Bir doktor olarak mesleğimi severim. Fakat ne yalan söyleyeyim hastane ortamı birçok kişi gibi beni de cezp etmez. Kanla, yarayla, gözyaşıyla ve hatta

Bir doktor olarak mesleğimi severim. Fakat ne yalan söyleyeyim hastane ortamı birçok kişi gibi beni de cezp etmez. Kanla, yarayla, gözyaşıyla ve hatta ölümle bu kadar sık karşılaşmak doktor olsam bile haliyle beni de yoruyor. Bir süre sonra duygularım sönükleşip, cansızlaşıyor. Evet o kelime doğru, “sıradanlaşıyor.”  Bazı hastalar kendilerince çok önemli olan küçük bir yara için kıyametler koparırken az önce bir insanın ölümüne şahit olduğumuzu bilemeyebiliyor. Haliyle tepkilerimiz onlara göre farklı ve basit oluyor. Belki de bu yüzden gözlerinde dertlerini önemsemeyen, ilgisiz insanlar olup çıkıyoruz.
Hastane ortamı bunaltıp, yaşananlar üzerimi gelince  ilk fırsatta“vaha” dediğimiz balkonuna koşarım. Doğru duydunuz. Kendimizi attığımız bir balkon var. Buraya vaha dememizin boşa olmadığını görseniz anlardınız.  Beşinci katta ağaçların, çiçeklerin can verdiği, şöhretini fazlasıyla hak eden, sevimli, küçük bir mekândan bahsediyorum. Günün bunaltan vakitlerinde elimde kahveyle beş dakika bu vahada bulunmak bana yetiyor. Gül koklayıp, kahve içmek, şehrin sülietini seyretmek buranın o moda cümlesi ile bizi “hayata döndürüyor.”
Dün de aynen böyle oldu işte. İki kişinin ölümüyle (Hareketin çokluğundan anlaşılan önemli kişilerdi) ortalık yine karışmış, epey yorucu dakikalar yaşanmış, kendimi balkona ancak atabilmiştim. Fakat çok değil on dakika sonra Vaha’da yenilenmiş ve günlük telaşıma tekrar dalmaya hazırdım. Yani her şey her zamanki gibi denilebilirdi… Ta ki hastanemizin sevilen doktoru Nesrin hanımı fark edene kadar… Yaklaşık on dakikadır buradaydım ama onu ilk defa fark ediyor olmam boşuna değildi. Çünkü doktor hanım o an bedenen orada olsa da düşündüğü şeyle çok uzaklarda görünüyordu.  Fark edebildiğim kadarıyla oldukça önemli bir şey düşünmekle meşguldü. Ara sıra kendi kendine gülümsemesini saymazsak boşluğa bakan yüzünde hiçbir duygu belirtisi yok gibiydi.  Merak etmiştim. Yanına gidip
- Hayırdır abla, bu ne hal böyle ya? Deyince ancak beni fark edebildi.
- Ooo Selçuk! Sen de mi buradaydın? Diyerek daldığı derin kuyudan çıkıverdi
- Çok dalgın görünüyordunuz ya hocam!
- Yaa öyle mi? Demek belli oluyor ha! İlginç bir olaya şahit oldum da az önce… Onu düşünüyordum
- Eğer özel değilse dinlemek isterim deyip banka oturdum.
Bir süre sessiz kaldı. Acaba sormasa mıydım diye düşündüm
- Eğer tabi isterseniz dedim.
Hafif gülümsedi. Bu gülümsemenin ne anlama geldiğini çözmeye çalışırken.
- Biraz önce bir hastam eks oldu.
Dedi.  
Biz doktorduk.  Maalesef mesleğimiz icabı bir hastanın ölmesi kadar normal bir şey olamazdı. Bu yüzden ne yalan söyleyeyim tamamen demiş olmak için
Oo çok üzüldüm. Allah rahmet etsin.
Dedim, fakat doktor hanım ne düşündüğümü bilecek kadar tecrübeliydi. Mesele bu değil der gibi hafif bir baş hareketinden sonra devam etti.
- Şu şehrin zengin iş adamlarından Yusuf Selamak var ya onun kardeşi Metin Selamak …
Bu isimleri bilememiştim ama doğrusu soyadlarını bilmemenin imkânı yoktu. Çünkü Selamak kelimesi neredeyse şehrin adından bile önündeydi. Selamak şirketleri denince akan sular duruyorsa boşa değildi…  Bu şehirde yaşıyorsanız inşaattan tutun da AVM’lere kadar her yerde bu kelimeyi duymaya mecburdunuz kısacası...
- Yusuf bey Selamak’ların bir numarası, beyni…  Selamak’ı kırk beş yıl önce küçük bir dükkândan şimdiki dev holdinge dönüştüren kişi. Metin bey yani ölen hastamsa sıradan biri…
Yine manalı bir şekilde gülümseyip
- Ölmeden önce yani, bir dükkan işletiyordu. Kardeşine göre dediğim gibi sıradan biriydi anlayacağın.
