı, başarısızlık, beğeni, kaybediş, başlangıç, hüzün, umut ve umutsuzluk hikayeleri ile de öğreticidir. Hangi tür müzik ile sentezlendiğinin, kategorize edildiğinin önemi yok. Aslında her şarkı bir hikayeyi anlatır. Ve hikayeler hep öğretir… Ayrı yollardan geçmiş, ayrı yolları seçmiş, ayrı bakış açıları geliştirerek yaşamı anlamlandırmış, farklı adımlar atmış olan bizlerin birbirini anlama ve öğrenme yolundaki bu hikayelerde kimimiz unutulmaz film kahramanı Muhsin bey oluruz, kimimiz onun işgüzar ve ilkesiz, yozlaşmış yaveri Ali Nazik. Kimimiz Abuzer Kadayıf kimliğinin içinde ilke ve kişilik savaşı veren sosyoloji profesörü Ersin Balkan, Kimimiz onun karmaşık yolculuğunda kulağına öğretiler fısıldayan dostu Abdo… Kimimiz üvey evlat muamelesi gören bu karmaşık , zaman zaman fantezi(!) müzik de denilen (ki bu ne demek ise) arabesk ve ironik hikayenin baş rol oyuncusu Müjde ve Şener…