Yazmamın başlıca etkenlerinden birisi haksızlığa uğramış olma dürtüsü veya birilerinin bir yerlerde haksızlığa uğ

Yazmamın başlıca etkenlerinden birisi haksızlığa uğramış olma dürtüsü veya birilerinin bir yerlerde haksızlığa uğruyor olması…



Kişisel hikâyemde çatışma ve haksızlık düşüncesi ailede başladı. Babamın ve annemin uygulamalarına, okul seçimlerine ve kardeşime olan yumuşak tavırlarına karşı duruyordum. (Tabii bunlar o zaman hissettiklerim ve öznel yorumlarımdı. Hepsinde haklı değildim.)



Fyodor Mihayloviç Dostoyevski “Yemin ederim size baylar, fazla bilinçli olmak bir hastalıktır. Gerçek, tam bir hastalıktır. Sıradan bir bilinç, insanın yaşamı için fazlasıyla yeterlidir.” der Yeraltından Notlar’da.



Yalnız, Dostoyevski’nin hastalık olduğunu söylediği, her şeyi fark etme, hissetme, fazla bilinçli olma, sezgilerinin kuvvetli olması, sıradan olmayan bir bilinç ve sana dayatılanları reddetme, insanı yazmaya götüren başlıca argümanlardan olduğunu o zamanlar bilmiyordum.



2004’te, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Adalet Meslek Yüksek Okulu’ndan mezun oldum. Etrafıma, zaten matematik de yapamadığım için, Dikey Geçiş Sınavı ile Hukuk Fakültesi’ne geçmek istemediğimi, İcra Müdürü olup insanların kapılarına hacze gidemeyeceğimi, kendime yetecek bir memuriyet ile yetinip yazmak istediğimi söyledim.



Güldüler, Türkiye’de insanın hayallerine başta bir gülerler… Ben onlara aldırmadım, ısrarla hayatımı ikame ettirecek bir memuriyetin bana yeteceğine ve yazmak için gerekli konforu sağlayacağına inandım. 2005’te, şu an piyasada olmayan, ilk romanımı yazmaya başladım.



Bir yandan KPSS’ye çalıştım. 2006’da Balıkesir, Gömeç’te memuriyete başladım. Bu bir seçimdi, ailem Aydın’da yaşıyordu, Aydın’da kadro açığı olmasına rağmen ben onlara uzak olmak istedim. Gömeç’te gezerken bir gün kendimi bu sokaklardan yazar olarak çıkaracağımı biliyordum.



On yıl kendi dünyasında, kendi köşesinde, ara ara yazması yakın çevresinde bahis mevzu olan bir yazardım. Her gün disiplinli bir şekilde yazdım, notlar aldım, günlük tuttum, o on bin saat kuralını uygulamaya çalıştım, nasıl yazılacağı üzerine, ustaların kitaplarını elden geçirdim. 



Zülfü Livaneli, yazmanın anlatma çabasından çok anlama isteğine dayandığını söyler, bu söylemi ve Sevim Gündüz’ün sık tekrarladığı ‘anlatma göster’ tekniğini çok erken öğrendim, yazılarımda kullanmaya çalıştım.



Virginia Woolf’un tavsiyesine bağlı kalıp otuz yaşından önce de kitap çıkarmadım.



2010’dan itibaren yayınevlerine taslaklarımı gönderiyordum. Dönüş yapıp kitabımı neden basamayacaklarını söylediklerinde bile mutlu oluyordum. Birkaç defa yayınevlerini dolaştım, para isteyenlere böyle bir imkânımın olmadığını söyledim.



Sonuçta, 2015’te Kuzgun Kitap ile anlaşma yaptım. 2018’de de başka bir yayınevine geçtim. Onur Kitap ile çalışıyorum. Başkalarının Hayatı (Sevda Çiçeğim), Aşk Ekmek ve Ölüm, Efeler Yalnız Ölür, Nihan… Dört kitap şimdilik bunlar yeter. İçime sinmeyen kitaplar yazmak niyetinde değilim.



Selim İleri, Altın Kitaplar ile çalıştığı dönemde piyasaya çıkan bazı kitaplarını sonradan tekrar elden geçirmiş, çünkü yayınevi kendisinden her yıl bir kitap istiyormuş. Acele edince de Selim İleri’nin içine sinmeyen kitaplar piyasaya çıkıyormuş, ben bunun olmasını istemiyorum.



***



Türkiye’de bazı şeyler zor ilerliyor, hatta Norveç gibi ülkelerde, yazarların hayatını devam ettirmeleri için, devlet kitaplarını satın alıp kütüphanelere dağıtıyormuş. Olsun, biz burada hayatımızı ikame ettiriyoruz, güzel ülkemizin şartlarına uygun yaşıyoruz.



Üstelik eğer sen hayallerin için bir şey yaparsan, er veya geç, tüm şartlar ve hiç tanımadığın insanlar sana yardımcı olmak için sıraya giriyor. En azından benim yaşamımda bu böyleydi.



Ben elimden geleni yapayım, hakkını vereyim kitaplarım bir şekilde, ağır aksak da olsa okura ulaşıyor, çünkü okurun biri de bir, bini de bir benim için.



Kendimi geliştirmeye, farklı kitaplar okumaya, deneysel olmaya çalışıyorum. Umberto Eco, bir yazarın okuduğu yazarların ve kitap tarzlarının sürekli değişeceğini, değişmesi gerektiğini söyler.



Ayrıca yazarlar üzerine video seyrediyorum, arabamda sesli kitap ve radyo tiyatrosu dinliyorum.



Ama kimi zaman şu da kafamı kurcalıyor. Bu hayata kimler geldi geçti, ne yetenekli insanlar vardı ama onlara imkân verilmediği için hayallerini gerçekleştiremediler. O yüzden fazla gürültü yapmamak, hayallerini gerçekleştirirken küstahça bir tavır takınmamak gerektiği kanaatine varıyorum.



Virginia Woolf’un şu sözlerini severim.



“Ne hoş bir güzelliği vardır; Hafif adımlarla, dünyadan gülümseyerek geçenlerin.



Kimseye bir kötülüğü dokunmadan yaşayanların, onurlu bir yaşamı seçenlerin…”



Tabii, bir şeyler yapmak, yazmak, kafamdaki taslakları kâğıda dökmek istiyorum ama bir yandan da ben hafif adımlarla yaşamalıyım, dünyadan gülümseyerek geçmeliyim, kimseyi incitmemeli ve emeğinden etmemeliyim. Kimseye bir kötülüğüm dokunmadan onurlu bir yaşam sürmeliyim.



Hayatım boyunca yazmalıyım, yazdıkça da hayat bulmalıyım.