1. Merhaba Burak Bey, bir senarist olarak şuan televizyonda olan diziler hakkında ne söylemek istersiniz?



  • Televizyon dizileri bizim senaryo pratiği içerisinde yapmayın dediğimiz pek çok şeyi yapan dramalar oldular. Çünkü kendine has bir dizi piyasası oluştu. Dizi sürelerinin uzaması drama kurallarını yeni baştan, başka bir şekilde ele almayı gerektirdi. Bu yüzden işlevsiz sahnelerle dolu ve yeterince parlak olmayan diziler çıkmaya başladı. Böyle olunca, karakterler yeterince güçlü yazılmayıp ya da yeterince derin yazılmayınca gereksiz şekilde uzatılan hikayeler izlemeye başladık. Bir karakter, bir hikaye ve belli bir taşıyacağı yük vardır. Biz bunları aştığımız için, diziler tadında bitmediği için hamaliye bir takım diziler çıktı ortaya. Mesela, ben çok sevilen bir dizinin 100 bölüm sürmesini anlayabiliyorum ama süreler uygun olsaydı, 40 dakikalık bölümlerle yürüyor olsaydı bir senaristin yürütmesi çok daha kolaydı. Şimdi biz aslında ne yapıyoruz? Her gece 4 saat süren diziler izliyoruz. Bunun ilk 1 saati özet olarak bize geçen bölüm anlatılıyor. Aslında o özet bölüm her şeyi anlatıyor. Bir hafta geriden takip etseniz, özet bölümlerle yürüseniz daha mantıklı, çünkü aslında zaten olması gereken sahnelerin bir araya getirildiği bölümler o özet bölümler. Biz maalesef bütün geceyi bölüyoruz. Bu bizim bütün dilimizi, dramamızı bozuyor, çünkü biz derslerde her zaman iyi bir parlak fikri bulmak yeterli değil, onu en verimli şekilde kullanmak gereksiz sahne yazmamak, nötr diyalog yazmamak ve sürekli ileriye doğru götürmek karakteri, hikayeyi. Biz öyle bölümler izliyoruz ki çekilen bölümlerin içinde, olmasa da olur sahneler, olmasa da olur bölümler, top çevirmece ve lüzumsuz uzatılan sahneler izliyoruz. Bunlar sonra sinemaya da sirayet ediyor. Sanılıyor ki seyirci bunları seviyor veya tüm ekipler öyle alıştırıyor ki kendini, estetik bakışlarını sinemaya geçtiklerinde de aynı kusurları filmlere taşıyorlar.

  • Şuan televizyonda takip ettiğiniz bir dizi var mı?

  • Türk dizilerini seyredemiyorum açıkçası. Ben hala Yeditepe İstanbul dizisinde kaldım. Ara sıra açar izlerim. Bence olması gereken Türk dizisi stili oydu. Ondan sonra birkaç dizi daha vardı; İkinci Bahar, Bıçak Sırtı… bunlar makul sürelere yayılmış iyi dramalardı ama şimdikiler beni çok bezdiriyor. Bir kere zaten sansür var, her konuyu yapamıyorsunuz ve birbirinin tekrarı hikayeler anlatılıyor. Yabancı bir dizi seçilmiş, uyarlanmış olsa bari yerlileştirilme adına bunlar hep birbirine benzer hale getiriliyor. Biz farklı hikayeler izleyemiyoruz. Yabancıyı da bozuyoruz. Gülse Birsel’in dizisine bakıyorum. En azından daha dinamik, daha makul bir mizah üzerinden yürüyen ve içinde zeka barındıran diziler yazdığını düşünüyorum Gülse Birsel’in.




  1. Bir eğitmen olarak nasıl bir eğitim programınız var? Biraz bahseder misiniz?



  • Eleştirmenlikten geldiğim için çok film izlemiş biriyim. 24 yıldır film izliyorum ve hayatımı film izlemek üzerine kurulu yaptım. 2010 – 2012 senesinde senaryo yazdım aktif olarak. 3 tanesi çekildi, 3 tanesi şuan yapımcılarında çekilmeyi bekliyorlar. Dolayısıyla işleyişi de biliyorum. İşin akademik kısmı, teorik kısmı ayrı bir mesele ama bir de Türkiye sektöründe pratikte yaşananlar çok ayrı bir mesele. Ben her iki taraftan da görebiliyorum. Seyirci tarafından da işleyişin nasıl yürüdüğünü biliyorum, pratik anlamda da biliyorum. Hem yazdım hem yazdırdım hem çektirdim hem de eğitimini veriyorum. O yüzden bütün bunların toplamında ortaya güzel bir karışım çıkıyor.



