Benim de dikkatimi pek çekmemişti aslında. Dakikada belki 4-5 kere ‘’40 adet yara bandı 1 lira’’ cümlesini bıkıp usanmadan söylüyor ve suss

Benim de dikkatimi pek çekmemişti aslında. Dakikada belki 4-5 kere ‘’40 adet yara bandı 1 lira’’ cümlesini bıkıp usanmadan söylüyor ve sussa tüm anlamını yitirecekti.
Yine önünden geçtim ve kimseleri pek ilgilendirmeyen o cümleyi duyunca birkaç adım atıp bu defa dönüp baktım o yüzüne ve bir işportacının -Banker Bilo filminde İlyas Salman'ın zabıtadan suratına yediği o dehşet tokat sizin de gözünüzün önüne gelmiştir.- görünürde sırf yara bandı satarak hayatını nasıl kazandığını düşündüm. İşte yaralı okurum, zurnanın zırt dediği yere geldik nihayet.
Her ne kadar Misalli Büyük Türkçe Sözlük’te kelimenin kökünün belli olmadığı ve ‘’yarmak’’ fiilinden türediğinin şaibeli olduğu söylense de kelimenin bu kökten geldiği ve ‘’doğa’’ sözcüğü gibi dil kuralına pek uymadığı ortadadır. Bu hali ile kelime, istek kipinin 3. tekil şahsında çekimlenmiş oluyor.
Şimdi bu yaradan bir yazı çıkar mı, çıkmaz mı, diye bir hayli düşündüğümü de belirteyim yeri gelmişken. Sahi belki evli barklı bir adam sırf yara bandı satarak hayatını sürdürebilir mi, diye bence sosyolojik açıdan da irdelenmesi mucip bir soru sormuştuk ya sevgili okurum, şu an bu soruya cevap vermek için evvelâ yara bandının ne vakit icat edildiğini bilmem gerektiğine hükmettim ve bu hususta ne denli bilgisiz olduğumu görünce yalan yok, utandım kendimden ve kadimden.
Ama bu çağda yaşamanın güzel bir tarafı var ise bilgiye ulaşmanın kolay ve haliyle de hızlı olmasıdır ki, hep Google Amca niye dedim; bu sefer Yandex Hala’dan baktım ki yara bandı icat edileli neredeyse bir asır olmuş; E. Dickenson tarafından 1920'de bulunup bir yıl sonra da piyasaya sürülmüş. Peki, 1920’ye kadar böyle bir icadın olmaması ne ile açıklanabilir? Evet, sizin aklınıza gelen o soru benim de derhal geldi aklıma: Acep 1920'den önce insanlık daha mı mutlu, daha mı yarasız yaşıyordu? Bu soruya gayet ciddi ve kendimden emin olarak evet, öyleydi diyebilirim zira sebebi basit: Yazının icat edildiği milattan önce 4000 yıllarından bu tarafa tarihi belgelerde birçok savaştan bahsedilir fakat hiçbirinde dünya savaşı diye bir ibare geçmez. Yara bandının icadı dikkatli okurum, I.Cihan Harbi’nden hemen iki sene sonra olmuş ki, hiç şüphe yok tüm insanlık yara bere içinde kalmamışsa böyle bir şeye niye ihtiyaç duyulmuş? Tabii, bu savaş yetmemiş ki ilkinden yirmi beş sene sonra bu defa daha kinci bir II. Dünya Savaşı çıkmış ve insanlığın yarası kabuk bağlayamayacak kadar derinleşmiş ve artık içe dönen yaralara yara bantları da kâr etmez olmuş. Bu sırada II. Dünya Savaşı sürerken Brezilya'da bir yaz günü 23 Şubat 1942'de Stephen Zweig’ın canına kıymasını yara bandının sanatçıların yaralarını kapatmakta pek işe yaramadığını göstermesi açısından mühim bir anekdot (hikayecik) olarak aktarayım.
Nihayetinde 2017 senesinde bir insan sırf yara bandı satarak bile hayatını idame ettirebilir. Hem bugün küresel çapta olmasa bile savaşlar devam etmekte ve bizler maalesef Ortadoğu'ya yakın olduğumuzdan savaş korkusunu daha fazla duymaktayız. Gene de işe yarar mı bilmem ama her duruma karşı ilkyardım çantalarımızda birkaç kutu yara bandı bulundurmak içten ve dıştan gelecek her yaraya karşı bir sağaltıcı tedbir olabilir çünkü artık çok iyi farkındayız ki yarasız insan bu zamanda parmakla gösterilecek kadar az.
Edebiyat Manifestosu’nda 7. ve son madde: Bir yazar şartlar ne olursa olsun yazdıklarının arkasında durabilmelidir.
Haftanın kitabı: Yine Stephen Zweig’dan Can Yayınları’nın çevirisiyle bir hikaye kitabı: ‘’Amok Koşucusu’’ İyi okumalar dilerim.
Not: Geçen haftaki yazımda Balzac’ın eserleri için ‘’İnsanlık Komedisi’’ diye yazmışım. Doğrusu ‘’İnsanlık Komedyası’’ olacak. Sehven değil, dikkatsizlikten yaptığım bu yanlıştan ötürü iddialı okurun affına sığınırım.