‘’Tarihe kazınan kimi olaylar vardır ki, barışı simgeler. ‘Beyaz güvercin’ ile hatırlanır tarih boyunca. Kimi olaylar vardır, su gibi aziz ol s

‘’Tarihe kazınan kimi olaylar vardır ki, barışı simgeler. ‘Beyaz güvercin’ ile hatırlanır tarih boyunca. Kimi olaylar vardır, su gibi aziz ol sözünü hatırlatır, asla unutulmaz. Ama öylesine gerçekler kazınmıştır ki, tarih sayfalarına! Hatırlandıkça yürekleri dağlar, insanlık tarihinin utancı olarak kalır…’’
Yazımın başlığına aldığım iki önemli olay yaşandı Kıbrıs adasında! Bir tanesi geçtiğimiz Cumartesi günü 17 Ekim 2015’te, diğeri ise; bundan tam 41 yıl önce 1 Eylül 1974’te…
Geçtiğimiz cumartesi günü, adanın kuzeyinde K.K.T.C’de ‘’Barış Suyu’nun’’ ilk damlaları düştü, Kıbrıs Türk Halkının yaşadığı o vatan topraklarına…
Ne mutlu Kıbrıs Türk Halkına, teşekkürler Anavatan Türkiye’ye, bu projeye hayat veren herkese. Adanın kuzeyinde 50 yıllık tarım ve içme suyunu karşılayacak müthiş bir proje hayata geçti. Tamamen Türk mühendislerinin yapımı ile gerçekleşen, denizin 250 metre altından geçen, 107 Km.lik yüksek yoğunluklu poliüretan boru hattı ile gerçekleşen, dünyanın ilk deniz altı ‘su nakil hattı’. En az petrol nakil hatları kadar önemli ve stratejik öneme haiz bir uygulama.
Bu proje 90’lı yıllarda başlatılmıştı. Son Ecevit hükümetinde ise son aşamaya gelinmişti. O süreçte Alarko Holdingin hazırlamış olduğu proje için DSİ olumlu görüş vermiş. Bu konu resmi gazetede yayınlanmıştı. Ama aradan geçen uzun yıllar, projenin günümüzün hükümetine kısmet oldu. İşte bu noktada, 1974 yılında yapılan Kıbrıs Barış Harekâtının mimarı Ecevit hükümetine de, bir teşekkür borçluyuz.
Tabii ki, başta büyük Türk Milleti olmak üzere, böylesine büyük bir projeyi hayata geçirenlere şükranlarımızı iletiyoruz. Milletimizin vergileri, işadamlarımızın ülkesine yapmış olduğu büyük katkılarıyla oluşan devlet bütçesinden tam 1,6 milyar TL harcanmış bu işe. Böylesine büyük bir projeyi hayata geçirenlere teşekkür ediyoruz, su gibi aziz olsunlar.
O toprakları çok iyi bilen, yıllarca yaşayan bir Kıbrıs sevdalısı olarak, adada suyun ne demek olduğunu, 1974 yılında Kıbrıs’ta Beşparmak Dağlarında savaşırken, susuzluğumuzu giderebilmek adına, dağda bulabildiğimiz ahlât ağaçlarından kopardığımız yabani armutları yediğimizi dün gibi hatırlıyorum. Ve sonrası geçen her yıl, Kıbrıs Türk Çiftçisinin, dört gözle beklediği yağmur sularının ne demek olduğunu da hiç unutmadım…
Bu projenin hayata geçmesiyle birlikte, Anadolu’dan bir kez daha yol bağlandı Girne’ye. Tıpkı, 20 Temmuz 1974’de, yine barış adına Girne’den yol bağladığımız gibi Anadolu’ya…
Yazıma başlık olarak kullandığım cümlelerin içinde iki önemli tanım var: Barış ve Katliam! Evet, hiçbir şekilde yan yana olmaması gereken iki kelime…
Ancak Kıbrıs’ta yaşanan her barış sürecinin mimarı nasıl ki, Türkiye ve Kıbrıs Türk Halkı ise. Katliamlarla anılan tarihi sürecin tarafı da, ne acıdır ki, hep adanın Güneyinde yaşayanlar…
Bu yazımı, özellikle geçen hafta içerisinde adada yaşanan iki önemli olay nedeniyle kaleme aldım.
