Püritenlik, aynı İngiltere’de olduğu gibi Amerika ruhuna yalnızca çok önemli bir Yahudi sempatizanlığı enjekte etmekle kalmadı, aynı zamanda Ya

  Püritenlik, aynı İngiltere’de olduğu gibi Amerika ruhuna yalnızca çok önemli bir Yahudi sempatizanlığı enjekte etmekle kalmadı, aynı zamanda Yahudi düşüncesindeki pek çok faktörü de Amerikan kültürüne ekledi. Bu faktörlerin başında Muharref Tevrat kökenli vahşet geleneği Culture of Terrorisizm Terörizm Kültürü adını veriyor. Püritenlerin Kızılderililere yaptığı katliamlara dayandığını vurguluyor. 

Bunun dışında gerçekte Yahudi dininde olan pek çok faktör, Amerikan ruhuna etki etti. Evanjelik akımı da unutmamak gerek onlarda Yahudilerin bir nevi destekçisi. Trump’ın modern çağın Keyhusrevi ilan edilmesi boşuna değildir. Amerika açık açık bir Yahudileşme yaşıyor. Yahudi düşüncesine tümüyle uyum sağlıyor.  Amerika Kolomb’un amacına uygun olarak Yahudiler için iyi bir yer oldu. Yahudi inancı ve felsefesi Amerika’nın kurumlaşmasına kaynak olmuştur. The Universal Jewish Encyclopedia “The Unıted States” başlığı altında şunları not ediyor. 

“ABD’nin kurucuları, cumhuriyeti şekillendirirken, etkilendikleri kaynakların başında İbrani kutsal kitabı geliyordu özellikle Püritenler, felsefelerini temele oturturken asıl ana kaynak olarak Tevrat’ı kabul ettiler. Pratikte tüm New England kolonileride aynı kaynaktan etkilenmiştir. 1655 yılında yayınlanan New Haven Code Of Laws’un  (Yeni Kanun düzenlemesi)  içerdiği 79 prensibin yarısından çoğu orijinini ve otoritesini İbrani Kutsal Kitabına dayandırır. ABD devlet olarak oluştuktan sonra da Musa yasasındaki otorite prensibi, ABD hükümet kurumu için rehber olmuştur. Sonuçta Amerikan Devletinin orijini o dönemdeki pek çok tarihsel ve ideolojik faktöre dayansa da şüphe yoktur ki bunlar Yahudi halkın inançlarıyla güçlendirilmiş ve desteklenmiştir. Kuruluşunun ardından Amerika’nın dış politikası diğer ülkelerin içişlerine karışmak yönünde olmuştur. Tek bir istisnayla.

      Amerikalı yazar Peter Grose “İsrael in the Mind of America” (Amerika’nın zihnindeki İsrail) adlı kitabında Amerika’nın  Yahudiler ve Yahudilikte olan ilginç beraberliğinin öyküsünü şöyle anlatıyor.

Amerikan-Yahudi ilişkisinin kökeninde Püriten geleneğinin yattığını vurgulayan Grose Amerikan elitlerinin Yahudilere bakış açısından da hep bu geleneğin etkili olduğunu ortaya koyuyor. Bu arada, Yahudilerin ekonomik güçlerinin de gittikçe arttığına dikkat çeken Grose 19.yüzyılın yarısına gelindiğinde, ilk başlarda seyyar satıcılık yapan Yahudilerin artık pazarın prensi haline gelmiş olduklarını vurguluyor.