  1. Yazarak rahatlayanlardan mısınız?



  • Kesinlikle! Yazmak insanı özgürleştirir ve yazmanın bir terapi olduğunu düşünüyorum. İnsanın kendi kendine uyguladığı bir terapi. Yani, bir şeyi anlatmak için yazmaktan ziyade bir şeylere dikkat çekmek için yazmayı tercih ediyorum. Kendimi de iyileştirmek için aynı zamanda yazıyorum.



  1. Sinema dünyasının içinden bir isim olarak, sektörde şuan hangi tür filmler daha çok ilgi görüyor?



  • Türk sineması şimdilerde daha çok kendisini komediye kilitledi, kapattı ve komedi dışında gişe filmi neredeyse yok gibi bir yere götürüyor kendisini. Sektörün bunu bir an önce düzeltmesi lazım. Sektör endüstrileşmek istiyorsa her türden film çıkartabilirler. Polisiye de olmalı, gerilim de olmalı, korku da olmalı… Biz senelerdir söylüyorduk; ya korku ya drama ya komedi. Ya güldürecek ya ağlatacak ya da korkutacak. Bunların bir dengede olduğu film türlerinde çok fazla rehavet edilmedi, denenmedi. Israrla farklı türden hikayelere karşı bir önyargı var. Halbuki seyirciye bunu denemek, test etmek fırsatını vermediğimiz için seyirciyi yanlış okumuş olunuyor. Bu yüzden birbirinin tekrarı, ne tuttuysa bizde ondan yapalım kafasında yürüyen bir sistem oldu. o zamanda birisi asker timi yapıyor ‘Tuttu, biz de yapalım’ diyorlar, hemen asker filmi çıkıyor. Birisi Recep İvedik gibi bir film yapıyor ‘Aaa bizde o zaman çok önemli hikaye anlatmayalım, bir tip yaratalım o tip üzerinden skeçler yapıp yürüyelim’ deniliyor. Yürüyor yürüyor yürüyor, hop sonra da tökezliyorlar. Sektör farklı türler denemek zorunda.



  1. Komedi içeren filmlerden çok drama yönelik filmler yazmışsınız. Bu sizin hangi yönünüzü gösteriyor?



  • Hüzünlü, melankolik yönümü gösteriyor. Yani şöyle bir şey; insanlara bir şeyleri anlatabilmek için bazen en iyi yolu, onları üzmek, sarsmak ama bunun için de sömürü yapmadan yapmak. Sömürü terse çalışıyor çünkü ve sinemanın baş düşmanlarından biridir. Ben de sömürü yapmadan insanların kalplerine, ruhlarına hitap etmek gerektiğini düşünüyorum. Sinema böyle bir sanat. Yazdığınız hikaye herkesi ilgilendirmeli ve duygusal anlamda bir çözülmenin kapılarını açmalı. Öyle etkili olabilirsiniz sinemada. Bütün o başyapıt dediğimiz filmler, unutamadığımız, sürekli izlediğimiz filmler başarmış filmlerdir. Ben sanatta, en önemli kıskacın kalıcı olmak olduğunu düşünüyorum. Kalıcı filmler, sizinle birlikte yaşayan, siz izledikten sonra size eşlik eden filmler değerlidir. Ve burada benim için önemli olan şey insanların kalplerine, duygularına değebilmektir. Ben yazdığım senaryolarda buna özen gösteririm ve iyi filmin bu olduğuna inanırım.



  1. Aynı zamanda kitap yazarlığı yapmış biri olara da ikisini kıyasladığınızda aralarındaki en büyük fark nedir?



  • Sinema kitapları çıkarttım ama romantik sinema ile ilgili kitaplar oldular genellikle. Roman yazmayı istiyorum, hikaye kitabı çıkartmayı istiyorum. Kendi yaptığım, bir takım çalışmalarım var fakat henüz oturtamadım. Roman ayrı bir disiplin istiyor. Roman 6 ayınızı tamamen ona vermeniz gereken, başka herhangi bir yazı işiyle uğraşmanıza fırsat vermeyen bir disiplin. Roman yazmak iki arada bir derede yapılamayacağı için daha başlayamadım.