Kalktı. Tavırlarından kafasını kurcalayan, dalgınlaşmasına sebep olan esas şeye yaklaştığımı hissediyordum. Bana dönüp
- Sen de doktorsun. Hiç ölümlü vakalar içinde ilginç bir ölüme şahit oldun mu? diye sordu. Doğrusu benim de anlatacak bir iki şeyim vardı ama esas onun anlatacaklarını merak ettiğimden
- Bilmem dedim.
Biraz durdu. Sonra kaldığı yerden anlatmaya devam etti.
- Üçümüz hastanın odasındaydık. Metin bey, Yusuf bey ve ben. Orda bulunmam uzun yıllardır doktorları olduğumdan ve özellikle kalmamı istediklerinden yadırganmıyordu. Metin bey hastalığını duyar duymaz İstanbul’dan gelen abisiyle zayıf ama her zamanki gibi sevgi dolu bir sesle konuşuyordu. Yusuf beyse ilerlemiş yaşına rağmen dinç görüntüsüyle onu ayakta dinliyordu.
“Abi ne gerek vardı. İyileştiğimde eve gelirdin” dedi Metin bey. Yusuf beyin gelmesi aslında boşuna değildi. O an durumu iyiye gitse de ciddi bir hastalığa yakalanmıştı Metin Bey. Zamanında, doğru ve kritik müdahalelerle ancak iyileşmişti. Çok kritik bir eşiği aşabilmiş ve iyileşmeye başlamıştı. Yusuf Bey belli ki hala üzgündü.
Nesrin hanım biraz sustu sonra bana dönüp
- Hayat bazen çok ilginç olabiliyor biliyor musun Selçuk. Yatakta duran kişiyle başucundaki o adamın kardeş olduğunu söylesen kimse inanmazdı. Küçük kardeş hayatın tüm dertlerini çekmiş ve bunu yüzünde ki çizgilerden okuyabileceğimiz bir adamdı. Hani şu yolda yürürken yanımızdan geçen, özel bir sebep olmazsa asla fark edemeyeceğimiz kişiler var ya onlardan biriydi işte.  Fakat başucunda donuk ve keskin bakışlarla etrafı seyreden, yeni traş olmuş yüzünden üst sınıfın kibri okunan, ceketinden gömleğine kadar adeta üzerinde marka taşıyan adam kardeştiler öyle mi?  
İşte o adam yani Yusuf Bey, üst perdeden konuşan havasıyla kardeşini teskin edecek, moral verecek bazı şeyler söylemek istedi.  Ama halinde bir tuhaflık seziliyordu. O rahat ve kendinden emin tavrı yok gibiydi. Bir iki klişe şey söyledikten sonra aniden kalktı. “Ben gideyim sonra yine gelirim” dedi. Kapıya yöneldi ama çıkmadı, durdu. İkimizde ona bakıyorduk. “Bir şey mi diyeceksin?” diye sakin bir sesle sordu Metin bey. Patronsa yaklaşık yarım dakika öylece durduktan sonra bize dönünce yüzündeki ifade değişmişti. “Kardeşim”dedi. İlk defa kardeşim dediğini duymuştum. “Hatırlıyor musun babam bize küçükken oyuncak olarak sadece yapboz alırdı. Beş yaşından on iki yaşına kadar nereden bulup getirdiğini bilmediğimiz o acaip acaip yapbozlarla oynardık hani...” Anlattıkları havayı yumuşatmış gibiydi. Bahsi geçen yapboz hatırası ikisi için de güzel anılar olmalıydı ki ikisi de mutlu insanlara has bir hale büründüler. Hani iki yaşlı adam da çocuk oldu desem yalan olmazdı o an.  Epey oyuncaklardan, geçmişten, hatıralardan bahsettiler. Bilirsin işte çocukluk günleriyle ilgili hatıralar. Bir ara Metin Bey yatağından doğrulup, o kendine has huzur veren sesiyle “Ben hiç birini tamamlayamazdım biliyorsun değil mi abi? Ya eksik olurdu ya yanlış bir parça. Gene de güzeldi ama…” Bir kere daha“Kardeşim” dediğinde patronun gülümsemenin gittiğini fark ettim. Tekrar ama bu sefer hafif sesi titrek “Kardeşim” dedi. “Yapbozlarını tamamlayamamanın sebebi kimdi biliyor musun? Bendim.”  Bu anda hastanın dudaklarındaki o gülümseme öylece takılı kalmıştı. “Ne demek istiyorsun “der gibi bakıyordu adeta…. “Yıllarca inatla senin oyuncaklarını ben değiştirdim.  O eksik ve yanlış parçaların sebebi hep bendim. Parçaları yırtarak bazen saklayarak onları tamamlamanı hep ben engelledim.  Seni kıskandığımdan mı yoksa çocuksu bir nefretle mi yapıyordum şimdi inan bilemiyorum. Ama itiraf ediyorum sebep bendim.”