Yahudi yazar Eli Barnavi’de Amerikan-Yahudi ilişkisinin çarpıcılığından söz ederek, “Amerika’da antisemitizme rastlamak pek mümkün değildi, nefret Yahudilere değil, Katoliklere yönelikti. Hatta kimi durumlarda “Philosemitism” (Yahudi sevgisi) gözlemlenebiliyordu. Yahudilere ait özellikler olarak kabul edilen çaba, hırs, sosyal aktivite, cemaat bilinci, Amerikan ruhunun dayandığı temel prensipler olarak kabul ediliyordu.” Diyor. Amerika’nın Yahudilere bu denli büyük bir sempati ve yakınlıkla bağlanması, kuşkusuz bazı somut sonuçlar da doğuracaktı. Bu somut sonuçların başında ise Mesih planı geliyordu. Kabalacılar, Amerika’yı Mesih planına destek olacak ve plan gereğince vaat edilmiş toprakların Yahudilerin eline geçmesine yardım edecek bir müttefik olarak planlamışlardı. Bu Yahudilerin vaat edilmiş topraklara diğer milletlerin gönüllü olarak yardım etmesiyle gidecektir şeklindeki kehanetin gereğidir… Mesih Planında Amerika’nın başlıca misyonu buydu. Amerika’nın bu misyonu seve seve yerine getireceğinin ilk belirgin işaretini bir Amerikalı Protestan rahip 1870’li yıllarda verdi. 1841 ‘de New York’da bir Protestan metodist olarak doğan William Eugene Blackstone, gençlik yıllarında Kutsal Kitap üzerinde uzmanlaşmış ve 1878 yılında Blackstone büyük eseri “Jesus is caming” i (İsa Geliyor) kitabını yayınlamıştır. Kısa sürede ün kazanan Blackstone Evanjelik cemaatlerin ilgisini çekmiştir. Evanjelik cemaatten de büyük destek görmüştür. Kitabı 1 milyonun üstünde satmıştır. Blackstone’un kitabı İbraniceyi de kapsayan 48 dile çevrildi. Blackstone, arkadaşları Dwight L.Moody  ve Cyrus I.Scofield ile birlikte, Kutsal Kitabın Yahudilerin Tanrının seçilmiş halkı  olduğu  şeklindeki hükmünün hala geçerli olduğunu  savundu. Aralarında John D.Rockefeller, Cyrus McCormik, J.Pierpont Morgan gibi isimlerin, Kongre sözcüsünün senatörlerin, hakimlerin, avukatların, gazetecilerin bulunduğu 413 seçkin Amerikalı Blackstone’un bu fikrine hiç şüphesiz destek verdi. Yahudilerin seçilmiş halk olduğu fikrini destekleyenler işte bu Müslüman düşmanı sözde Yeni Dünya Düzeni dedikleri sistemin birer, birer parça, parça İslam dünyasını ve coğrafyasını yok etmek, karşılarını çıkanları ise ya biat etmeleri yoksa yok olursunuz tehdidiyle baskı projeleriydi. Türkiye’nin ve liderlerinin bir başlangıcına ve de son dönemlerine bakarsak çok şeyi kavramış oluruz. Nitekim Recep Tayyip Erdoğan ve son yıllarda dış politikamıza bakarsak tablo daha da netleşir. Erdoğan neden hedefte? Erdoğan neden onlar tarafından istenmiyor. Yuvarlak masa toplantılarında Erdoğan için ne planlar yapılıyor? Ama bunların hepsi boşuna çıkacaktır. Neyse konumuza dönelim devam. Yahudilerin seçilmiş halk olduğu fikrini destekleyen bu güruh Amerika’nın elitlerinin kapsamlı listesini oluşturanlardır. Blackstone daha sonradan Rusya’dan göçen Yahudilerin söz konusu olduğu dönemde şu öneriyi getirdi Niçin Filistin’i Yahudilere vermiyoruz? İşte konunun bam teli burası. Peki Filistin onların mıydı? Onu Yahudilere vereceklerdi? Buna karşılık Blackstone 1878 Berlin Anlaşması ile birer Türk eyaleti olan Bulgaristan ve Sırbistan’ın Bulgarlara, Sırbistan’ında Sırplara ait olduğu kadar, Filistin’de Yahudilere ait değil mi fikrini ortaya attı. Yahudi devleti, aynı Bulgaristan ve Sırbistan gibi, Türklerden anlaşma sonucu alınacak Filistin toprakları üzerine kurulabilirdi. Böylece Amerikalı Protestan olan Blackstone, Avrupalı bir Yahudi olan Theodore Hertzden yıllar önce Siyonizm’i ortaya atmıştı. Blackstone ölümünden iki yıl önce 1933’te Chicago’daki Protestan cemaatine yazdığı mektupta, asırlar önce Püritenlerin eliyle Amerika’ya yüklenmiş olan misyonun hala geçerli olduğunu vurguluyor ve İsrail’in uyanışı ile şimdi her zamankinden daha çok 

