2018 yılının soğuğundan ne çektik değil mi? Ne gribi eksik oldu ne nezlesi, ne öksürüğü bitti ne hapşırması. Ihlamurundan balına kadar vücudumuzu korumak için savaştık. Ne kadar çabalarsak çabalayalım etimizden içeri giren virüslere karşı koyamadık. Güneşi özleyen gözlerimiz fırtınalarla karşılaştı ama yaza uzanacak gölgeden hiç şüphe etmedik. Çünkü doğanın kanunu bu, kışın rüzgarı savurur, yazın rüzgarı serinletir.


   Bugün (Veya yarın) yılın ilk cemresi havaya düşüyor. Cemre dediğimiz şey, sözlük anlamı kor olan ve ilk önce havaya, sonra suya ve toprağa düşerek bize ilkbaharın geldiğini gösteren müjdeli haberdir. 


Her olayın olduğu gibi cemrenin bir de hikayesi vardır: Cemre kelimesinin geçmişine daha yakından bakıldığında Arap halkı ile ilgili bir gerçek bir hikayeye rastlanır. Bu hikayeye göre havaların ısınmaya başlayıp yazın yaklaşması ile rakım olarak daha yüksek yerleşim birimlerine göç eden Arap halkı, havaların soğumaya başlaması ile yeniden düzlüklere ve rakım olarak düşük yerlere yerleşmeye başlarlar. Soğukların yaklaşması ile düzlüklere inen Araplar bu düzlüklerde büyük bir çadırın içinde hep beraber yaşarlar. Kış gelip havalar soğuduğunda yerleştikleri bu çadırların dışına küçükbaş hayvanları ve daha sonra da develeri daire şeklinde yerleştirirlerdi. Soğuk havaların gelmesi ile birlikte bir adet kendileri için bir adet küçükbaş hayvanlar ve bir adet de develer için ateşler yakarlardı ve havaların tekrar ısınmaya başlamasının ardından yakılan bu ateşler, en dışarıdan başlamak üzere birer hafta ara ile sırasıyla söndürülürdü. Cemre düşmesinin ise Araplar sahip oldukları bu gelenekten geldiği düşünülmektedir.


   Mina Vadisi’nde Arafattan gelen hacıların, attıkları taşlarla oluşan yığınlara da ‘Cemre’ adı veriliyormuş. Cemre, hayatımızın içinde birçok anlamı olan ve üzerine hikayeler yazdığımız, çocuklarımıza ismini verdiğimiz mucizevi bir olay.  Zaten doğa olaylarından bahsediyorsanız, doğadaki her şey mucizedir. Gök dediğimiz o mavi sonsuzluğun kendini yırtarcasına nasıl yerleri inlettiğini, güneşin ısıtmak için nasıl kendini yaktığını, öfkesini kızgınlığını, yağmuruyla, şiddetiyle nasıl haykırdığını görüp de mucizelere inanmamak mümkün mü?


   Mart kapıdan baktırır kazma kürek yaktırır derler. Mart ayının ne kadar soğuk olduğunu ve ne kadar üşüttüğünü inanın benden daha iyi bilen kimse yoktur. Ama soğuğunun bile bir güneş sıcaklığı bıraktığını da biliyorum. 


  Bugün ilk cemre düşüyor, bugün yılın ilkbahar müjdesine göz kırpıyoruz, bugün kışı bir adım daha geride bırakıyoruz, bugün üzerine örttüğümüz bir şalı daha inceltiyoruz. Kışın en sevmediğim yanı, günün ışığına kapılamayacak kadar kısa sürmesi. Gece sanki bütün günü kapsıyor da, hiç güneş yüzünü göstermiyormuş gibi, güneş içeri girmesin diye kapadığımız perdeler sanki bulutlar olmuş gibi,  gün hiç doğmamış gibi…


   İşte cemrenin ilk düşüşü, ilkbahara merhaba dememiz ve her şeyden önemlisi ilk oluşu mutlak bir güzellik katıyor bu duruma.  7 gün arayla düşen cemreler gün geçtikçe bize özlediğimiz o sıcak havaları getirecek. Rüzgarın sıcak estiği günleri özledim. En az yaz dostu olan sizler gibi.