  1. Sözcü gazetesinde köşe yazarlığı yapıyorsunuz. Hangi tür konuları ele alıyorsunuz?



  • Film eleştirmeliği. Her hafta cumartesi günü yazılarım çıkıyor. Hem internette hem de gazetenin kültür sanat ekinde. 24 yıldır düzenli olarak yaptığım bir iş bu. Milliyet gazetesinde de yazdım, Sinema dergisinde başladım, bir dönem Yeni Yüzyıl’da yazdım, Cumhuriyet gazetesinde yazdım kısa bir süre. Her zaman günlük basımda oldum ve düzenli olarak film eleştirmenliği yapıyorum.



  1. Kendinize aynada baktığınız zaman bir öğretmen olarak mı görüyorsunuz, bir öğrenci olarak mı? Daha öğrenecek çok şeyim var ya da ben öğreneceklerimi öğrendim, şimdi öğretme zamanı…



  • Hayat öğrenmek üzerine kurulu. Asla kendimi hiçbir zaman ‘Tamamım ben, oldum, buyum, tamamdır, süperim’ gibi bir noktaya getirmedim. O tatminsizlik olması gerekiyor insanda. Biliyorum, daha çok genç yaşta ‘Ben süperim’ diye dolaşan insanlar var ortada ama ben asla onlardan biri olamadım. Bir şeyler öğretiyorum ama öğrenme sürecim de işliyor. Hayat insana sürekli bir şeyler öğretiyor. Bu yüzden hiçbir zaman o doyum noktasına ulaşacağımı sanmıyorum ama tabi ki de bildiklerimi, tecrübelerimi, yaşadıklarımdan edindiğim dersleri yansıtmaya çalışıyorum ve kendim için hem öğreten hem öğrenen tarafta olduğumu düşünüyorum.



  1. Bir senaristin hayal dünyasından bahseder misiniz?



  • Çocukluğumdan beri çok hayalperestim. Yazmayı öğrendiğim günden beri defterlerim olurdu, izlediğim filmler hakkında bir şeyler yazardım. Kendi hikayelerim olurdu, abuk sabuk savaş türleri yazardım (Gülerek).  O zaman kovboy filmleri denirdi. Bu öyle başlayan bir süreç; hayal kurarsın, çok okursun, çok izlersi. Senaristi en çok yetiştiren şey, kültür sanata olan yatkınlığı ve düşkünlüğüdür. Sanat tarihi, politika bilgisi, yani hayata karşı bir duruşu olmalı senaristin. Bir politik görüşü olmalı, sanat tarihine ilgi duymuş olmalı, sadece sinema olmamalı. Edebiyatla çok sıkı fıkı olmalı. Bazıları şunu söyler ‘Sinema yapan kişi film mi izlemeli kitap mı okumalı?’ birçok yönetmen edebiyatın daha etkili olduğunu savunur. Bence ikisi de olmalı. Sinema görüntüyle hikaye anlatma sanatı. Sinema film izlemeden olmaz. Edebiyat da, kelimelerle insanların ruhlarının nasıl deşilebildiğini, hangi hikayelerin kelimelerle nasıl ifade edilebildiğini, hiçbir şey görmesen bile okuduğunla nasıl o dünyaya girilebildiğini çözümlemen açısından çok önemli. Çok okuyup, çok izlenmesi gerektiğini düşünüyorum.



  1. Uzun zamandır dizilerin içerisinde adınızı göremiyoruz. Yeni bir proje var mı?



  • Şuan ki dizi piyasasıyla yürüyemiyorum. Çünkü nötr sahne yazamıyorum, nötr diyalog yazamıyorum, işlevsel sahneler kuruyorum. 120 sayfa bir bölüm senaryosu isteniyor. Ben bunun yıllardır yanlış olduğunu savunuyorum. Ben bunun dijital platformlar sayesinde yıkılabileceğine inanıyorum. Blu Tv, Puhu gibi dijital ortamda diziler yayınlanacak ve daha da örnekleri çoğalacak. Bu konuda ümitlendim. Benim projelerim var bu konuda. Daha kısa süreli, daha kompakt ve daha farklı türler içeren projeler üretilmeye başladı. Şimdi bunlara yöneldim ama öncelikli olarak sinema projelerim var.