Toros Dağlarının suyu Kıbrıs adasına taşındığı o hafta içinde; Rum kesiminin iktidar partisi Akel’e mensup birkaç Rum milletvekili ile onlarla kol, kola yürüyen Kıbrıs Türk Siyasi hayatının o bildik isimleri..! K.K.T.C’de 41 yıl önce 14 Ağustos 1974’te Rumlar tarafından Atlılar-Muratağa- Sandallar ve Taşkent Köylerinde 16 günlük bebek dâhil; savunmasız ve silahsız, kadın, çocuk, yaşlı demeden katlettikleri toplam,126(Muratağa-Atlılar)+81(Taşkent) insanımızın yattığı şehitlikleri ziyaret etmek istediler!
O güne değin, böylesine bir ziyaret gerçekleşmemiş, hiçbir Rum lideri Kıbrıs Türk Halkından özür dilememişken, 41 yıl sonraki bu ziyaret hangi amaçla yapılmak istenmişti acaba?
Barış adına mıydı? Yoksa altında yatan başka bir gerçek mi vardı? Birkaç gün içinde bu ziyaretin nedeni anlaşıldı…
Çünkü her birisinin yıllar önce kimliği tespit edilen bu insanlarımız, şehitliklerimizde huşu içerisinde yatmalarına rağmen, adada gömüldükleri yerleri belli olmayan pek çok kayıp varken; insanlık adına adada görev yaptığı söylenen ‘kayıplar komitesi’; bu katliam çukurunda Rum kayıplarda olabilir nedeniyle bu çukurun açılmasını, bulunacak kemiklerin DNA testinin yapılması kararını almıştı!
Değerli okur:
1974 Kıbrıs Barış Harekâtının 14 Ağustos tarihinde başlayan o savaş günlerinde, ben de oradaydım. Savaşın acımasız yüzünü 41 yıl önce bende yaşadım. O katliam çukurunun, 1 Eylülde 1974’te BM Barış Gücü askerlerinin nezaretinde, orada görevli Mehmetçikler tarafından açıldığını, daha çürümemiş taze bedenlerin üzerindeki giysilerinden yakınları tarafından tek, tek tespit edildiğini, yaşanan o dramı yakinen bilen birisiyim.
Bu olayı, ‘’Tarihten Gelen Çığlık – Kıbrıs’ta Soykırım 1955-1974’’ isimli kitabımda; o çukurda katledilen insanlarımızın varisleriyle yapılan görüşmeleri, onların kendi ağzından anlattıkları şekliyle yazdım. (Bu kitabımda röportajları yapan Naci Kaya isimli kardeşim hala adada yaşamaktadır. Kendisine şükran borçluyum.)
Şimdi durup, dururken böylesi bir araştırma nedendir? Yoksa Rum tarafının ve K.K.T.C’deki kimi işbirlikçilerinin amacı, bu çukuru ortadan kaldırmak mıdır? Böylesine büyük bir katliamın izlerini taşıyan bu çukur, ortan kaldırılsa bile! Tarihe kazınan o utanç dönemi, o katledilen insanlarımızın izi de silinebilecek midir? Tarihten gelen çığlıkları unutulabilecek midir?
Adada yaşanan yegâne gerçek şudur ki:
Türk Milleti, Türkiye Cumhuriyeti Devleti daima barışın yanında olmuş, tarihin hiçbir döneminde ‘Barışla-Katliam’ kelimelerini yan yana getirmemiştir. Kıbrıs adasında son 50 yıldan bugüne yaşanan olaylar; Barışı isteyen, her defasında barışa adım atan tarafın, Türk Milleti ve Türkiye olduğunu göstermiştir.
Tıpkı adaya yeniden can verecek olan ‘Barış Suyunda’ olduğu gibi.
1960’lı yıllarda ne demişti Kıbrıs’ın ilk Cumhurbaşkanı Başpapaz Makarios: ‘’Adanın Türkiye’ye bağlanmasına asla izin vermem!’’
Ama ilk cevabını 20 Temmuz 1974’te almıştı. İkincisini de geçen hafta hayata geçen, ‘Barış Suyu’ projesiyle.
Bundan sonrasının yanıtını da, Rum kesimi lideri Anastasiadis versin artık…