 “Metin bey donuk bir şekilde öylece duruyordu. Yüzünden ne hissettiğini, ne düşündüğünü anlamak imkânsızdı. Sanki yıllar öncesinden gelen bir çocuk sesiyle ağır ağır “ Hatırlıyorum” dedi. “Babam her akşam eve gelir ilk iş olarak seni kutlar, başını okşar “Aferin benim oğluma, yine başarmış” derdi. Sonra benim yapıp yapamadığımı bile sormadan, nasıl olsa becerememiş der gibi öyle r aşağılayıcı bir bakış lütfederdi”…
Bu son kelimeyi söylerken gariptir, küçük kardeşin ruh halinde büyük bir deprem, ağır bir yıkım yaşadığı gözlerinden okunabiliyordu… Enteresan şeyler oluyordu. Tanıdığım günden beri bütün sıkıntılar, olumsuzluklar karşısında mütebessim çehresini değiştirmeyen, olgun, sakin adam; başkasının kalbini kırmaktansa kendi üzüntüsüne razı olacak derviş kişi yani Metin beyin gözlerinde ilk defa şahit olduğum ve hayatım boyunca unutamayacağım tuhaf bakışlardı bunlar…   Acı çeken, sinirlenen, hayal kırıklığına, hatta ihanete uğramış bir adam bakışları…
“ Lakabım bitmedi kalmıştı o yapbozların yüzünden biliyorsun değil mi abi? Kaç defa bu yüzden benimle dalga geçtiler biliyorsun değil mi abi?” Can acıtıcı bu sorulardan sonra fark ettim ki tek değişiklik Metin Bey’de değildi.  Duygularını asla belli etmeyen, güçlü adam pozlarındaki holding patronun gözlerinde ne yalan söyleyeyim hiç olmayacakmış gibi düşündüğüm yaş vardı. Anlam veremiyordum. Daha birkaç dakika önce mutlu aile örneği gibi görülen kardeşlerin o hallerine ne olmuştu? Yıllar öncesinde kalmış basit, önemsiz bir hatıra bu kadar tesrili nasıl olabilirdi?  Daha da tuhafı geçmişten gelen o oyuncak, birbirinin zıttı gibi duran iki karakteri nasıl böyle paramparça ederdi?
Yusuf Bey, kardeşinin elini tutmak istedi. Fakat hasta buna müsaade etmedi. Eliyle o kadar sert bir “git” işareti yaptı ki patron gözyaşları içinde odayı terk etti.
Odada ikimiz kalmıştık. Yaşananları basit hatta biraz komik gibi görsem de sessizliği bozmaya cesaret edemiyordum. Her şey gözümün önünde olmuştu. Günlük güneşlik hava birden fırtınaya dönüşmüş daha da ilginci sanki iki karakter yer değişmişti. Şaşırmıştım. Ne yapacağımı bilemiyordum.  Belki de orayı terk etmeliydim? Belki Metin beyi teselli etmeliydim. Keşke tanık olmasam diye düşündüm bir ara... Hastaysa gözlerini kırpmadan sanki abisi hala orda, kendisinden gözyaşları içinde af diliyormuş, kapının önünde duruyormuş gibi boşluğa bakıyordu.  
İşte o an her kelimesinden kin ve öfke akan bir sesle ağır ağır “Bakalım en büyük yapbozu tamamlayabilecek misin?” dedi. Bu onun son sözleri oldu. Aniden yatağa uzandı. Gözlerinde hala o tuhaf bakışlarla duruyordu oysa. Kısa bir an tereddütten sonra hemen yanına gidip kontrol ettim. Fakat artık çok geçti. Metin bey ölmüştü. Hastalığından hiçbir eser kalmamış, bir iki saat sonra taburcu edeceğimiz o adam nasıl olduğunu anlayamadığım bir şekilde, sanki ölüm saatini kendisi belirlemiş gibi gözlerindeki o bakışlarla yatakta şimdi cansız uzanıyordu. 
Nesrin hanım bana dönüp:
- İşte bunu düşünüyordum” dedi. Geçmişten gelen basit bir oyuncak bir insanın ölümüne sebep olabilir mi? Gerçekten enteresan bir vaka değil mi dedi? Cevap vermedim. Nesrin hanım sessiz kalmamı vakanın ilgimi çektiğine yormuş olmalıydı. Oysa ben  daha on dakika önce öldüğüne şahit olduğum ve şimdi Nesrin hanımın anlattıklarıyla Yusuf Selamak olduğunu öğrendiğim kişiyi düşünüyordum…