  1. Yazarken asla yapmam dediğiniz bir şey var mı? Nasıl bir stille çalışırsınız?



  • Sadece para için yazmam. Benim bir yerden tutunmam gerekiyor, hikayeye, karaktere, temaya… İnsanlara bir şey vermeyecek bir şeyi yazmam. Şimdiye kadar öyle teklifler geldi ‘Şimdi bu çok moda böyle bir şey olur mu? Olay örgüsü hiç umurumuzda değil, sadece komedi olsun ya da sadece ucuz korku olsun para kazanalım’ şeklinde teklifler geldi. Asla benim için bir refleks olmadı bu. İnsanların bir derdine çare olabilecek, fikir verebilecek bir şeyler yazmak istiyorum.



  1. Yabancı filmlerin dünyasıyla Türk sinemasını karşılaştırdığınız zaman gördüğünüz eksiklikler neler?



  • Sinema, sanat bir karşı duruştur. Bu ille de bir otoriteye karşı bir karşı duruş değil. Bir düşünceye, bir tersliğe, bir bozukluğa ya da yanlış yürüyen bir takım alışkanlıklara karşı bir duruş ve film bunun için çok uygun bir materyaldir. Biz güçlü hikaye üretmiyoruz. Çoğunlukla vakit geçirten filmler yapıyoruz. Güçlü filmler yılda sadece 4 ya da 5 tane filan çıkıyor. Tamamen bir derdi olan, bir şey anlatan ve insana gerçek bir düşünce sunan filmler üretmek konusunda zaaflıyız. Günü kurtaran filmler üzerinden düşünüyoruz. Filmlere ticari bakıyoruz. Mesele kalıcı olmak. Biz Oscar filmlerine baktığımız zaman çok düşünceli, çok nokta atışı yapan ve insanın içinde bazı şeyleri uyandıran filmler oluyor. Seyircisine bir şeyler katıyor. Bizim filmlerimiz insana çok bir şey katamıyor. 150 tane film yapılan bir ülkede bunun sayısı 5, 6 tane ile kalıyorsa, bu ciddi bir sorundur.



  1. Sizce yazmak mı daha zor yoksa yazdıklarını satmak mı?



  • İkisinin de çok farklı zorlukları var. Bomboş bir sayfaya anlamlı şeyler doldurmak çok zor. Anlamlı, düzgün, duygusal, mantıklı bütün bunların hepsinin olduğu bir metine ulaşmak ve bunu sıfırdan, kafanın içinden söke söke çıkartmak çok daha zor. Bu bir yolculuk ve insanın kendisini deşe deşe yaptığı bir şey. Bunun zorluğu başka hiçbir şeyin zorluğuna benzemez ama işin zevkli kısmı da bu zorluğun da zaten. Evet zor ama onu bitirdiğinde öyle bir rahatlıyorsun ki, öyle güzel bir duyguyla dolup taşıyorsun ki onun da tatmini başka bir şeyde yok. Satmak ayrı bir durum. Onun zorluğu kimileri için çok kolay aşılabilen bir şey, kimileri için çok daha zor. Türkiye şartlarında yazılanları değerlendiren ajanslar yok. Yetenek avcıları yok. Burada herkes tek başına. Kimi tanıdığınla alakalı bir durum var ya da senin cüretkarlığınla alakalı bir durum. Orada tamamen kişi kendi mücadelesiyle baş başa.



  1. Bu sektörde ilerlemek isteyen gençlerimize ne söylemek istersiniz?



  • Asla ümitsizliğe kapılmadan, yazarak (Şimdilerde bloglar var. Wattpad gibi şeyler var, girişken insanlara fırsat tanıyan bir takım imkanlar var internette) yollarına devam etsinler. Youtuberlardan örnekler var, onlardan filmler çıkıyor. Wattpad’de yayınlananlar kitap oluyor sonra film olabiliyor. İnsanın artık durmaması, sürekli kafasını buna yönlendirmesi ve vazgeçmemesi gerekiyor. Yazmak, kendini geliştirmek, sürekli üretmek ve bir şekilde hayal kurmaktan vazgeçmeme. Bir yandan kolay bir yandan daha zor şimdi Türkiye ortamı çünkü çok fazla insan var, seçenek çok fazla var ama imkanlar eskisine nazaran daha iyi. İyi değerlendiren kazanır.