Artık tek başımaydım hayat denen bu yolda. Hayat arkadaşımı, yoldaşımı karanfil kokusuna sardım dün gece itibariyle, kaybettim. Sessize büründü

Artık tek başımaydım hayat denen bu yolda. Hayat arkadaşımı, yoldaşımı karanfil kokusuna sardım dün gece itibariyle, kaybettim. Sessize büründü çılgın düşlerim. Acının kokusu belini kırdı tüm şiirlerimin. Öyküsü hazindir solan güllerin. Öksüz kalan gün ışığı usulca gecenin serin yelinde uykuya daldı. Mevsim sonbaharda takıldı kaldı. Üşüyen ağaç dalları Azrail’le sözlendi. Bahçeler sararmış yaprak cesetleriyle doldu. Yaşanamayan mutluluğun vebali yükleniyor şimdi sol yanımdaki derin boşluğa. Teselliyi sadece içmekte arayan tüm duyularım yaşama yetisini kaybetti. Sensizliğin en ağır sahnesini yaşıyorum ümitlerimin ölümünde.
Artık geceleri ay karanlık doğuyor, yıldızlarlar parlayan yüreklerine kepenk indirdi. Sabahları yüzümü yıkayamıyorum. Gün doğumunu izleyemiyorum. Yüreğimde sensizliğin buğulu burukluğuyla savaşıyorum hep… Ruhuma acının uçkunu musallat oluyor. Kavuşamıyorum oksijenin cennet ferahlığına, nefesim kesiliyor. Huzurun musalla taşına yatmadan önce söylediği tüm kehanetler bir bir çıkıyor. Yaşanmadan tüketilen mutluluğun vebali yıldırım gibi düşüyor beynime.
Bir gün her şeyin vebalini öder diye düşünüyoruz ama yaşamadan tükettiğimiz günlerin, saatlerin, mutluluğun, huzurun vebalini ödemek en ağırıdır. Bu derin vebali taşımak önceleri hafif gelse de sonraları ruhumuza büyük bir ağırlık verir. Bundan ibarettir ki kavuşamayan âşıklar ağlar, hasret derin yara açar. Ve son beyin iflası dediğimiz psikolojik travmalar yaşarız. Geçirdiğimiz günlerin değeri paha biçilemez olmalı. Yaşamayı bekleyen umut sarmaşıklarında ki tüm mutluluk damlacıklarını yakalamalı, yaşamalıyız. İnsan bir kere doğar, bir kere büyür ve bir kere yaşar öyleyse dopdolu geçirmeliyiz yaşamı. Gülmekse en ağız genişliğinde gülmeli, mutluluğu dibine kadar hissetmeliyiz…