    Kısacası Blackstone, Amerika’nın Mesih planında kendisi için biçilen misyonun yerine getirmesi gerektiğini vurguluyordu. Bu konuda Amerikan elitlerinden büyük destek görmesi kuşkusuz Püriten geleneğinin yanında bir masonluk faktörü ile anlaşılabilir. Bunun yanı sıra Blacstone’un destekçileri arasındaki en önemli isim ve Amerika ‘nın petrol kralı olan Rockefeller’in ise örtülü bir Yahudi olması dikkat çekicidir. Blacstone’un Püritenliğin Amerika’ya Yahudilikle ilgili bir amaç yüklediğini hatırlatması ve bu misyonun devam ettiğini vurgulaması oldukça önemliydi. Ve Mesih Planının yolunda gittiğini gösteriyordu. Püritenliğin Amerika’ya yüklediği bu görev zaten Yahudi önde gelenleriyle sıkça vurgulanıyordu. Bu vurgulamaları yapanlardan biri de Siyonist hareketin 20’li yıllarda ABD’de  önderliğini yapan Louis D.Brandeis ‘di . Brandeis Siyonist hareketin Amerika’daki liderlerin başında geliyordu. Yahudi cemaati bilincinin Siyonizm’le birleştirme çabaları brandeis ile yoğun döneme geçiyordu. Ve Yahudi cemaati bilinci Siyonizm’le birleştirme düşüncesi Amerikan rüyası ile özdeşleşiyordu. Brandeis  “Hiçbir Amerikalı Siyonizm’in Amerikan vatanseverliği ile çalıştığını sanmasın diyordu. Amerika’ya bağlı olmakla Yahudililiğe bağlı olmak arasında hiçbir uyumsuzluk yoktur. Yahudi ruhu aslında modernizimdir ve bütünüyle Amerika’dır. Brandeis, Amerikan tarihi ile Eski Ahit (Muharref Tevrat)  arasındaki bağlardan da söz ediyordu. Püritenlerin etik toplumlarını yaratabilmek için doğaya ve diğer insanlara karşı verdiği mücadeleyi yüceltiyor Siyonizm bu mücadelenin yeniden doğuşu ve yeni haccıdır diyordu. Brandeis Amerikan ve Yahudi mirasının ortak olduğunu vurguluyordu.  İyi Amerikalılar olabilmek için daha iyi Yahudiler olmalıyız diyordu, daha iyi Yahudiler olmak için Siyonist olmamız gerek diyordu.

Amerikan Protestanlığının Yahudilikle olan paralelliğini ve Yahudilerle ilgili olarak taşıdığı misyonu Edward Tivnon Yahudi lobisini konu ettiği kitabında “The Lobby”  konuyu şöyle anlatıyor. Brandeis yeni kurduğu Amerika Siyonist Organizasyonunu geliştirmeye çalışırken, Siyonist hareket birden bire Beyaz Saray’da bir dosta sahip oldu. Bu dost Başka Wilson’du Wilson yalnızca Brandeis’i 1916’da Anayasa Mahkemesine atamakla kalmayacak, aynı zamanda bu genç arkadaşının dile getirdiği Siyonizm teorisine de destek çıkacaktı. Wilson’ın bu tavrı, pragmatik bir siyasi karar olmaktan çok öteydi. Bir prespiteryan papazın oğlu ve Kutsal Kitabın sürekli bir okuyucusu olarak Wilson, Yahudilerin kaderi ile duygusal olarak ilgliliydi. Peter Grose’un “İsrael in the Mind of America” kitabında işaret ettiği gibi Amerikan Protestanlığında Siyon idealine karşı büyük bir sempati geleneği vardır. Grose Wilson’ın  “Ben bir Protestan papazın oğlu olarak ”Vaadedilmiş Toprakların “ oranın gerçek sahiplerine verilmesine destek olmalıyım” dediğini de belirtir. Yahudilere Filistin’e dönme konusunda büyük destek olan bir başka Hristiyan Siyonist ise Lord Balfaor idi. İngiltere’nin Dışişleri Bakanı olan Arthur Balfaor dindar bir Hristiyan ve Yahudi tarihi uzmanıydı. Romalıların Yahudileri Kudüs’ten çıkarmasını, tarihin en önemli yanlışlarından biri olarak nitelendiriyordu. Balfaor, Yahudi tarihindeki onurlu yerini, 1917’de Lord Rothshild’e yazdığı kısa mektubunda “Majestelerinin Hükümetinin Filistin’de bir Yahudi Devleti kurulmasını desteklediğini” deklare eden satırlarıyla aldı.

   Edward Tivnon ayrıca 1943’de Amerika’da kurulan AZEC (Amerikan Siyonist Hareketi Konseyi) adlı kuruluşunda Protestan cemaatleri ile çok yakın ilişkiler içine girdiğini bildiriyordu. Filistin’de bir Yahudi Devleti kurulmasına çalışan AZEC’in en büyük desteği yine söz konusu Protestan cemaatlerinden ve bir de masonluğun anaokulu sayılan Rotary Kulüplerinden aldığı da aşikârdı. ,

Amerika’nın Mesih Planı Kolomb ve Kabalacı dostlarının hesapladığı gibi çok önemli bir aşamaydı.
Bugün ABD’de TV’ler de Teleavengistler Evanjelik halka Trump’ın çok önemli bir misyon yüklendiğini verdiği vaazlarla anlatıyorlar ve ABD halkının %42 si buna inanmış konumda. Evangelistler Trump’ı modern çağın Keyhüsrevi ilan etti bile….
     Ortadoğu kadim bir bölge Kudüs daha da önemli bir yer..  üç semavi dinin kutsal mekânlarının olduğu yer.. Ortadoğu’da bu olmaz ya da şu olmaz asla denilemez.. Sonuçta karşımızda Yahudileşen bir ABD var…
Bu savaş kolay kolay bitmez.